TÜRK OCAĞI İLK GENEL BAŞKANI
AHMET FERİT TEK
(1877,- 25 Kasım 1971)
Türkler, yüzyıllardır, imparatorluğun hudutlarında çarpıştı.
Kendi illerini ihmal etmek zorunda kaldılar;
Türk illerinin kalbi Anadolu bakımsızdır.
Türklerin de kendi millî kaderlerini düşünmesi saati çalmıştır.
Ahmet Ferit Tek
Türk Ocağı ilk Genel Başkanı ve 20. Yüzyılın önemli ve seçkin bir devlet adamı olan Ahmet Ferit Tek, Osmanlı Devletinin çöküş dönemlerinde ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarında aktif görevlerde bulunmuştur.
43 yıllık siyasi hayatı boyunca Türk Devletinin çıkarları için çalışmış, doğruluktan asla taviz vermemiştir.
20. yüzyıl Türkiye tarihinin kritik dönemeçlerinde ülke içinde ve dışında üstlendiği önemli ve riskli görevleri başarılı bir şekilde tamamlamış büyük bir devlet adamı, yazar ve siyasetçidir.
Osmanlı Döneminin ilk ve önemli Türkçülerinden bir olan Ahmet Ferit Tek’le ilgili bu yazım iki bölümden oluşmaktadır. Lozan Konferansına kadar geçen süreç birinci bölümde değerlendirilmiştir. Lozan sonrası ve Cumhuriyet dönemi de ikinci bölümde değerlendirilmiştir. Bu yazıyı hazırlarken faydalandığım eserler ikinci bölümün sonunda belirtilmiştir.
1. BÖLÜM
Kısa Özgeçmişi:
Kızları, Türk-İslam Kültür ve Sanat tarihçisi, Prof. Dr. Emel Esin’in anlatımıyla; İstanbullu bir aileye mensup olan Ahmet Ferit (Tek), 1877’de Bursa’da doğmuştur. Babası maliye muhasebecilerinden Mustafa Reşit Bey, annesi Hanife Leyla Hanımdır.
3 yaşında İstanbul’a gelen Ahmet Ferit, Darül-Feyz İptidai okulunds ve Gülhane Rüştiyesinde okudu.
Asker olmak isteyen Ahmet Ferit Kuleli Askeri Lisesine, bu okulu bitirdikten sonra da Harbiye’ye girdi 1896 yılında Piyade Mülazım-ı Sani (Teğmen) rütbesiyle mezun oldu.
Bu yıllarda Harbiye, Tıbbiye, mülkiye ve ziraat okulları talebeleri arasında başlayan meşrutiyet hareketine katıldı. Meşrutiyetçi faaliyetlerinden dolayı bir süre Taşkışla’da hapis yattıktan sonra askerlikten uzaklaştırılarak Trablusgarp’a sürgün edildi. Burada Yusuf Akçura ile bir yıl zindanda kaldı.
Trablusgarp’ta, birer meşrutiyetçi olan, Fırka kumandanı Recep Paşa ve onun Seryaveri Mahzar Paşazade Şevket Beyden büyük yardım gördü. Şevket Bey çok beğendiği Ahmet Ferit’i henüz çocuk yaştaki kızı Müfideyle nişanladı.
Ahmet Ferit ve Yusuf Akçura Şevket Bey’in de yardım ve desteğiyle bir kayığa binerek önce Tunus’a oradan da Paris’e gittiler.
1903’ta Paris Siyasi Bilimler Okulunu bitiren Ahmet Ferit, bu tahsili sırasında Avrupa ve Rusya’nın siyasi metotlarını, hedeflerini ve Türkiye ve Türklere karşı olan tutumlarını yakından öğrendi. Bu devletlerin faaliyetlerinin Osmanlı’yı parçalamak ve mirasına konmak için birer vesile olduğunu öğrendi.
Ahmet Ferit (Tek)’in dünyaya geldiği yılda Osmanlı Devleti adına çok önemli siyasi gelişmeler yaşanmaktaydı. İki yüzyıl süren bir gerileme döneminden sonra devlet dağılma süreciyle karşı karşıya kalmıştı. Özellikle Balkanlarda başlayan tedhiş, isyan ve ayrılıkçı hareketler yüzünden devlet çok zor durumlara düşüyordu. Rusya, Avusturya-Macaristan, Fransa ve İngiltere gibi ülkeler isyan ve kargaşa çıkaran ayrılıkçı hareketlere destek veriyorlar, Osmanlı devletini parçalamak istiyorlardı.
Olayların artmasıyla birlikte Bu devletler duruma müdahale etmek istediler. Osmanlı devletinde ise Sultan Abdülaziz tahttan indirildi, 5.Murat tahta çıkarıldı, onun akli dengesi yerinde olmayınca, onun yerine Sultan 2. Abdülhamit’i tahta çıkardılar.1876’da kanuni esasi ilan edildi. Bu anayasal düzen uzun ömürlü olmadı. 1877’de Ruslar Osmanlı’ya savaş açtı. Ağır yenilgiye uğrayan Osmanlı 3 Mart 1878’dw Ayastafanos, 13 Haziran 1878 Berlin anlaşmalarını imzalamak zorunda kaldı. İşte Ahmet Ferit bu zorlu yıllarda dünyaya gelmişti.
