Ali BADEMCİ
alibademci@gmail.com
İSLÂMOFOBYA
“İslâmofobi” deyimi geçen asrın sonlarından itibaren batı sosyolji literatürüne girmiş, yeni bir deyimdir. ”İslâm Karşıtlığı” anlamına gelen deyime bir de “Fobi” eklenmiştir ki, normal şartlarda korkulmayacak belli bir durum ya da nesne karşısında ortaya çıkan olağan dışı korku hâlini anlatmaktadır. Amerikalı siyaset bilimci S.Huntingon’un “Medeniyetler Çatışması” adını verdiği, Hiristiyan ülkelerde görülen veya hissedilen endişeli durumu aksettirmektedir. Doğrusu işin bu tarzı abartılı bir vehimdir; fakat “11 Eylül Saldırıları” ve “el-Kaide”den sonra vehim, yerini korku ve endişeye bırakmış, âdeta deyimin arkasına başka şeyler gizlenmiştir. O nedir; acaba gerçekten batı veya Hiristiyan toplumlarda gerçekten böyle bir şey var mıdır, yoksa belli bir algı mı yayılmak istenmektedir! Polonya’lı Amerikan bilim adamı Zbigniew Berzezinski’ye göre ABD ve Batı’nın telâşı, mevcut düzenin kendisini koruyucu, küresel siyasî ve askerî bir güce ihtiyaç duymasından başka birşey değildir. II.Dünya Savaşı’ndan evvel Batı’da oluşan “Yahudi Düşmanlığı” (Antisemitizm)’in yerini günümüzde “İslâmofobi” almıştır. Elbette Hitler’in Yahudi düşmanlığı da bir takım yapay iddialardan oluşuyordu. O sebeble antisemitzm gibi “İslâm Düşmanlığı”nın da altında yatan “Irkçılık”(Racism)’dir. Akademik lisanda abartılı, yapay, dikkatleri başka yöne aktarmak için “Önyargı” deyimi sıkça kullanılmaktadır. Meseleye bu yönden bakarsak “İslâmofobi”nin iki boyutunu hemen farkederiz. Yani tutum, kanaat ve davranışlarda görünür hâle gelen ilk boyut ve bu görünür olguları besleyen tarihi ve kültürel kaynakların şekillendirdiği önyargılar veya basmakalıp yargıların ortaya çıkardığı ikinci boyut olarak düşünülebilir.
Muhtelif düşünürler “İslâmofobi” deyimine kavramsal boyuttta tanımlar getirmişlerdir. Günümüzde Georgetown Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve İslâm Teolojisi dallarında uzman olan John L. Esposito, “Kanaatimce temel anlamda İslâmofobi, Müslümanların din hürriyetini, sivil özgürlüklerini ve insan haklarını ihlâl eden ve sıklıkla da ayrımcılığa, önyargılara ve nefret suçlarına ya yol açan, ya da bunların oluşmasını tahrik eden söz ve eylemlerdir.” demektedir. Yine zamanımız bilim adamı Amerika İslâmi hareket kurucularından akademisyan, Turkish Daily ve Turkey Agenda dergileri köşe yazarı Hatem Bazian “İslâmofobi” kavramına dair şu görüşleri paylaşmıştır: ”İslâmofobi mevcut Avrupa-mezkezli, post-kolonyal ve oryantalist global güç yapısı tarafından geliştirilen yapay bir korku ya da önyargıdır. İslâmofobi gerçek ya da algılanan Müslüman tehdidine yöneltilerek bir yandan mevcut ekonomik, politik, sosyal ve kültürel ilişkilerdeki eşitsizliklerin korunması ve ilerletilmesi diğer yandan da hedef kitlelerde (Müslümanya da değil) ‘medeniyet rehabilitasyonunu’ sağlayacak bir araç olarak şiddet kullanımını raysonalize etmek amaçlanır. İslamofobi kaynak dağılımındaki eşitsizlikleri muhafaza edip daha ileriye taşıyan bir global ırk yapısını tekrar ortaya koyar ve teyit eder. Gördüğünüz gibi yaptığımız tanım meselenin kompleks yapısını dikkate almaya dönüktür ve İslâmofobiyi sâdece basit bir İslâm ve Müslüman hoşnutsuzluğuyla açıklamaktan kaçınır. Her ne kadar Müslüman ya da İslâm nefreti problemin bir kısmını oluştursa da bu nefret kendisine iliştirilmiş daha önemli amaçlarla bir aradadır. İslâmofobiyi çok değişik şekillerde açıklayabiliriz, ancak bir terimin mükemmel olmaması ifâde ettiği mânayı ortadan kaldıran ya da önemini azaltan bir unsur olmaktan uzaktır. Terim üzerindeki mevcut tartışma pür akademiktir ve bana göre zaman ve kaynak israfından ibarettir. Terim ifâde ettiği mânâyı taşımaktadır ve bu terim etrafında global düzeyde oldukça zengin bir literatür de şimdiden zaten oluşmuştur.” Birmingham Üniversitesi Sosyal Politikalar Okulu Öğretim Üyesi Chris Allen “İslâmofobi” kavramını “İslâm ve Müslümanlarla ilgili ne düşünüldüğü, ne yazıldığı ve ne konuşulduğu bağlamında kavram sallaştırılmalıdır. Yoksa çok geniş anlamda ortada olmayan düşmanlıklara şüpheli bir yaklaşım yoluyla bir anlamlandırma ve açıklamaya gidilmiş olur ki, bu da kavramın dar bir perspektife sıkıştırılması olur. İslâmofobi İslâm ve Müslümanlara dair doğru ya da gerçek olsun tüm düşüncelerin ve hareketlerin toplamına karşılık gelmektedir.” şeklinde açıklamıştır. Ülkemizde azınlıklar ve tarih jeopolitiği eserleri ile tanıdğımız, Fransa ve Amerika’da hocalık yapan Samim Akgönül Deutsch Welle’de 31 Ağustos 2013 tarihinde yayınlanan bir ropörtajda deyime,” İslâmofobi değil, Müslümanofobi” demek gerektiğini savunarak,” İslâmofobi kavramı, aslında eski bir kavram. Kökleri Fransa’nın sömürge bölgelerindeki politikalarını eleştiren, dönemin sömürge karşıtlarına kadar iniyor. Ancak günümüzde kullanılması, 11 Eylül 2001’den itibaren hız kazanıyor. Benim açımdan İslâmofobi, İslâm’dan korkmak ve onu eleştirmek. Bu haliyle bir sorun görmüyorum. Herhangi bir düşünce sistemi eleştirilebilir. Herhangi bir doğmatik sisteme kutsallık ve dokunulmazlık atfetmiyorum. Ancak iki nüans eklemek gerek. Bu tarz düşünce İslâm’ın çoğulluğunu ve İslâm’a ait olmanın çeşitliliğini reddedip doğal olarak hayali ve tek tip bir ‘İslâm” kavramı inşa ediyor. Bu tehlikeli ve yanlış. İkincisi İslâmofobi, Müslüman sosyal grubuna ait olan bireylere yönelik nefret söylemine ve günlük hayatta ayrımcılığa yol açıyorsa bu da ırkçılıktır. Aradaki çizgi çok ince. İslâm’ın bazı yorumlarında kadının hukuki statüsünü eleştirmek başka, Müslüman olduğunu çağrıştıran bir isme sahip bir bireye iş vermemek başka.” demektedir.
