İKTİSATTA GÜÇ BİRLİĞİ
A. Yılmaz Soyyer
Ülkemizde şirket kurma ve ortaklık yapma girişimleri son derecede yetersiz görünmektedir. İnsanlar küçük sermayeleri ve emekleriyle iş yapmaya çalışmakta, bunları birleştirerek orta ölçekli kuruluşlar haline gelmekten korkmaktadırlar. Konuştuğumuz küçük esnaf birbirlerine güvenemediğinden böyle teşebbüslere tevessül etmediğini söylemektedir. Şirketler ise daha ziyade küçük aile teşebbüsleri olarak kalmakta, bunların çoğu kurucunun ölmesiyle çıkan miras kavgaları sonucunda batmaktadır. Toplum olarak lafta birbirimize çok güvenen, gerçeklikte ise birbirimizden korkan bir halde olduğumuz doğrudur. Bunun en önemli sevk edicisi ise noter ve avukatlarla beraber hareket edememizdir. Mesela Ahmet, Hasan’a şirket kurmayı önerir, Hasan önce bir avukat utalım sonra işlemlere onun nezaretinde başlayalım derse Mehmet hemen “ne yani bana güvenmiyor musun?” diyecektir. Evvelemirde bu anlayışın değişmesi gerekir. Kurulacak şirkette sermayeden ilk ayrılacak pay bir avukata danışma ve onun nezaretinde işlem yapma payı olmalıdır. İstanbul, İzmir gibi büyük şehirlerde bu anlayış yerleşmeye başlamışsa da Anadolu’da hâlâ eski “güven” sözleşmesi sonucunda işlemlerin yapıldığı görülmektedir.
İnsanoğlu şuuraltında yaşanan bir hasleti sebebiyle şüphecidir. Toplum arasında “şeytan teferruatta gizlidir” sözü gereği insanlar genel meselelerde uzlaşsalar da ayrıntılarda başlayan şüphelere teslim olabilmektedirler. Bunu aşabilmenin yolu “sana güvenim hukuki bakımdan anlaşmamızı tam yapmakla pekişecektir” şeklinde olmalıdır. Şirketin payları akrabalık ilişkileri çerçevesinde değil sermaye ve emek katkısının miktarıyla tespit edilmelidir.
Milletimizin kurduğu şirketler veya açtığı işletmelerde yaptığı en mühim hatalardan bir diğeri ise aklıyla değil gözleriyle düşünmesidir. Maalesef insanlarımız çok işleyen dönercinin karşısına ikincisini, çok iyi iş yapan telefon satıcısının yanına diğerini kurar. Buradaki mantık “o çok satıyorsa ben de satarım” şeklindedir. Oysa tam tersinin düşünülmesi mevcut olmayan konudaki iş yerlerinin açılması önemlidir. Bu durum çiftçiler için de geçerlidir. Bir sene domates çok iyi fiyata satılmışsa herkes domates ekmektedir. Hiç kimse domates eken komşusunun karşısına biber ekerek dengelemede bulunmayı düşünmemektedir.
Ziraat konusunda yapılan yanlışlar ekilen ürün türlerinde de sürmektedir. Örnek verirsek starking elma yıllardan beri “halkın damak tadı bu” kabulüyle devam etmekte yeni cinslerle rekabet düşünülmemektedir. Oysa tanıtıp yapılarak halka yeni ağız tadları sunmak çok yakın bir gelecekte dahî kazancın artımını beraberinde getirecektir. Burada reklamın, daha doğrusu halkla ilişkiler girişiminin önemi mühimdir. Bu da çiftçinin şirketleşmesi ya da kooperatifçiliğin sağlam temellere oturtularak yaygınlaşmasıyla olur. Hem mahalli ya da ana akım medyaya tanıtım filmleri yayınlatmak hem de tarımda modern araçları kullanabilmek ya da nakliyeyi ucuzlatmak güç birliğiyle mümkündür.
Devlete düşen ise büyük sermayenin orta ölçekli kuruluşları ezmesini önleyecek tedbirleri almasıdır. Haddinden fazla büyüyen her işletme kapitalizmin temel anlayışından dolayı zalimleşir. Bırakın küçük işletmeleri ezmemeyi birbirleriyle dahi gayri ahlaki bir savaş içine girerler. Burada devlet hiç değilse tarım ve hayvancılık alanında dev şirketlerin daha da devleşmesini önleyecek tedbirler almalıdır. Tarımın yanı sıra turistik eşya ve el sanatları da aynı anlayışla geliştirilmelidir. Bilhassa turistik yörelerimizde insanlara sunulacak el yapımı hediyelik eşya çok önemlidir. Bu tür sanatkarlardan devlet ya hiç vergi almamalı ya da çok az bir vergi alarak güzel sanatların gelişmesinde rol oynamalıdır.
Kısacası birlikten kuvvet doğar atasözümüz üzerine çok düşünmemiz gerekmektedir.