Ahmet Ferit Paris’te bulunduğu yıllarda farklı Türk grupları burada siyasi faaliyetlerde bulunuyorlardı. Prens Sabahattin’in gayretiyle 4 Şubat 1902 de yapılacak olan “Jön Türk” kongresine davet edildi. Osmanlı’daki bütün unsurlarında davet edildiği yaklaşık 60-70 muhalif kişilerden oluşan bu kongrede Ermeniler tarafından sunulan teklifte“ II. Abdülhamit’in vaat ettiği ıslahatın şimdiye kadar yapılmadığını bundan böyle de yapılmayacağını, memlekette hakiki inkılâbın ecnebi müdahalesiyle kabil olabileceği iddia ediliyor. Hatta Berlin antlaşmasının 61. maddesinin ve 11 Mayıs 1895 tarihli muhtıranın tatbiki isteniyordu.”
Ahmet Ferit (Tek)’in kızı Emel Esin’in anlatımına göre; Prens Sabahattin, ikinci Sultan Abdülhamit’e Meşrutiyeti kabul ettirmek için, ecnebi devletlerin müdahalesini talep etmek fikrini ileri sürmekte idi. Bu sözleri dinlerken. Ahmet Ferit genç yaşı ile mütevazı mevkiine rağmen, itiraz etti. Ferit Beyin itirazı şu anlamda idi:
“Ecnebilerin müdahalesi işgal ve felâket getirir. Ancak ecnebilere menfaat temin eder. Bu sebepten ecnebi müdahalesini istemek vatana hıyanettir”. Ahmet Ferit’in bu sözleri üzerine, Meşveret gazetesi naşiri ve müstakbel Ayan Reisi Ahmet Rıza Bey ve Boşnak Hoca Kadri Efendi de onu desteklediler. Türklerin bu tutumu üzerine, Ermeniler işbirliğinden vazgeçtiklerini ifade ettiler ve kongre dağıldı.”
Fransa’daki faaliyetlerini müteakip, sürgün ve firari olması hasebiyle Türkiye’ye dönemeyen Ahmet Ferit Bey, 1903 ile 1908 arasında Kazan’da Yusuf Akçura’yı ziyaret etti ve sonra da Mısır’a yerleşerek, Türk asıllı birkaç ailenin servetlerini idare eden daire müdürü sıfatı ile Kahire’de yayınlanan eden Türk gazetesinde yazılar yazmaya başladı. Bu gazetede Osmanlı siyaseti hakkında bir münakaşa açıldı. Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı makalesi ile başlayan münakaşada tasavvur edilen üç siyaset tarzı Osmanlılık, İslamcılık ve Türkçülük idi. Akçura, Türkçülüğü terviç ediyordu. Ali kemal din ve millet farkı gözetmeden Osmanlılığı istiyordu. Ahmet Ferit ise icaba göre uyularak realist siyasetleri öne sürüyordu. Daha sonraki ifadesi ile “Kayı Han Türklerinin… Muazzam ve muhteşem eseri” Türk devletinin korunması Ahmet Ferit’in önde gelen kaygısıydı.
Şevket Beyin 1905’de Trablusgarp’ta vefatından iki yıl sonra, kızı Müfide Hanım ve Ferit Bey 1907 yılında İskenderiye’de evlendiler.
Meşrutiyet’in ilânından sonra eşi ile birlikte İstanbul’a gelen Ahmet Ferit, Ahmet Rıza’nın teklifi ile Meclis-i Mebusan’ın başkâtibi oldu. Aynı zamanda
İttihat ve Terakki’nin resmi yayın organı olan Şura-i Ümmet gazetesinin başmuharriri oldu.
İyi bir münekkid (Eleştirmen-tenkitçi) olan Ahmet Ferit, İttihat ve Terakki’nin tecrübesizlikten kaynaklanan bazı uygulamalarını tenkit ediyordu. 1910 yılında Fırat nehri üzerinde seyr-i sefer hakkının bir İngiliz şirketine verilmesine itiraz etmesi üzerine İttihat ve Terakki’den uzaklaştırılmıştı. Ahmet Ferit’i seven ve takdir eden Talat paşa onu “Dâhiliye Encümeni’ne” tayin ettirdi. Daha sonra beş yıl süreyle Mülkiye mektebinde Siyasi tarih hocalığı yaptı. 1912 Balkan savaşında, Çatalca’da Erkan-ı Harbiye Yüzbaşısı olarak görev yaptı.
Ferit Bey ilerleyen yıllarda meclis dışına itildi, muhalif cephede yer aldı.
Bu süre içerisinde Osmanlıcılık fikrinden bir hayli uzaklaşan Ahmet Ferit, Türk Milliyetçiliği görüşlerini geliştirmeye başlamıştı.
