KIBRIS, FİLİSTİN, HİNDİSTAN ÜZERİNDEN SURİYE
Hasan Külünk
Kıbrıs, 93 harbi sürecinde İngiltere’ye kiralandı, daha sonra ilhak edildi uzun yıllar süren İngiliz hakimiyetine karşı ada haklının uyanması ve homurdanmaya başlaması üzerine adada bir seri değişim ve yeni bir süreç yaşandı.
Bu sürecin başlangıcında, Rumlar ve Türkler İngilizlere karşı birlikte diklenmeye başlamış olmasına rağmen hızla esen tılsımlı bir rüzgar tarafından kısa sürede Rum-Türk gerginliği/çatışması/ayrışmasına evrilmiştir.
Sonuç olarak adada uluslararası hukukta tescil edilmiş Doğu Akdeniz’i kontrol eden iki askeri üs, tartışmasız İngiltere toprağı olarak teslim edilmiştir. Bunun yanında ayrışan ve çatışan iki halk, Rumlar ve Türkler, hayatlarını gerilim içinde sürdürürken Yunanistan ve Türkiye gibi iki komşu devletinde zaten var olan gelenekselleşmiş düşmanlık ve çatışmalarının devamına yeni gündem ve malzeme sağlamıştır.
Filistin’de de benzer bir senaryo gördük. Osmanlı toprağı olan Filistin İngiltere tarafından işgal edilmiş ve yönetilmeğe başlamıştır. Bir müddet sonra Müslüman ve Hristiyan Araplarla Yahudiler birlikte İngiliz işgaline karşı çıkmaya başlamıştır. İlk itiraz, homurdanma ve çalışmalar birlikte oluşmuştur.
İşte tam bu esnada esen bir tılsımlı rüzgâr, Arap ve yahudi halklar arasındaki farklılık ve gerilimleri öne çıkartarak yeni bir sayfa açılmasını sağlamıştır.
Halen devam eden Arap-Yahudi çatışması hızla şiddetlenirken İngiliz şirketleri gerekli anlaşmalarını yaparak menfaat ve sömürüsü için gerekli hukuki garantileri alarak görünüşte Filistinden çıkmıştır. Çıkmıştır ama Filistinde yükselen feryatlar yetmiş yıldır bütün dünyayı sarmaktadır.
Aynı filmin bir başka versiyonu da Hindistan da karşımıza çıkmaktadır.
1850’li yıllarda HİNDİSTAN TÜRK İMPARATORLUĞU İngiltere tarafından işgal edilip İngiliz milletler topluluğuna bağlanmıştır. Böylece başlayan İngiliz sömürüsü çeşitli evrelerden geçerek, giderek hafiflese de günümüze kadar ulaşmıştır.
Gandhi’nin M. Kemal Paşa’dan ilham alan şanlı direnişi hedefe yaklaştıkça esen tılsımlı rüzgâr İngilizlerin Hindistan müslümanları üzerindeki baskıyı desteğe döndürmüş, müslümanların hızla örgütlenerek üzerlerindeki baskılardan kurtulma gayretlerini arttırmıştır. Muhammet Ali Cinnah yönetimindeki Hint müslümanları Gandhi’nin ağlayan yalvarmalarına rağmen Hindistan’ı bölüp ayrı devletler kurma kararlılığından vazgeçmemişlerdir. Çünkü muhatap oldukları zorlu bir Budist işkence ve baskıları vardır, bu işkence ve yıldırma saldırıları Gandhi’ye rağmen devam ediyor, Gandhi bunlara engel olamıyordu. Sihirli bir el Hindistan halkını Müslüman ve Budist olarak iki düşman kardeş olarak çatıştırıyordu. Birlikte İngiliz emperyallere karşı savaşacaklarına birbirleriyle savaşıyor, üretime sarf edilmesi gereken emekler savaşa harcanıyor, yüzbinlerle ifade edilen ölümler, katliamlar, açlık, kıtlık, salgın hastalıklar. Dram üstüne dram.
Gandhi, Muhammed Ali Cinnah’a aylarca yalvardı. “Müslümanları Hindistan’dan ayırma, kalbimi yerinden sökme” dedi. Cinnah çok düşündü ve Gandhi’ye o tarihi soruyu sordu. “Hindistan’da senden kaç tane var ey yüce gönüllü adam”, dedi. Ve PAKİSTAN kuruldu.
