Bülent Vedat AYDEMİR
Zulüm kelimesi Türk Dil Kurumu’nun Büyük Türkçe Sözlüğünde“Güçlü bir kimsenin yasaya veya vicdana aykırı olarak başkasını uğrattığı kötü durum, kıygı, eziyet, cefa” olarak tanımlanır.
Bazı dil bilimcileri de zulüm kelimesini haksızlık, eziyet, işkence, bir hakkı kendi yerinden başka bir yere koymak, bir kişiye ısrarlı olarak kötü davranmak, baskı kullanmak, adaletsizlik yapmak, haddi aşmak, söz ve fiilde aşırı gitmek olarak tanımlamışlardır.
İslâm Ansiklopedisine göre; İslâm ahlâk literatüründe zulüm konusu genellikle adaletle birlikte biri ahlâkî erdemler ve erdemsizlikler, diğeri siyaset ve hukuk bağlamında olmak üzere iki yönden ele alınır.
İslâm ahlâk literatüründe zulmü siyaset ve hukuk bağlamında ele alanların başında Fârâbî gelir.
Fârâbî; İlki ülkedeki güvenlik, maddî varlık, itibar, mevki gibi imkân ve fırsatların bireyler arasında ehliyet ölçülerine göre paylaştırılmasına; diğeri bunların korunmasına yönelik iki türlü adaletten bahseder. Bu imkânların gerekenden eksik verilmesinin bireye zulüm, zararı sonuçta topluma yansıyacağından bireye yapılan zulmün de topluma zulüm sayılabileceğini belirtir.
Farabî; “Bir kimseye ait hakkın, rızası hilâfına veya eşit değerde karşılığı verilmeden elinden alınması, yine birinin kendine veya başkalarına ait bir hakkı toplumun aleyhine kullanması zulümdür, dolayısıyla devlet tarafından engellenmelidir.”( İslâm Ansiklopedisi) diyerek zulmün toplumsal boyutlarını yüzyıllar öncesinden açıklamaya çalışır.
Zulüm, aslında: haksız muamele, adaletten ayrılma anlamına gelir.
Dince haram kılınan hususlardan biri olması niteliğiyle zulüm, toplumun da hoş görmediği ve insan haklarının çiğnenmesini temsil eden bir işlem olarak birçok zararı görülen kötü ve yasak, insanlığa musallat bir belâyı temsil eder.
İmam Maturidi ; Allah’ın zulmü haram kıldığını, zulüm işleyenlerin de günaha gireceklerini belirtir.
Türk dinî düşüncesinin köklerini derleyen, oluşturup işleyen ve sistematik hale getiren İmam Mâturîdi’ye göre dinin ve aklın ortak ve temel amacı adaleti sağlamak, zulmü ortadan kaldırmak, fert ve toplumun yararına olanı gerçekleştirmek, zararına olacak şeyleri ortadan kaldırmaktır.
Mâturîdî’ye göre, insan, duyuları vasıtasıyla kendisini ahlakiliğe davet eden bilgilere ulaşıp bu yönde bir zihni faaliyeti başlattığında adalete uygun davranmakta, aksi halde ise, duyular kendileriyle bilgiye ulaşma imkânından yoksun bırakıldığından zulüm fiili işlenmekte ve zulüm eden de “zâlim” niteliğini yüklenmektedir.
Maturidi “Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz.
Çünkü Allah, adaletli olanları sever,” ayetini (Mümtehine Suresi 8. Ayet)
“Muhtemeldir ki bu ayette nehy edilmeyen şey doğruluktur. Doğruluk ise adalettir.” diye yorumlarken; Maide 8. ayete işaretle “ayet, düşmanlık mekânında bile adaletin terkini helal görmüyor” diyerek, bırakın kendi topluluğunuzdan insanları, düşmanlarla bile ilişkilerde adalet ve doğruluğun vazgeçilmez prensipler olduğunu vurgulamaktadır.
Selçuklu Hakanı Tuğrul Bey zamanında Abbasi Halifesi Kāim-Biemrillâh tarafından “AKDA’L-KUDÂT” (İslâm devletlerinde yargı sisteminin başında bulunan görevliye verilen unvan.) ilan edilen Mâverdî’ye göre “gerek dış dünyada gerekse insanların vicdanlarında adaletsizliğin meydana getireceği tahribatın yıkıcılığı başka hiçbir olumsuzlukla kıyaslanamayacak kadar büyüktür.”