Bu zaman zarfında arkadaşı Yusuf Akçura başta olmak üzere sair ahbaplarıyla yaptığı istişare sonucunda 1912 tarihinde siyasi fikirlerini savunmak amacıyla “Milli Meşrutiyet Fırkası”nı kurdu. Bu partinin programı açıkça Milliyetçilik ilkelerinden oluşmaktaydı. Dağılma safhasında olan Osmanlı Devletinin rabıtasının ancak milliyetçilik ile birbirine bağlanacağını ümit ediyordu.
Programda şu görüş yer almıştı.
“Türkler, yüzyıllardır, imparatorluğun hudutlarında çarpıştı. Kendi illerini ihmal etmek zorunda kaldılar; Türk illerinin kalbi Anadolu bakımsızdır. Türklerin de kendi millî kaderlerini düşünmesi saati çalmıştır.”
Hemen akabinde topluma seslerini duyurmak için “İfham” adında bir gazete kurup, neşretti.
Ahmet Ferit’in bu düşünceleri Türk Ocağı’nın kurulmasında çok önemli bir etken olmuştur. Tıbbiye talebelerinin teşebbüsü ile 12 Mart 1912’de Milli Şair Mehmet Emin (Yurdakul)’in Nur-u Osmaniye’deki evinde Şair Mehmet Emin, Dr. Âkil Muhtar, Ağaoğlu Ahmet, Hüseyin-zade Ali, Akçura Yusuf ve Ahmet Ferit bir araya gelirler. Yedi kişilik bir idare heyeti ile birlikte Ahmet Ferit’in başkanlığında Türk Ocağı’nın kuruluşu gerçekleştirilir.
Ahmet Ferit’in siyasi fikirleri İttihat Terakki’nin bazı üyeleri tarafından hoş karşılanmıyordu. Cemal Paşanın ısrarı ile Talat Paşanın dostluğuna rağmen, İttihat ve Terakki Fırkası Ferit Beyin siyasî faaliyetine son vermek İstedi. Kısa bir müddet İçin Bursa’ya sürgün edildi..
Daha sonra, 1913’de Mahmut Şevket Paşa’nın katli hakkında bir haber neşri vesile tutularak, Ifhâm kapatıldı ve Ferit Bey, İttihat ve Terakki Fırkasının diğer muarızları ile birlikte, 24 Haziran 1913’te önce Sinop’a ve müteakip 1915’te Bilecik’e gönderildi. Sürgün yıllarında en yakın arkadaşı ünlü hikâye yazarı ve edip Refik Halid Karay idi. Sinop ve Bilecik’te geçen sürgün yıllarında I. Dünya Harbi çıkmıştı. Eski Erkan-ı Harb Zabiti olan Ahmet Ferit’in orduya iltihak isteği reddedildi.
Bu arada I. Dünya Harbinin, Türkiye aleyhine dönmesi üzerine 1917 yılında bir hükümet değişikliği tasarlayan Talat Paşa, Ahmet Ferit’i Bilecik’ten çağırıp bir siyasi parti kurmasını teklif etti. Böyle bir teşebbüste Türkiye için fayda görmediği gerekçesiyle bu teklifi kabul etmedi, o zaman istiklalini yeni elde eden Ukrayna’nın merkezi Kiev’e 15 Temmuz 1918’de başkonsolos olarak tayin edildi. Bolşeviklerin Ukrayna’yı işgali üzerine, Ferit Bey Kiev’den 1919 Şubatında İstanbul’a döndü.
Ahmet Ferit İstanbul’a döndüğünde 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmış ve birçok şehirlerimiz işgal edilmişti.
Paramparça olmuş 600 yıllık koca bir devlet, acılarla boğuşan büyük bir millet.
Ülkenin düşman işgali altında bulunmasını bir türlü hazmedemeyen her Türkçü gibi, Ahmet Ferit’te boş durmak istemiyordu. Vatanına ve milletine hizmet etmek istiyordu. 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali üzerine Fatih’te miting düzenledi.
İstanbul’da milliyetçi gruba katıldı ve milliyetçilerin temsilcisi olarak Damat Ferit’in 2. Kabinesinde Nafia Nazırı (Bayındırlık Bakanı) olarak görev aldı. Bir süre de Maliye nezaretine vekâlet etti. Damat Ferit’in Sevr anlaşmasının müzakerelerine hazırlanmasını kabullenemeyen Ahmet Ferit kabineden istifa etti.
Daha sonra mütarekenin işgalci ve kozmopolitik iklimi içinde Türkçülüğü sürdürmek amacıyla Mehmet Emin Yurdakul, Ahmet Hikmet Bey, Zühtü İnhan, Yusuf Akçura, İsmail Hakkı Baltacıoğlu ve Mehmet Emin Erişirgil’le birlikte Milli Türk Fırkasını kurdu. Bu partinin yayın organı olarak İfham gazetesini yeniden çıkarmaya başladı.
