Ali BADEMCİ
alibademci@gmail.com
Bunalım aşılmış mıydı, elbette aşılmamışitı; Erdoğan’ın Başbakanlığını hazmedemiyen zinde ve derin güçler en az Gül kadar AK Partili birinin Cumhurbaşkanı olmasını kesin olarak istemiyordu. O sebeble sık sık aba altında sopa gösterilirken, açık veya gizli e-muhtıralar da ortalıkta dolaşıyordu. Devlet idaresini eline alan Akparti ABD. ve Avrupa’da daha evvel başlattığı itibar arayışlarına devam ediyordu. Bu girişimler ne kadar başarılı olabilirdi? Batı siyaseti yüz yıl, belki de yüzyıllardan beri kaypak zeminlerde seyrediyordu. Esasında Batı Bloku diye adlandırılan ABD-Avrupa’nin İslâm ve Türkiye’ye bakışında Haçlılık ruhunun dışında bir şey yoktu! Batı Tükiye’yi de diğer İslâm ülkeleri gibi bir eyalet olarak görüyor ve katiyyen bu konumun değişmesini istemiyordu
TÜRKİYE SİYASETİ ÜZERİNE III
DSP-ANAP-MHP tarafından kurulan ve üç buçuk yıl süren cumhuriyet tarihimizin son koalisyonu, 57. Hükümet gerek teşkilinde gerekse icraatında sonradan arkasında birçok tartışmalar bırakmıştı. Özal gibi bir proje miydi, bu hususta ciddî çalışmalar ne yazık ki yoktur! Bülent Ecevit’in şahsında düğümlenen İslâmcılık karşıtı siyâset ve söylemler bir tepki hareketi oluşturduğuna bakılırsa 21. yüzyıl Türkiye siyasetinin şekillenmesinin hızlandırıldığı söylenebilir. Ana-Sol-D diye adlandırlan 55.Hükümet 18.Nisan.1999 seçimleri ile bitmiş, 57. Hükümet, yani DSP-ANAP-MHP. Koalisyonu 28 Mayıs 1999’da Bülent Ecevit Başbakanlığında kurulmuş, diğer partilerin Genel Başkanları Başbakan Yardımcısı olmuştu. DSP’nin 136,MHP’nin 129,ANAP’ın da 86 milletvekili bulunuyordu. Buna karşılık Fazilet Partisi 111 vekil ile anamuhalefet, Doğruyol Partisi ise 85 sandalye almıştı.
İlk kriz yemin töreninde yaşandı Bülent Ecevit FP. milletvekili Merve Kavakçı’yı baş örtüsü sebebiyle şert bir dille eleştirdi ve Meclis’i terketmesini istedi. 29 Haziran 1999 günü Kenya’da paketlenen Abdullah Öcalan Türk istihbaratına teslim edildi.17 Ağustos 1999’da Adapazarı orijinli büyük deprem olayı meydana geldi. Hepsinden önemlisi Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer 19 Şubat 2001günü Milli Güvenlik Kurulu toplantısında Başbakan Bülent Ecevit’e Anayasa kitapçığını fırlattı. Ekonomi çok kötü durumdaydı, o sebeble Başbakan Ecevit 1973’de beraber çalıştığı Dünya Bankası Müdür Yardımcısı Kemal Derviş’i Mart 2001’de ekonominin başına gecirdi. İşte kısaca özetlenen 57.Koalisyon Hükümeti zamanında ortaya çıkan ve çok önemli olan siyasi sorunlar. Şimdi bunları biraz açalım.
Şunu peşinen kabul edelim ki 20.yüzyıl sonunda değişen dünyaya karşı Türkiye hâlâ bir Amerikan sömürgesi durumundaydı. ABD Türkiye’de “Ilımlı İslâm” istiyordu ve yıllardan beri bunun bilimsel ve siyasi alt yapısı hazırlanmıştı. O yıllarda Türkiye’de birçok aydının Gülen Hareketi’nin ABD ile ilişkilerinde derin şüpheleri vardı. Fakat ABD’nin arkasında her zaman hazır duran Avrupa bile Gülen’i “Medeniyetler Barşı”nın elçisi olarak benimsedi. O zamanlar Gülen’in Türkiye’de herkes ile münsâbeti iyi idi ve âdeta paylaşılamayan bir “Müceddid” konumundaydı. Türkiye yayın dünyasında Zaman Gurubu altın devrini yaşıyordu! Birçok sol ve sağ aydın Yazar Birliği çatiısı altında âdeta Gülen’in emrindeydi! Öyle ki muhalafet Fazilet Partisi de iktidarın başı Başbakan Ecevit te derin sempati içindeydi. Artık kilitlenlenmş sol duygular bile açılmış, Gülen vasıtası ile İslâm ile tanışıyordu. İlginçtir ki Fethullah Gülen Nisan 1999 seçimlerini görmeden herhalde aldığı işaret üzerine Mart 1999’da ABD’ye gitti bir daha da geri dönmedi.