Nerede bir kötülük varsa onun ortaya çıkmasında adaletten sapmanın mutlaka bir payı bulunur. Özellikle yöneticilerin halka zulmetmesi ülkenin varlığını tehlikeye sokacak bir kötülüktür. Sosyal huzursuzlukları zulüm ve baskıyla önlemeye kalkışmanın aldatıcı bir çözüm yolu olduğunu söyleyen Mâverdî’ye göre, “halkına zulmeden devlet onun güvenini, dolayısıyla kendi meşruiyet zeminini kaybedeceğinden artık bir baskı yönetimi ve yıkıcı güç haline gelir”. (İslâm Ansiklopedisi)
Ünlü Türk düşünürü ve tasavvufçusuAhmed Yesevî’nin düşünce dünyasında âlim ve lider pozisyonunu işgal eden kişilerin güzel ahlâk sahibi olmaları, tutarlı olmaları, ilmiyle amil ve adaletli olmaları da oldukça önemlidir:
Yesevi 53 No’lu hikmetinde bizlere şöyle seslenir:
Molla, müftü olanlar, yanlış fetva verenler
Akı kara eyleyenler o cehenneme girmişler.
Kadı, imam olanlar, haksız dava eyleyenler
O eşek gibi olarak yük altında kalmışlar.
Haram yiyen hâkimler, rüşvet alıp yiyenler
Kendi parmağını dişleyip korkup durup kalmışlar.
Tatlı tatlı yiyenler, türlü türlü giyenler,
Altın tahta oturanlar toprak altında kalmışlar.
Başka bir yerde aynı konuda şöyle der:
Âmil olan âlimler, yola giren asiler,
Öyle âlim yerini Dâru’s-selâm’da gördüm.
Kadı olan âlimler, para-rüşvet yiyenler,
Öyle kadı yerini Sakar ateşinde gördüm.
Müftü olan âlimler, haksız fetva verenler,
Öyle müftü yerini Sırat köprüsünde gördüm.
Zalim olup zulmeden, yetim gönlünü ağrıtan,
Kara yüzlü mahşerde, kolunu arkada gördüm.
Ünlü Türk siyasetnamesi Kutadgu Bilig’in müellifi Türkistanlı Yusuf Has Hacib, eserinin XXVIII bölümünde;
(Beyliğe layık Bey hakkında; 1921-2180 no’lu beyitler)
Hükümdar Kün-Toğdı Öğdülmiş’e bunun üzerine şöyle dedi : — Sormak istediğim şey işte şudur.
Bir olan Tanrı insanoğlunu yarattı; bunlar arasında büyük var, küçük var; kötü ve iyi adlı olanları var.
Bilgili, bilgisiz, fakir ve zengin var; akıllı, akılsız ve küstah var. İyi söyle,
Beyin nasıl olması gerek ki, o bunların başına geçsin, işini görsün, nam ve şöhreti dünyaya yayılsın.
Memleketi düzene girsin, halk zenginleşsin; göçtüğü zamanda, iyi nâm bıraksın. (B:1921-1925)
Öğdülmiş hükümdar Kün-Toğdı’ya şu cevabı verir;
Bey iki şey ile kendi beyliğini bozar, eğri yola girer ve doğru yoldan şaşar.
Bunlardan biri zulüm, biri ihmalkârlıktır; bu ikisi ile bey memleketini harap eder.
Beyler ihmalkâr olurlarsa, işlerini başaramazlar; bey iyice bilmelidir ki, ihmalkârlık ederse, beyliği devam edemez.
Zalim adam üzün müddet beyliğe sahip olamaz; zalimin zulmüne halk uzun müddet dayanamaz.
Bilgili bunu nasıl ifade eder, dinle; zalim memleketine uzun müddet hüküm edemez.
Zulüm yanar ateştir, yaklaşanı yakar; kanun— sudur; akarsa, nimet yetişir.
Ey hakîm, memlekette uzun müddet hüküm sürmek istersen, kanunu doğru yürütmeli ve halkı korumalısın.
Kanun ile ülke genişler ve dünya düzene girer; zulüm ile ülke eksilir ve dünya bozulur.
Zâlim zulmü ile birçok sarayları harap etmiş ve sonunda kendisi açlıktan ölmüştür. (B:2023-2035) (Kutadgu Bilig R. Rahmeti Arat -Çeviri- TTK Yayınları-1974 s:146-154)
Sonuç olarak
Zulmün olduğu yerde adalet, adaletin olduğu yerde de zulüm olmaz.
Zira ZULÜM yanar ateştir, yaklaşanı yakar; ADALET ise sudur; akarsa, nimet yetişir.
Adalet her zaman ve her yerde hepimize lazımdır.