Yüksek milliyet şuuruna sahip olan Ahmet Ferit’in ülkenin bir “manda” idaresine bırakılmasına gösterdiği sert tepkilerini takdir edenler etrafında toplanmakta gecikmediler. Başta eşi Müfide Ferit Tek olmak üzere Mehmet Emin Yurdakul, Yusuf Akçura, Hamdullah Suphi, Ömer Seyfettin, Hüseyin Ragıp, Haşim Nihat, O’nun davasını hararetle desteklediler. Ahmet Ferit Bey, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak, yer yer belirmiş Milli Mücadele teşebbüslerini teşkilatlandırmaya koyulan, Erzurum ve Sivas Kongreleriyle millet iradesini bir merkezde toplamağa çabalayan Atatürk’ü, hiç bir şeyden çekinmeksizin destekledi
15 Ocak 1920’de İstanbul mebusu seçilen Ferit Bey, 16 Mart 1920 tarihinde işgalci kuvvetlerin Osmanlı Meclisini basması ve mebusların bazılarını tevkif ederek Malta’ya sürdüğü gün tesadüfen mecliste değildi. Ferit Bey de aranmakta idi. Ayrıca İfham gazetesinde ateşin üslubu ile milliyetçi tutumu yayan ve Kuva-yı Milliye’nin beyannamelerini çekinmeden neşreden Ferit Bey “Aznavur Mahkemesi” tarafından mahkûm edilmişti. Ferit Bey ilk önce dost ve akraba evlerinde, sonra kendi evinin çatı arasında saklandı. Kalamış’taki bu ev Osmanlı polisi tarafından basıldı. Fakat Müfide Hanımın sitemkâr sözlerine muhatap olan polisler Ferit Beyi bulamadılar veya bulmadılar. O, arada Kuva-yı Milliye ile Fransızlar arasında bir anlaşma yapılmıştı. Bazı Fransız esirlerine karşılık, diğer iki vatanperveri ile Ferit Bey, Boğaziçi’nde bir dost yalısından alınarak bir Fransız muhribine getirildi ve Mudanya’ya götürüldü.
Ferit Bey, 30 Mayıs 1920 tarihinde çok zorlu bir yolculuktan sonra Ankara’ya geldi ve Büyük Millet Meclisi’nde İstanbul Mebusu olarak yerini aldı. Ferit Bey sahip olduğu derin siyaset bilgisi ve kültürü ile kısa zamanda burada da kendini kabul ettirdi. 18 Temmuz 1920 tarihinde Maliye Vekilliğine getirildi.
Yabancı devletler tarafından işgal edilen ülkede büyük sıkıntılar yaşanıyordu. Mustafa Kemal Paşa liderliğinde bu ülkelere karşı dünyada benzeri görülmeyen eşsiz bir milli mücadele veriliyordu. Bu sürede Türk milleti çok büyük sıkıntılara katlanıyordu. Bu hassas dönemde Ahmet Ferit Bey, Maliye vekâleti gibi en önemli bir görevi yüklenmişti. Görevi bıraktığı 16 Mayıs 1921 tarihine kadar çok verimli çalışmış, iç ve dış kaynaklardan elde ettiği tüm gelirle devletin mali durumunu yeterli konuma getirmek için büyük çaba sarf etmiştir.
Ahmet Ferit Bey, Maliye Vekilliğinden sonra Milli Mücadele devam ederken yine çok önemli bir göreve, Paris temsilciliğine atandı.
Ülke içinde Sakarya Meydan Muharebesi kazanılmış fakat düşman yurttan tamamen atılamamıştı. Batı Anadolu halen Yunan işgali altındaydı. Askeri ve ekonomik sıkıntılar had safhadaydı. Ferit Bey, bu sıkıntılı dönemde çok önemli iki vazife üstlenmişti. O, Mustafa Kemal Paşa’nın tüm mesajlarını Batılı devletlere iletiyor; bu devletlerde meydana gelen siyasi gelişmeleri takip edip düzenli olarak bu gelişmeleri Ankara’ya telgraf ile bildiriyordu. Ahmet Ferit Beyin üstlendiği ikinci pek mühim görev ise şuydu: Bilindiği üzere Milli Mücadele yıllarında, Türkiye dışındaki Türk ve Müslümanlar ellerinden geldiği ölçüde toplayabildikleri paraları kullanılması için Türkiye’ye gönderiyorlardı. Fakat bu paraları direk Ankara’ya göndermeleri mümkün olmuyor bu nedenle bu paralar önce Paris’e aktarılıyordu. Burada Osmanlı Bankasında toplanan paralar daha sonra Ankara’daki Osmanlı Bankası şubesine aktarılıyordu. Çeşitli yerlerden gelen bu paraların toplanması ve Ankara’ya ulaştırılması vazifesini de Ahmet Ferit Bey üstlenmiştir ki bu paralar, Büyük Taarruz’a hazırlanan Türk ordusu için çok önemli bir kaynak vazifesi görmüştür.
9 Eylül’de Türk ordularının İzmir’e girmesiyle ülkenin büyük bir kısmı düşman işgalinden kurtarılmıştı. Ancak Çanakkale henüz ecnebi işgali altındaydı.