Şartlar ne olursa olsun Fazilet Partisi’ne Başbakan’ın hücumları bu pari içinde kendini gösteren İslâmi harekete bir hayli ivme kazandırdı. Zaten ABD’nin istediği de buydu ve Gülen Hareketi her türlü bu işin içinde ve kuvvetle arkasındaydı. O sebeble Merve Kavakçı olayı Koalisyon iktidarında çok önemli bir siyasi hadisedir. Abdullah Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesi ise milliyetçilerin önüne atılmış bir yem, belki de en önemli tuzaktı. ABD MHP’yi yanına almak ve Ecevit’in olası eski tavırlarını frenlemek istiyordu. Burada hesap tutmadı, Bahçeli’nin kulağına üflenenler ileride belki erken seçimi tetikledi, ama o Ecevit’e bağlı kalmayı ve saygısını sürdürdü. Rahşan’ın olumsuz tutumları bile Bahçeli’ye geri adım attırmadı. Hükümet’in kuruluşu olmasa da Öcalan’ın teslimi gerçek bir projeydi. ABD’nin dayatması, Avrupa’nın bastırması ve Ecevit’in iknası ile idam kaldırıldı ve APO’nun cezası müebbede çevrildi. DSP’nin bu siyasi olayda kaybı yoktu, fakat MHP hâlâ eleştirilmektedir. O sebeble ilk seçimde de parlemanto dışında kaldı.
Diğer bir önemli olay elbette ekonomi idi ve Deprem de işin tuzu biberi olmuş, devlet harcamaları artmıştı. Kemal Dervis’in başında bulunduğu ekonomik programın kısa vadade sonuç vermesi elbette mümkün değildi. Ayrıca ekonomi mutlak surette devlette istismarların önlenmesi ve hırsızlıkların engellenmesiydi. Bu hususta Bülent Ecevit’in eski koalisyonlardan gelen devlet tecrübesı vardı, lâkin kendi partisinde Hüsamettin Özkan’a gücü yetmedi, Mesut Yılmaz’ı iyi tanıyordu, fakat MHP’nin istismar düzenine bu kadar çabuk kayacağını düşünmemişti. İlk pis kokular MHP’li Bayındırlık Bakanı Koray Aydın’dan geliyordu! Deprem dolayısiyle harcanan paralar hâlâ tartışma konusudur. Bu bakanlıkta dönen ihâle komisyonlarına karşı ne yazık ki Devlet Bahçeli de duyarsız kaldı! Hüsamettin Özkan ve Mesut Yılmaz bankaları iflâsta götürdü ve ekonomi karaya oturdu; erken seçim tartışmaları başladı; Devlet Bahçeli beklenmedik bir zaman ve mekânda bulunduğu Çin’den yönetimine bile danışma ihtiyacı duymadan “Erken Seçim” dedi!
Asıl ABD projesi Bahçeli’nin “Erken Seçim” çıkışı idi; tezgâh Bahçeli’nin ABD seyehatında kurulmuş ve CIA. direktifleri ona ABD’li komutanlar aracılığı ile iletilmişti. Devlet Bahçeli kendi halinde bir akademisyen ve siyasette tecrübesi olmayan birisiydi. Onun yerinde başka bir ülkücü olsaydı ne olurdu, sorusu düşündürücüdür! Çünkü ülkücüler daha başından beri siyaset denildiği zaman câmiadaki fasit daire içinde dâima iç siyaset, yani particiliği anlamışlardır. Az çok bu işlerin farkında olanlar zaten Türkeş Bey zamanında yakın durmamışlar kendilerini dâima mevcut rejimin akıl hocaları olarak görmüşlerdir. Devklet Bahçeli o yetişkinlerden yardım istedi mi, buna da ihtimal vermiyoruz! Çünkü iktidar gururu ve kibiri her zaman devlet adamlarını yanlış yollara götümüştür! Devlete taşınanlar hep yabancı oyunları ile tezgâhlandığı için iktidar edenler yakınlarında duranlar yerine o gücün kaynağı dış odaklara itibar ederler. Kesin olarak emin olmak gereklidir ki Bahçeli de böyle bir oyuna geldi ve sonradan dar çerçevede ifâde etmekle berber “Beni ABD’li komutanlar oyuna getirdi” dedi. Bu hususu zamanın Başkanlık divanı üyeleri pekâla bilmekte ve sorulduğunda doğrulmaktadır. İlginçtir ki onlar da zaman içinde MHP’den tasfiye edildi ve susmayı tercih ettiler.
