SİYASET BİLİMİ VE SİYASET FELSEFESİ -2-
Safter TANIK
Yusuf Has Hacip (1017-1077)
“Kutadgu Bilig” (Kutlu Kılan Bilgi) adlı eserinde; kişi, yönetici ve liderin düşünme-konuşma-tutum-davranış-karar almada dikkate alması gereken kurallar, lider-yöneticide bulunması gerekli özellikler yer alır.
Eserinden Bazı Alıntılar
Bir şey bilirsen konuş, seni âlim sansınlar; bir şey bilmezsen sus, seni bilir sansınlar.
İnsanlar ne kadar az düşünürse, o kadar çok konuşur.
Tamamıyla doğru olsa bile, sert söz insanı yaralar.
Bakacağın yüze, utanılacak söz söyleme. Dil söyler saklanır, baş belaya katlanır.
Söylenecek yerde susmak, susulacak yerde konuşmak, akıl hafifliğini gösterir.
Bir insanın zekâsı, vereceği karşılıklarla değil, soracağı sorulardan anlaşılır.
İstediğini söyleyen, istemediğini işitir.
Söz yaş deriye benzer, nereye çekersen oraya gider.
Dinlemekten akıl, söylemekten pişmanlık doğar.
Ne yumruktan ne kılıçtan iz kalır, insan ölür arkasından söz kalır.
Söze iyi başlayın iyi bitirin, arasını ne ile doldurursanız doldurun.
Cevabını duymak istemediğin soruyu sorma.
İnsanlar sadece söylediklerinden değil, söylemesi gerekirken söylemediklerinden de sorumludur.
Saygısız ağız, anahtarsız açılır.
Konuşmanın zamanını bilmeyen, dinlemenin de zamanını bilmez.
Öfkeli konuş, göreceksin ki pişman olacağın en güzel konuşmayı yapacaksın.
Hangi işe girersen, önce sonunu düşün; sonu düşünülmeyen işler, insana zarar getirir.
Gurur faydasızdır, o insanları kendinden soğutur. Alçak gönüllülük ise insanı yükseltir.
Kara toprak altındaki altın, taştan farksızdır. Oradan çıkınca, beylerin başında tuğ tokası olur!
İyi hareket et, kötülerin zararlarını ortadan kaldır!
Kötülük; değersiz bir şey olduğu için, onu yapan da değersizdir
İnsanın bunca zahmet çekmesi, hep boğazı ve sırtı içindir; mal toplar, yiyemez; öldükten sonra da vebali altında kalır.
İnsan nadir değil, insanlık nadirdir. İnsan az değil, doğruluk azdır.
Akıl bir meşaledir; kör için göz, ölü vücut için can, dilsiz için sözdür.
İkinci Bölüm
Bey, memleket ve kanunu siyaset ile düzene koyar; halk hareketini onun siyasetine bakarak tanzim eder.
Beyler örf ve kanuna nasıl riayet ederlerse, halk da aynı şekilde örf ve kanuna itaat eder.
Halk için; beyin, çok seçkin olması lazımdır (Seçkin; sıradan değil, üstün yeteneklere sahip) .
İnsan, her işe bilgi ile başlar ve akıl ile sona erdirir.
Bey; halkı, bilgi ile elinde tutar; bilgisi olmazsa, aklı hiçbir işe yaramaz.
Bey, takva sahibi ve temiz olmalıdır. Eğer bey; takva sahibi ve temiz kalpli olmazsa, hiçbir vakit temiz ve isabetli hareket edemez.
Bey; her türlü fazileti tam olarak elde etmeli, uygunsuz ve olmayacak işlerden uzak durmalıdır.
Beyin; özü, sözü doğru ve tabiatı güzide olmalıdır.
Bey; hayâ sahibi, yumuşak huylu ve asil tabiatlı olmalıdır.
Bey, adil olmalıdır.
Bey, sabırlı ve sakin olmalıdır.
Bey; tok gözlü olmalı, söz ve hareketinde açık-vazıh davranmalıdır.
Bey, çok ihtiyatlı ve çok da uyanık olmalı; beyler ihmalkâr olursa, bunun cezasını başkaları çeker.
Bey; fesatlık yapmamalıdır, bu hareketi yüzünden ikbal elden gider.
Halk için; beyin, cesur ve kahraman olması iyidir; büyük işleri ancak bu meziyetler ile karşılamak mümkündür.