Fransız başvekili Poincare ile İngiltere başbakanı Lloyd George arasındaki siyasi rekabet ve ihtilafı bilen Ferit Bey bundan Türkiye lehine fayda umdu. Bu şekilde talimat almadan, açıkça söylemediği halde, Ankara’dan böyle bir talimat almış gibi görünerek, müttefikler Çanakkale’den çekilmediği takdirde, ilerleyen Türk ordusu ile çatışma olabileceği hissini Fransız Hariciyesinde uyandırdı. Bu diplomatik teşebbüsün başarısını 18 Eylül 1922 tarihli telgrafı ile Ankara’ya şöyle bildiriyordu: “Laroche ile görüştüm. İstanbul fevkalade komiseri, alelacele çekiliyor görünmemek üzere, Çanakkale’yi tahliye etmek ve bizim kıtaatımız karşısında katiyen Fransız kıtaatı bulundurmamak emrini almıştır.” Fransızlar çekilince, yalnız başlarına Çanakkale’de yeniden bir muharebeye başlamak istemeyen İngilizler de çekilmek mecburiyetinde kalmıştı. Türklere karşı bu başarısızlık neticesinde, 19 Ekim 1922’de Lloyd George Başbakanlıktan istifa etti.
(Birinci bölümün sonu)
2. BÖLÜM
LOZAN GÖRÜŞMELERİ VE CUMHURİYET’İN İLK YILLARI
13 Kasım 1922’de başlayan Lozan görüşmelerinde Türk baş delegesi İsmet Paşa, diğer iki delege ise Dr. Rıza Nur ile Hasan Saka Bey’di. Ayrıca çeşitli alanlarda kalabalık bir uzmanlar heyeti de çalışmalarda yardımcı olacaktı.
20 Kasım’da çalışmalarına başlayan Lozan konferansında taraflar arasındaki münakaşalar hayli sert geçiyordu. Özellikle mali ve iktisadi konularda müzakereler çetin bir hal almıştı. Düyun-u Umumiye ve kapitülasyonlar hususunda Türk tarafı taviz vermek istemiyordu. Fakat Hasan Saka Bey ve görüşleri alınmak için Lozan’a davet edilen Cavid Bey, milli çıkarlarla hiç de bağdaşmayacak teklifleri kabul etmek istiyorlardı. Bu gelişmeler üzerine İsmet Paşa, Ahmet Ferit Beyi, Paris’ten getirterek, O’na sermaye taksimi üzerine bir proje yaptırtmak istedi. Ocak 1923’te Lozan’a gelen ve İsmet Paşa ile görüşen. Ferit Bey, İsmet Paşa’nın istediği projeyi verilen esaslar dairesinde yapmış fakat müzakere sırasında Fransız delegeleri ile kavga etmiş bu nedenle geri dönmek zorunda kalmıştı.
Ferit Beyin, Lozan’da Fransızlarla tartışması çok geçmeden o dönem hükümet reisi Rauf Bey ile İsmet Paşa arasında bir kavgaya dönüştü. Ankara’daki Fransız temsilcisi, Rauf Beye gelmiş ve Ferit Bey hakkında şikâyette bulunmuştu. Bunu üzerine Rauf Bey, Ferit Beyin Paris’teki görevine son vermeye karar verdi. Lozan Konferansının kesildiği 4 Şubat 1923 günü, Rauf Bey Ferit Beyin görevden alınmasını istedi. Paris’ten alındıktan sonra O’nun başka bir elçiliğe atanmasına da kesinlikle karşıydı. Başka bir göreve atanmak istenirse, Rauf Bey buna mecliste karşı çıkmayı bir görev sayacaktı. Rauf Bey ve Ferit Bey arasında eskiye dayanan bir husumet bulunmaktaydı. Nitekim 6 Şubat 1923 günü hükümetin bir kararıyla Ferit Beyin, Paris Mümessilliği görevine son verildi. Ancak Rauf Beyin çabaları yetersiz kalmıştır. Büyük bir devlet adamı olduğunu meclise ve Mustafa Kemal Paşa’ya kanıtlayan Ahmet Ferit Bey 30 Ekim 1923’te kurulan İsmet Paşa’nın ilk Cumhuriyet Kabinesinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Kütahya Mebusu olarak ilk Dâhiliye Vekili olma şerefini kazanmış ve 6 Mart 1924’teki İkinci Kabine’de de bu göreve devam etmiştir.
Cumhuriyet döneminin ilk Dâhiliye Vekili olan Ahmet Ferit Bey, Cumhuriyet tarihimizin ilk Köy Kanununu oluşturdu. O zaman Anadolu’da yaygın olan eşkıyaya karşı mücadeleye girerek asayişi temin edebildi.