Bir bilim adamı, düşünür yazar ve sivil toplum örgütleri “İslâmofobi”yi, İslâm’a ve Müslümanlara karşı ayrımcılık, önyargı ve kalıplaşmış söylemlerin dışa vurumu olarak görmektedir. Uluslararası Af Örgütü ise olaya insan haklarının bir unsuru olan düşünce ve ifâde özgürlüğü noktasından yaklaşarak “İslâm’ın eleştirisi” ile “Gündelik hayatta Müslümanları etkileyen, İslâm’a ve Müslümanlar’a karşı kalıplaşmış önyargı ve söylemlerin” birbirinden ayırt edilmesi gerektiğine inanmaktadır. Bu yüzden Uluslararası Af Örgütü “İslâmofobi” söyleminden ziyade “Müslümanlar’a karşı ayrımcılık” ve “İslâm’a ve Müslümanlar’a karşı kalıplaşmış söylem ve bakış açısı” ifâdelerini kullanmayı tercih etmektedirKavramla ilgili genel tartışmalara bakıldığında, “İslâmofobi” kavramının kelime anlamı itibari bir korkuyu ifâde ettiği, ancak dünyada ve Avrupa’da yaşanan olaylara bakıldığında, İslâmofobi kavramının İslâm korkusundan ziyâde İslâm düşmanlığına tekabül ettiği görülmektedir.” Kavramla ilgili genel tartışmalara bakıldığında, “İslâmofobi” kavramının kelime anlamı itibari bir korkuyu ifâde ettiği, ancak dünyada ve Avrupa’da yaşanan olaylara bakıldığında, İslâmofobi kavramının İslâm korkusundan ziyade İslâm düşmanlığına tekabül ettiği görülmektedir.
Gerçekten biz Müslüman Türkler tarihte hep varolagelen batının İslâm düşmanlığı ve ırkçılığını çok iyi anlayabiliyoruz da dünya liderliğini elinde bulunduran günümüz Amerika’sının böyle hayal ve vehimlerle bir siyaset oluşturmasını izahta güçlük çekiyoruz. ABD böyle görüşlerin peşine takılmakla bugüne kadar dünyaya hâkim olmuş güçlerin dinlere ve inançlara eşit mesafede olmaları ana fikrini değiştirmiş ve tarihi yanılıtmıştır. Elbette Haçlı Savaşları ideolojisi ve söylemlerini iyi bilmekteyiz; fakat VIII. yüzyıl papazı olarak Isadore Pacensis’in, savaşta Müslüman ordularını yenen Hıristiyanlar’ın yeni kimliğini tanıtlamak amacıyla Europenses (Avrupalılar) terimininin yeniden ideologya hâline getirilmesi,İslâmiyet’in “Kılıç dini” ve Müslümanların “Öteki düşman” olarak görülmesini, önce batı sonra da Hıristiyan dünyanın kolektif kültürel şuur-altında derinlemesine yer etmiş olmasını bilimsellikle bağdaştıramıyoruz. Geçen asırda Avrupa’da yetişmiş Müslüman aydınlarının deşifre ettiği ve İslâm Dünyası’na yaydığı “Irkçılığı”da biz Türkler iyi biliyoruz; Türkiye’de bir Hitler veya Mussolini çıkmaması bu düşüncenin ülkemizde savunucularının olmadığını göstermeye yetmiyor mu? Bazı Araplar ve Şarklı macerepestler galeyena getirilmişse bunu Müslümanlara teşmil etmek ne kadar doğrudur? “İslâmofobi” kavramının iyileştirilmesi gereken bir tür ruh hastalığını ifâde ettiği ve ırkçılığı çağrıştıran xenofobiyi (yabancı düşmanlığını) hatırlattığı hususlarından Hiristiyan dünyasından önce gerçek Müslümanlar ve başta Müslüman Türkler rahatsızdır. Nitekim hür dünya da bu gerçeği görmüş ve tehlikenin “Müslümanlar” değil, “İslamofıbi” vehmi olduğu hususunu geniş geniş çalışmaya başlamışlardır.