Nizamülmülk (1018-1092)
Sultan Melikşah’ın isteği üzerine kaleme aldığı “Siyasetname” adlı eserinde; nasihatler, dönemin olayları, Selçuklu Devleti’nin işleyişi, aksaklıklar, alınması gereken tedbirler, kurumlara işlerlik kazandırmak için yapılması gereken düzenlemeler yer alır.
Gazali (1058-1111)
Siyaset hakkındaki görüşleri; Nasihatü’l Mülük (Melikşah’ın oğlu Muhammed Tapar’a hitaben yazdığı nasihatname) dışında, İhya-u Ulumi’d-Din (dinin, fert ve toplum üzerindeki etkileri), El-İktisad fi’l- itikad (Allah’ın zat ve sıfatları, fiilleri, nübüvvet, imamet, din, devlet), El-Münkız Mine’d Dalal (siyaset kavramı), Fedaihu’l Batıniyye (Batını görüşün reddi) adlı eserlerinde geçen bazı bölümlerde yer alır.
Sünni İslam Dünyası siyasetine yön ve şekil vermiş, derinden etkilemiş bir düşünürdür.
O’na göre;
İnsan, sosyal bir varlık olduğundan yalnız yaşayamaz. Neslini devam ettirmek, zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için toplum içinde bulunmak zorundadır. Toplum içinde yaşamak ise; ihtilaf-güvenlik gibi, bir takım problemleri getirir. Bunun için; toplumsal ilişkileri düzenleyecek ve herkese hakkını verecek bir otoriteye, yani devlete ihtiyaç duyulur.
Devlet olmadan; toplumsal ilişkileri düzenlemek, toplumu korumak- savunmak, ihtilafları çözmek, cezaları uygulamak, mali işleri yürütmek gibi dünyevi işleri yerine getirmek mümkün değildir.
Devlet; aynı zamanda, din için de gereklidir.
Din, insan ve toplum hayatının temelini oluşturur. Zira din olmadan, dünya ve ahiret mutluluğu sağlanamaz. Ancak; dinin bu görevi yerine getirebilmesi, devletin dünya düzenini sağlamasına, dini korumasına bağlıdır. Haliyle devlet zayıflar veya ortadan kalkarsa, dinin oturduğu bu temel ortadan kalkar. Zira temeli bulunmayan bina; yıkılmaya, koruyucusu olmayan bir şey de yok olmaya mahkûmdur. Kısaca, din; asıl, devlet onun koruyucusudur.
Âlimler (Ulema); Allah’ın koyduğu hükümleri en iyi bilen kimselerdir, peygamberlerin siyasetinden sonra en öne çıkan siyaset de âlimlerin siyasetidir. Bu nedenle, ulema; dinin devlet ve topluma yansımasında, önemli bir role sahiptir.
Sultan; siyasi iktidarı elinde bulunduran (siyasi otorite), Halife; İslam Birliğini temsil eden ve din işlerini düzenleyen (dini otorite), Ulema ise; bilgi-tecrübesi ile Sultan ve Halifeye yol gösteren bir unsurdur.
Açıklama, Analiz ve Yorum
Düşüncesini;
Esas olan; insanın, dünya ve ahiret mutluluğudur.
Din olmadan; insan, dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşamaz. Bu; bir dünya düzenini gerekli kılar, bunu sağlayacak olan da devlettir.
Din, nasıl ki insan için gerekli ise; toplum, devlet için de gereklidir.
Din, devlet içinde yeri olursa anlamlı olur. Devlet, dine sahip çıkmak ve korumakla süreklilik kazanır.
Yönetim; Sultan (siyasi otorite), Halife (dini otorite) ve Ulema’dan oluşur.
şeklinde özetleyebiliriz.
Düşüncesini açıklamada; fert-toplum-devlet-siyaseti dini temele dayandırır, dini delillerin yanı sıra akli delillere başvurur, Din ve Devleti uzlaştırmaya çalışır.
İdealindeki devlet, din devletidir. Din-Devlet ilişkisinde, din-devlet birlikteliğini savunur.
Önerdiği din-devlet ilişkisi, nasıl bir özellik taşır?
İdealindeki; din ve devletin bir olduğu din-devlet ilişkisidir (din-devlet iç içeliği), Hz Muhammed ve dört halife döneminde olduğu gibi. Ancak; ortaya koyduğu model, devletin etkin olduğu din-devlet ilişkisidir (siyasete bağlı din). Haliyle bu, “teokratik yönetim şeklini” içermez. Bunu da üç neden ile açıklayabiliriz.