Ahmet Ferit Beyin, Dâhiliye Vekilliği sırasında gerçekleştirdiği diğer önemli icraatı ise 150’likler listesini hazırlamış olmasıdır. Başından beri Milli Mücadele’ye muhalif olan, onun başarısızlığa uğraması için elinden geleni yapan kimselerle hesaplaşma zamanı gelmişti. Vatan hainliğine kadar uzanan olaylar zincirinde, bu olaylarla karışanlar cezalandırılacaktı. Ancak Lozan Barışına göre en fazla 150 kişi cezalandırılıp yurt dışına çıkarılabilecekti. Bu 150 kişilik listeyi hazırlama görevi Ahmet Ferit Beye aitti. Buna göre hazırlanan taslak meclis kürsüsünde okunuyor, hararetli tartışmalar yapılıyor ve üzerinde mutabık olunan kesin isimler listeye geçiriliyordu. Ancak Dâhiliye Vekili Ferit Bey, 21 Mayıs 1924 tarihinde yani 150’likler listesini sonuçlandıramadan Vekillikten istifa etmek zorunda kaldı.
İstifa gerekçesi ilginçtir. Ahmet Ferit Bey, 1919 yılında, Damat Ferit Paşa kabinesinde Nafıa Nazırı iken, 8 Temmuz 1919 tarihinde Damat Ferit Hükümeti adına Mustafa Kemal Paşa’nın maiyetindeki Miralay Refet Beye∗ çektiği telgrafta Mustafa Kemal’i şiddetle eleştirdiği ileri sürülmüştür. 20 Nisan 1924’te İstanbul gazetelerinden Vatan’da “Günün meselesi Ferit Bey” olarak, Ahmet Emin Yalman tarafından kaleme alınan bu telgrafla ilgili yazı Dâhiliye Vekili Ahmet Ferit Beyi çok zor durumda bırakmıştır. Ahmet Ferit, telgrafın aslında bir parola olduğunu iddia ederek, Refet Paşa’yı da kendisine tanık göstermek ister ancak her zaman aksini iddia ettiği halde Ankara Hükümeti’ni zor duruma düşürmekten zevk alan Refet Bele’nin bu yazıyı onaylaması üzerine Ferit Bey’de istifa etmek zorunda kalmıştır.
Ahmet Ferit Tek’in istifaya sürükleyen süreçte üç önemli konu vardır. Birisi yukarıda bahsettim telgraf meselesi, ikincisi “yüzellilikler” meselesi, üçüncüsü ise “Zengin Ermeniler” meselesidir.
(Bu konularla ilgili olarak “Erol Akcan- Recep Murat Geçikli, ‘Cumhuriyetin İlk Dâhiliye Vekili Ahmet Ferit Tek ve Görevinden İstifası’ Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, sayı: 12 Temmuz-2017 s: 351-384 “ makalesinden ve “Recep Çelik FİRARİ ERMENİLERİN GERİ DÖNÜŞÜ MESELESİ, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi Cilt:9 Sayı: 44 Haziran 2016 s:400-423” makalesinden daha geniş bilgi edinebilirsiniz)
Dâhiliye Vekâletinden istifa eden Ahmet Ferit Bey, 1925 yılından sonra tamamen Hariciye’nin hizmetine girmiştir. 6 Mayıs 1925 tarihinde Londra’ya Büyükelçi olarak atanmıştır. Ahmet Ferit Bey, Paris Mümessilliği döneminde olduğu gibi Londra’da da Türkiye’yi en şekilde temsil etmiştir. 1925 yılında başladığı Londra Büyükelçiliği vazifesini 1932 yılında tamamlayarak 26 Mayıs 1932’de Varşova Büyükelçiliğine atanmıştır. Bu görevine de aralıksız yedi yıl devam etmiştir. 17 Temmuz 1939 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla merkeze alınmıştır.
Ahmet Ferit Bey, 1934 yılında çıkan soyadı kanunu gereğince “Tek” soyadını almıştır. 5 Aralık 1939 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla Tokyo Büyükelçiliğine atanan Ahmet Feri Tek Bey, bu yoğun, uzun diplomat ve memuriyet hayatının son safhasını ise Tokyo Büyükelçiliği vazifesi ile tamamlamıştır.
Emekli olduktan sonra, yirmi yıldan fazla, ancak beynelmilel siyaseti takip edip, bahçesi ile meşgul oldu. Son yıllarında endişelenmeye başlamıştı. Jeopolitik vaziyetin doğurduğu tehlikeleri düşündükçe milli şuurun zayıflamağa başlamasından ve yapılan ittifaklara halel gelmesinden çekinmekte idi. Yorulunca, başı dönünce ve gözleri kolaylıkla okuyamayacak hale geldiği halde titrek fakat karalı bir el ile siyasi görüşlerini kaleme aldı. Yazılarını neşrettirebilirse neşrettirir, neşrettirmeye muvaffak olamazsa, hususi mektup şeklinde ilgili olabileceklere postalardı.