Bütün bu ayrışmanın sosyolojik sebep ve sonuçları ile siyasi sebep ve sonuçları ayrı ayrı incelenmeli ve gerekli dersler sonra üretilmelidir. Cinnah’ı ayrışmaya götüren haklı sebeplerin kimler tarafından üretildiği, bölünmenin İngiliz hakimiyetine neler kazandırdığında gizlidir.
Ve Hindistan bölünüyor İngiliz şirketlerin sömürü ağları anlaşmalar ve gönüllü köleler üzerinden devam ediyor.
Cinnah Pakistan’ı kurtarınca bu görünüşte bir Müslüman devletin doğuşu idi, ama yarım asır sonra baktığımızda görüyoruz ki, koca Hindistan kıtasında İngiliz sömürüsünün devamına hizmet edilmiştir.
Bu olayda büyük dersler vardır. İngiliz sömürdüğü yerleri ahali uyandıkça önce böler sonra yönetmeğe devam eder en sonunda da bir askeri üs ve ticari anlaşma garantileri alıp şeklen terk eder.
Tabiiki bölünme bu kadarla kalmıyor Hint müslümanları çeyrek asır sonra tekrar bölünüyor Bengaldeş doğuyor. Beraberinde yine yüzbinlerle ifade edilen ölümler ve her çeşit acılar, acılar, acılar…
1940 ların Hindistan’ı bugün tek devlet olsaydı 600 milyonu Müslüman 1,5 milyarlık bir süper güç olurdu. Bunu gören küresel emperyal İngiltere 70 yıl öncesinden tedbirini aldı ve gereğini yaptı kendi açısından.
Taktik çok basittir ama anlamamakta direniyor sömürülen dünya…
BÖL-PARÇALA-YÖNET-SÖMÜR
Şimdide sahnede Irak ve bilhassa Suriye’de sürdürülen oyun vardır.
Aktif olarak ABD karargâh ve lojistik olarak İsrail tarafından yürütülen her ülkenin kendi açısından bazı roller aldığı bu senaryoda hedef ülke Türkiye’dir.
ABD ve İsrail Suriye coğrafyasındaki insanları Anadolu’ya sürerek İsrail’in yayılma alanını temizlemekte ve Anadolu’da gelecek 25-50 yıl içinde Türk-Arap çatışması hazırlanmaktadır.
Bir taşla iki kuş yani. Şah Mat çekmekteler. Ya Müslüman kardeşlerinizi, mazlum insanları kabul etmeyecek “ırkçı zalim” olacaksınız, yada kabul edecek gelecek 25-50 yılda kaşıtılıp çatışmaya dönüştürülecek bir büyük “Arap sorunu” bulacaksınız kucağınızda.
İşte böyle iki ucu zehirli bir değnek sunuluyor bizlere, oysa kimse anlamak istemese de hatta gizlemeye çalışsa da üçüncü bir yol vardır ve bu TÜRK YOLUdur.
Türk devlet aklının ürettiği bu çıkış yolu, milletçe hep beraber sarılıp gerçekleştirmemiz gereken tek çıkar yoldur. Bunun dışındaki tüm alternatifler çözüm olmayacağı gibi gelecek yıllarda büyüyerek önümüze gelecek felâket yumaklarıdır.
“Suriye bir an önce sükunete dönmeli ve başta Türkmenler olmak üzere bütün Suriyeliler huzur içinde vatanlarına dönmelidir.”
Evet Suriye’de Türkiye eliyle güç kullanarak sükunet sağlanmalıdır/sağlanacaktır. Bütün Suriyeliler Anadolu’yla sağladıkları güçlü gönül bağının zengini olarak, kendi rızaları ile gözleri ve gönülleri Ankara’ya dönük ve entegre olarak yurtlarına dönmelidirler/döneceklerdir.
Türkiye adım adım bunu yapmalıdır/yapacaktır/yapıyor da. Ama gayet tabiidir ki bu sahnede rol oynayan sadece biz değiliz, herkes kendi yazıyor kendi oynuyor. Türkiye de kendi oyununu en iyi şekilde oynamaya çalışmaktadır.
Bu süreç çok iyi okunmalı, bütün Türk aktörler, başta siyasi iktidarı elinde bulunduranlar olmak üzere, iç politik endişeleri bir kenara bırakarak, ağız birliği etmişçesine aynı istikamet ve politikalara kilitlenmelidir.