Birincisi; Gazali’nin yönetim modelinde, Sultan; hâkim, Halife ve Ulema; tabi iki kurum konumundadır.
İkincisi; Sultanın, meşruiyet için Halifeye başvurması söz konusu olmadığı gibi; Türk devlet idaresi geleneğinden gelen siyasi İktidarın, bunu kabul etmesi de mümkün değildir.
Üçüncüsü; dönemi Halifenin dini-siyasi-toplumsal etkinliğini kaybettiği, felsefi düşüncelerin tartışıldığı, Mutezile ve Maturidi itikadi mezheplerin öne çıktığı, Bâtınilerin terör estirdiği, dini açıdan ayrışma ve bölünmenin had safhaya çıktığı, siyasetin bağımsızlaştığı bir dönemdir.
Amacı nedir?
Bir dini toplum ve din devletini hedefler, bunu gerçekleştirmede de devleti en etkin araç olarak görür.
İslam Birliği için halifeye güç kazandırmayı, toplumu bir din anlayışı etrafında toplamayı, İslam Dünyası’nda birlik-beraberlik sağlamayı amaçlar.
Ne oldu?
Var olan “Ehl-i Sünnet vel Cemaat” düşüncesini formülüze etti, Hanefi-Şafi-Maliki-Hanbeli fıkhi mezhepler ile Eşari-Maturidi itikadi mezhepler “Ehl-i Sünnet” olarak değerlendirildi.
Tasavvuf felsefesine; Sünni bir yorum getirdi, tasavvuf “tarikat” ile kurumsal bir kimlik kazandı.
Tasavvuf felsefesine karşı çıkan Selefilik ile bir ayrışma yaşandı, Şii Doktrini ve bloğu ortaya çıktı.
Şafi fıkhi mezhebine mensup Nizamülmülk’ün başında bulunduğu Nizamiye Medreseleri ile Eşarilik, Büyük Selçuklu Devleti’nin resmi ve en yaygın itikadi mezhebi, yani İslam anlayışı haline geldi.
Din; bireyin inanç-İbadet-ahlak alanından çıktı, Fıkıh İlmi ile birey-toplum-devlet ve düzene biçim verilmeye çalışıldı.
Dini siyaset; Büyük Selçuklu Devleti’ne faydadan çok zarar getirdi, Sultan Melikşah’ın ölümü ardından bir parçalanma ve yıkılış süreci yaşandı.
İbn-i Teymiye (1263-1328)
“ es Siyasetu’ş-Şer’iyye, fi İslahi’r-Rai ve’r Ra’ıyye ve el-Hisbe fi’l İslam” adlı eserleriyle, İslam Dünyası siyasetinde isminden söz ettiren bir düşünürdür.
O’na göre; devlet ahlak ve din temeline dayalı, dini kanunlara bağlı olmalıdır. Ahlak ve din temeline dayanmayan, dini kanunlara bağlı olmayan devlet ise meşru değildir. Ancak; “bir gecelik anarşi, zalim sultanın bin yıllık yönetiminden daha kötüdür” sözü ile ayaklanmaya karşı çıkar, uyarı-nasihati öngörür, devletin varlığını savunur.
İbn-i Haldun ( 1332-1406)
“Mukaddime” adlı eserinde; toplum-devlet ve iktidar kavramlarını bilimsel açıdan ele almış, Karl Marks’tan çok önce toplumları üretim biçimine göre tasnif etmiş, çevre koşullarının insanlar üzerindeki etkilerini açıklamaya çalışmıştır.
O’na göre;
Toplum, işbirliği-dayanışma ihtiyacından doğar. Toplumsal ilişki ise ümranı (kültür) doğurur.
İnsan topluluklarına bakıldığında, bunların birbirinden farklı olduğu görülür. Farklılıkta; göze çarpan şey, geçinme şekil ve tarzının türlüce olmasıdır. Bu da; coğrafi alan, iklim-iktisadi şartlar ve üretim şekli ile ilgilidir.
Biri hadari (yerleşik, kentli, gelişmiş), biri bedevi (göçebe, ilkel), diğeri de yarı yerleşik (ücra kırsal kesimde yerleşik, tarımla uğraşan, gelişim gösterememiş) olmak üzere üç farklı toplum vardır.