Ahmet Ferit Bey, 1943 yılından 1970’e kadar bu şekilde bir emeklilik devresi geçirmiştir. Bu uzun emeklilik devresinde II. Abdülhamit, II. Meşrutiyet, Trablusgarp Harbi, Balkan Savaşları, Türk Ocaklarının kuruluşu, Umumi Harp, Mütareke, Düşman İşgali, Kuva-yı Milliye Savaşı, Zafer, Milli Kurtuluş ve Cumhuriyet devirlerini yaşayan bir sima olarak sürekli memleketin kaderine derin bir alaka duymaya devam ediyordu.
Radyo ve gazeteleri dikkatle takip ediyordu. 1970’li yıllarda Türkiye tarihinin tehlikeli bir safhaya girmiş olduğunu endişe ile gördü.
Uzun tecrübesinde rastlamadığı bir vaziyet, kendi tabiri ile “Bir Abide-yi Hıyanet” karşısında idi.
Türkiye’yi yıkmak için, eskiden görülmemiş metotlar kullanılmakta idi.
Ferit Beyin hayatı boyunca dış düşmanlara karşı savunmağa uğraştığı Türk kalesi, bu sefer içinden kazanılmak isteniyordu.
Ferit Bey, tehlikeyi kavrayınca, son kalan gayretini, üstün zekâsının son kuvvetini, görmemeğe başlayan gözlerinin son ışığını vatan müdafaasına vakfetti.
Tehlikenin derecesini anlatmak, gafil saydıklarını uyarmak istiyordu.
Bu amaçla 24 Kasım 1971 tarihinde “1972 Başında Dünya Umumi Siyaseti ve Türkiye” başlıklı makalesini yazmaya başladı. Fakat bu büyük devlet adamının ömrü, makalesini tamamlamaya yetmedi. Ahmet Ferit Beyin başlayıp bitiremediği bu kısa makalesini olduğu gibi aktarıyoruz.
“Bugün dünyada iki muazzam devlet var: Amerika ve Rusya. Dünyanın umumi gidişini bunların siyaseti tayin ediyor. 1971 senesinin sonlarına doğru bu iki super-state’e üç tane daha ilave olunmak üzeredir: Avrupa, Kızıl Çin ve Japonya. Fakat bunlar henüz teşekkül ve teessüs etmek üzeredirler.
Avrupa yalnız İsveç’ten İtalya’ya kadar mı teşekkül edecek?
Yoksa Rus hâkimiyetindeki Şarki Avrupa da buna birleşerek hakiki Avrupa Devleti, Ukrayna hududundan İspanya’ya kadar mı birleşecektir?
Bu halde Avrupa dünyanın en büyük ve kavi devleti olacaktır. Bu henüz meşkûk halde!
Kezalik Kızıl Çin bugün amorphe halde, yekûn 800 milyonluk bir kitledir. Nasıl taazzuv edecek, malum değil! Japonya çok çalışkan müteşebbis bir millet olduğu için, yakında o da, kuvvet ve itibarı ile muazzam devletler sırasına girebilecek görünüyor. Bunu istikbal gösterecektir.
Fakat halen dünyaya hâkim iki devlet Amerika ve Rusya’dan ibarettir. Bu iki muazzam devletin çalışma şekli birbirine tamamen muhalif olan iki surettedir. Amerika, siyasi, iktisadi hürriyet diyarıdır. Devlet milletin iradesine tabidir. Bütün millet, tam hürriyet içinde, çalışır kazanır. Maddi, fikri faaliyetin neticesi olarak servetini mütemadiyen, bütün dünya milletlerine ikraz eder ve onların faizinden müstefit olur. Rusya, tamamen buna makûs bir yol takip eder. Rusya istibdat ve esaret diyardır…”
1970 yılında TBMM ellinci yılını kutlarken, İlk Meclisten kimlerin hayatta kaldığı araştırılmış ve 14 kişinin hayatta olduğu tespit edilmiştir. Bu 14 eski mebusun kıdemlisi ve en yaşlısı Ahmet Ferit Tek’tir. O tarihte kendisi 94 yaşındadır ve İstanbul’da yaşamaktadır. 23 Nisan’ın ellinci yıldönümü dolayısıyla kendisinden bir mesaj alınır. Ferit Bey, bu mesajında şöyle demektedir:
“Aziz vatandaşlarım! Bugün, müthiş bir yıkılıştan, mesut bir yükselişe gidişimizin muvaffakiyet devrini kutluyoruz. Milli hayatımız için ne korkunç, ne karanlık günler idi o günler! Birinci harbin ertesi günleri!
Asırlarca Asya, Afrika ve Avrupa’da ferman ferma büyük Osmanlı Devleti, en büyük Türk Devleti uzun müddet zaaf, atalet ve harabe içinde yaşadıktan, devlet değil adeta bir müstemleke hayatı sürdürdükten sonra gümbür gümbür çöküyor, parçalanıyordu! Galip düşman memleketimizi paylaşma kavgasına girmişti.
Bütün saltanatımız esnasında kendilerine kardeş muamelesi yaptığımız muhtelif unsurlar bizi arkamızdan vurmak için silahlanmış düşman bayraklarını kaldırmışlardı.
Bir kıyamet günü yaşıyorduk.
Ne oluyorduk, ne olacaktık?