İktidar ortağı MHP usulsüzlükler karşında dirayetsiz, siyaset girdabında yetersiz kalarak Ülkücüler’in alternatif olma durumunu kaybettirdiler. Bahçeli yeni seçimlerin arifesinde parti içinde anlamsız tasfiyelere gitti! Yüzünde kara leke bulunanları aklanmış kabul ederek yanına aldığı halde yarasız insanları çember dışına çıkardı. Elbette siyasi İslâm’ın tek freni ülkücülerdi. Bu fren gün geçtikçe boşaldı ve ülkücü siyaset alanında Gülen de sol da cirit atmaya başladı, işte bugün “Ulusalcılar” diye adlandırılan eski istihbarat projesi kuvvetle ortaya çıktı. Bunlardaki anlamsız din düşmanlığı elbette Gülen hareketine yaradı ve birçok ülkücü aydın kendini Zaman sütünlarında buldu. Devlet Bahçeli’nin Gülen’e Başbakanı Ecevit kadar da olsa yakınılığı ve muhabbeti yoktu, bunu yaşadık, gördük ve camianın içinde bulunduğumuz için yakınen de idrakindeyiz!
Bahçeli “Erken Seçim” dediği zaman Fazilet Partisi, Tayyip Erdoğan Genel Başkanlığı’nda Akparti’ye dönüşmüştü. 3 Kasım 2002 seçimlerinde yeni oluşum Akparti %34.42 ile 365 vekil çıkararak tek başına iktidara geldi, CHP.177 milletvekili ile patlemantoya giren tek muhalafet partisi oldu.Diğer partiler meclis dışında kaldı. İlginçtir ki Tayyip Erdoğan’ın aday olması engellenmiş ve milletvekili seçilememişti. Elde edilen olağanüstü başarı için ABD’ye dâvet edildi ve âdeta devlet başkanları gibi karşılandı. Türkiye’de hükümranlık hakları olduğunu düşünen ABD elde edilen sonuç karşısında afallamış, “Ilımlı İslâm”a yol vereyim derken bambaşka bir manzara ortaya çıkmıştı. Erdoğan için bir formül bulundu ve CHP’nin yardımı ile 9 Mart 2003 günü tekrarlanan Siirt seçimlerinde 3 vekilin tamamını Akparti kazanarak ona başbakanlık yolu açıldı; Kasım seçimleri ile Başbakan olan Abdullah Gül makamı partinin gerçek liderine devretti.
Tayyip Erdoğan Başbakan olmuş devletle tanışmıştı, Abdullah Gül artık ikinci plânda idi! Eski alışkanlıklardan kurtulamayan zinde güçler gerek Gül ve gerekse Erdoğan’a yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmamaları baskılarını artırdılar.27 Ağustoş 2007’de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in süresi doluyordu. Akparti’nin kendi adayını seçtirecek parlamento çoğunluğu vardı, fakat gerek açık gerekse geri plânda e-muhtıralar 20007’ye damgasını vurdu. En büyük müteharrik unsur 10.Cumhurbaşkanı Necdet Sezer’di; elbette zinde güçlerin arkasında her müdahalede olduğu gibi yine CHP vardı.
Akparti 2002 seçimleri ile iktidar olmuştu, evvelce de ifade edldiği gibi elbette Cumhurbaşkanı seçecek sayısı da vardı, lâkin meclis açılması için 2/3 366 şartı diretildi. Tartışmalar ülkeyi tam bir bunalım ortamına götürüyordu, çıkış yolu erken seçimdi ve 22 Temmuz 2007 gününe erken seçim kararı alındı. Temmuz seçimlerinde sürpriz sayılabilecek sonuçlar ortaya çıktı. Herşeyden evvel 17 bağımsız vardı ve bunların başında Muhsin Yazıcıoğlu geliyordu. MHP 71 vekil ile parlemantoya girmiş, Akparti 341’e CHP ise 112’ye düşmüştü. Anlaşılan odur ki imdada yeni aritmetik yetişmiş ve meclin açılması için 366 sayısı MHP ve Yazıoğlu’nun katılımı ile aşılmıştı. Seçim sonucu belli idi Kayseri Milletvekili Abdullah Gül 28 Ağustos 2007 günü 339 oyla 11.Cumhurbaşkanı seçildi.
Bunalım aşılmış mıydı, elbette aşılmamıştı; Erdoğan’ın Başbakanlığını hazmedemiyen zinde ve derin güçler en az Gül kadar AK partili birinin Cumhurbaşkanı olmasını kesin olarak istemiyordu. O sebeble sık sık aba altında sopa gösterilirken, açık veya gizli e-muhtıralar da ortalıkta dolaşıyordu. Devlet idaresini eline alan Akparti ABD. ve Avrupa’da daha evvel başlattığı itibar arayışlarına devam ediyordu. Bu girişimler ne kadar başarılı olabilirdi? Batı siyaseti yüz yıl, belki de yüzyıllardan beri kaypak zeminlerde seyrediyordu. Esasında Batı Bloku diye adlandırılan ABD-Avrupa’nin İslâm ve Türkiye’ye bakışında Haçlılık ruhunun dışında bir şey yoktu! Batı Tükiye’yi de diğer İslâm ülkeleri gibi bir eyalet olarak görüyor ve katiyyen bu konumun değişmesini istemiyordu. (Devem Edecek)
Muhabbetle.