Bedevi yaşam tarzı, sadece yaşamı sürdürebilmek için gerekli şeylerin üretilmesi ile sınırlıdır.
Güç, zenginlik, rahatlık isteği göçebe toplumu yerleşik hayata zorlar.
Göçebenin yerleşik hayata geçmesi ile yeni kasaba ve şehirler ortaya çıkar. Asabiyye (bağlılık-aidiyet) bağı güçlü olan devlet kurar, olmayan ise bir devlete tabi olur.
Bedevide; Asabiyye (aidiyet ve bağlılık) bağı, hadariye (kentli) oranla çok daha güçlüdür. Zorlu yaşam ortamından gelmesi-güçlü kan bağı; O’nu, kentli karşısında baskın kılar.
Devletler; insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Fetih-kuruluş, hükümdarın iktidarı tekeline alması, ekonomik refah-kültürel gelişme, doyum-tatmin-kendini beğenme, sefahat-israf-çöküş olmak üzere 5 dönemi yaşar.
Birinci dönem; göçebe toplumun askeri güç ile yerleşik toplumdan iktidarı aldığı, kan bağından kaynaklanan asabiyyenin güçlü olduğu, hükümdarın kraldan çok şef gibi hareket ettiği bir dönemdir.
İkinci dönem; hükümdarın iktidarı tekeline almaya başladığı, kendisini iktidara taşıyanlar ile doğal dayanışmayı tasfiye ettiği, yerini paralı asker-bürokrat-danışmanların aldığı, hanedan-din bağının öne çıktığı bir dönemdir.
Üçüncü dönem; ekonomik-kültürel gelişimim olduğu, refahın arttığı ve her kesimin bundan pay aldığı bir dönemdir.
Dördüncü dönem; ekonomik-kültürel gelişimin durduğu, değişimin yıkım kabul edildiği, refahın ebediyen devam edeceğine inanıldığı bir dönemdir.
Beşinci dönem; hükümdarın keyfi yönetime başvurduğu, etrafını yalaka-dalkavukların sardığı, otoritesini sürdürebilmek için asker ve bürokrasiye ihtiyaç duyduğu, halkın vergilerle ezildiği, mali-ekonomik çöküşün yaşandığı, başına buyruk askerler ile yöneticilerin ortaya çıktığı, toplumsal aidiyet-bağlılığın kalmadığı, asabiyye bağı güçlü-genç-sağlıklı bir topluluk devleti tarafından ele geçirildiği, yeni devletin kurulduğu bir dönemdir.
Toplum ve devlet; farklı anlam, alan ve kanunları olan kavramlardır.
Toplum; insanların doğa ile mücadelede bir araya gelmesinden oluşurken, devlet; insanı hemcinslerinin saldırı-zulmünden korumak için oluşturulan bir şeydir. Zira insanlar; hemcinslerinin tacizinden korunmak için, bir yasakçıya ihtiyaç duyar ve onun otoritesine boyun eğer.
Toplum ve devlet doğal bir şeydir, tüm toplulukları kapsar. Tanrı buyruğu olmadığı gibi, tek tanrılı dinlere mahsus bir şey de değildir. Zira Ehl-i Kitap sahibi olmayan birçok kavmin devlet kurması, bunu gösterir. Bunun için; peygamberlikle hükümdarlık arasında, hiçbir mantıki zorunlu bir ilişki yoktur.
Akli, medeni, dini olmak üzere üç tür siyaset vardır. Filozofların ideal devleti, gerçekle ilişkisi yoktur.
Analiz ve Yorum
Toplum, devlet, iktidar, siyaset, din kavramlarını bilimsel açıdan ele alır; bunların farklı kaynağı-tanımı-alanı-kanunları olduğunu söyler.
Bundan; din-siyaset ayrımı mantığı çıksa da, İslam Dünyası için dini siyaset ve hilafeti savunur. Bu da; o günün İslam Dünyası’nda geçerli, siyaset anlayışı ile ilgilidir.
Mukaddime; son dönem Osmanlı aydınının, ilgi duyduğu bir kitap oldu. Ancak; Sultan Abdülhamit tarafından, Şeriata aykırı bulunarak yayınlanması ve okunması yasaklandı.
Toplum-devlet-iktidar kavramlarına getirdiği bilimsel açıklamalar ile sosyolojinin kurucusu, modern siyasetin öncülerinden biri olarak kabul edilir.
DEVAM EDECEK