Bütün Türkler hayret ve dehşet içinde idik, o kadar ki, o esnada bazı kalbi veya aklı zayıf kimseler ecnebi himayesine girmeyi bile düşünebildiler.
İşte o aradadır ki, bir mucize belirdi, bir ziya, bir nur parladı.
Bir genç zabitimiz Mustafa Kemal meydana çıktı.
Ne oluyorsunuz dedi, korkmayın hiç ümidinizi kesmeyin bu millet elan berhayat ve zindedir. Canlıdır. Hürriyetini ve istiklalini kurtaracaktır. Korkmayın hiç korkmayın! Bu halaskarı tazim ile analım! Mustafa Kemal yalnız asker değil idarecilerin siyasilerin en büyüğü, en akıllısı ve en uzak göreni idi.
O, bilirdi ki dünyada yalnız ileri medeniyetli milletlere hakk-ı hayat vardır.
O, bilirdi ki millet çalışıp tekâmüle ermek için uzun ve devamlı huzur ve sükûna muhtaçtır. Medeniyet bir sulh mahsulüdür.
O, öğrenmişti ki bir milletin devam ve bekası için etrafında, dünya muhitinde sulh ve salah hüküm sürmelidir.
Yurt ta sulh, cihanda sulh
Yine O, bilir ve damarlarındaki asil Türk kanı ile hissederdi ki, tenazu beka âleminde, bir milletin idame-yi hayat etmesi, milli vahdetine sahip, hürriyet ve istiklaline malik olmakla kaimdir.
Hâkimiyet bila kayd ve şart milletindir.
Hür bir devlette, hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin ve onun intihab edeceği Meclis ve Hükümetindir.
Her yaşayanın tabi olarak karşılaşacağı bazı arızalara rağmen, ilk 23 Nisan’dan beri, bu hakiki siyaset düsturlarının temin ettiği hürriyet, istiklal ve inkişaf içinde yaşıyoruz. Terakki, tekâmül, medeniyet yolunda çalışmamız, hızla ve parlak muvaffakiyet ile devam ediyor.
Henüz, muasır medeniyete erişmemiz uzak olmakla beraber, bütün arzu ve şevkimiz ile onun yolunda yürüyoruz.
Çok şükür, köylerimiz uyanmış, kasabalarımız imar görmüş, çocuklarımız mekteplere yerleşmiştir.
Dört tarafta üniversiteler, âli mektepler açılmış, bentler kurulmuş, fabrika bacaları yükselmiştir.
Yazık çok yazık ki, Atatürk bunları göremedi.
Fakat ne Çare! Vatanperver Gazi’nin candan arzusu, gaye-yi hayatı bir medeni, kuvvetli Türkiye’nin kurulması ve huzur, saadet içinde, hür ve müstakil yaşaması değil mi idi?
İşte bugün o gayeye varılmış, Türkiye, bir faaliyet nuru içinde bu yolda kurulmuş ve yükselmiştir.
İlelebet payidar olsun…!”
1971 yılında 94 yaşına basan Ahmet Ferit, hayat sahnesinde insanlarda müşahede ettiği ıstıraplar fakirlik, hastalık ve ölüm gibi yaygın haller O’nu bir hayli yıpratmıştı.
24 Mart 1971’de altmış üç yıllık hayat arkadaşı Müfide Tek’in vefatı acısından sonra yaşamak da istemedi.
25 Kasım 1971’de, eriyip sönen bir mum gibi ani vefatından sonra, evrakı arasında kızı Emel Esin tarafından bir kâğıt parçasında şu beyitler yazılı bulunmuştur:
Ya Rab, ne eksilirdi derya-yı izzetinden
Peymane-yi vücuda zehrab olmasaydı.
Azade-ser olurdum asib-i derd ü gamdan
Ya dehre gelmeseydim, ya aklım olmasaydı.”
*
Nur içinde yatsın Mekânı cennet olur inşallah.
Bülent Vedat AYDEMİR
Kaynakça:
1- Prof. Dr. Emel Esin “Ahmet Ferit Tek” Türk Kültürü Dergisi Aralık 1971 Sayı: 110 Sayfa: 137-142
2- Prof. Dr Emel Esin “Annem Muharrir Müfide Ferit Tek” 1.Bölüm- Gençlik yılları: Yeni Asya: yıl 2 Sayı; 489 9 Haziran 1971 Sayfa 9, 2.Bölüm- Edebi Faaliyetin Başlangıcı, Yeni Asya Yıl:2 Sayı. 470 10 Haziran 1971 Sayfa: 3, 3 Bölüm- İstiklâl Harbi; Yeni Asya Yıl 2 Sayı: 471 11 Haziran 1971 sayfa:2
3– Yenal Ünal Ahmet Ferit Tek’in Hayatı, Siyasi Faaliyetleri ve Fikirleri., Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türkiye Cumhuriyeti Ana bilim dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2006
4- Erol Akcan- Recep Murat Geçikli, Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, sayı: 12 Temmuz-2017 s: 351-384