“İslâmfobya” deyimi tarihle ilişkilendirimeli ve îzahı daha evvelki devirler hatta çağlara götürülmelidir. O zaman göreceğiz ki işin içinde “Müslümanlık” değil “Türk” düşmanlığının yattığını göreceğiz. Çok ciddiye almadığımız ve milliyetçi çevrelerin slogan olarak kullandığı, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.” görüşü yanlış mıdır?”Bu iddia her ne kadar bizi Batı’dan soyutlayan, kendimizi ötekileştiren bir söylem olsa da tarihi açıdan değerlendirildiğinde yanlış bir iddia değildir. Tarihe baktığımızda gerçekten Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığını rahatlıkla görebiliriz. Batı’nın gözünde Türk her zaman savaşılması, yok edilmesi gereken bir düşmandır. Bugün bile Batı’nın Türklere bakışında pek bir değişim yoktur. Ortaçağda bakış açıları neyse bugün de aşağı yukarı aynı Türkler onlara göre barbar, vahşi, cahil, insanlığın önündeki en büyük engel, deccal, Tanrı’nın gazabı Türk düşmanlığı, Selçukluların 1071 Malazgirt Savaşı’yla Anadolu’ya girmesiyle başlar. Çünkü o güne kadar Orta Asya bozkırlarında göçebe olarak yaşayan, barbar diye bildikleri Türkler yüzyıllarca egemenlikleri altında olan Anadolu’ya girmişler, karşılarına bir tehdit unsuru olarak çıkmışlardır. Artık Avrupa için Türkler Orta Asya’da yaşayan uzak bir millet değildir. Yanı başlarına kadar gelmişlerdir hem de kılıç zoruyla, topraklarını fethedip boyun eğdirerek topraklarını fethedip boyun eğdirerek.”
Hristiyanlık Türkler’in şahsında dört asır “İslâmfobya” vehmi ile bir bir savunma yaptı; fakat başarılı olamadı! Gerçekte ve tarih nezdinde bu savunmanın “İslâmfobya” değil “ Türkfobya” olduğunu görmemek için kör olmak gerekmiyor mu? Türkler’in dışında bugün Müslüman olan hangi milliyet bu sıcak savaşlarda can verdi? Türkler’in bir avuç Orta Asya göçebesi “Oğuz” ile yarattıkları o devasa gücün dışında kimi sayabiliriz? Haçlı Savaşları’nın her bakımdan devamı olan 16.-17. yüzyıllarda, Akdeniz ve Avrupa’da deniz stratejisi ve politikaları dinî dsüşünceler açısından üç önemli jeopolitik kırılma ortaya koydu: 1453’te İstanbul’un Fethi ve Doğu Roma İmparatorluğunun yıkılması, 1492’de Müslüman ve Yahudilerin İspanya’dan çıkarılması (Reconquista), 1517’de Halifeliğin Osmanlı Sultanlarına geçmesi. Fetih çağ değiştirdi, Avrupa’dan kovulan Yahudiler’in Türkiye’ye getirilmesi ırkçılığa karşı duruşu ortaya koydu, Halifelik ile “İslâm” deyimi ile “Türk” deyimini eşitledi.
Biz Türkler çok duygusal bir milletiz, uluslar ve ülkeler arasındaki ilişkilerde hâlâ maddî telâkkileri öne alabilmiş değiliz; en azından kamu oyu olarak böyleyiz. Türk dünyası ve devletleri ile ile ilişkilerimiz böyledir; hatta hep işe yaramayan teorileri bile öne çıkarırız; o sebeble başarılı olamaz ve zaman zaman kardeşlerimizden bazıları ile küseriz! Halbuki önce kendi devletinin ve toplumunun çıkarlarını hesaba almayan devlet adamları o ülke siyasetinde ayakta duramaz. Bu konuda rahmetli Ebulfeyz Elçibey yakın bir örnek değil midir? Daha beteri ilk dünya harbinde Türk asker bürokrasisinin Alman hayranlığı başımıza büyük gâileler açmıştır! Ne yazık ki aynı kültür çemberi içinde bulunduğumuz İslâm milletleri de aynı durumda olduğu için başka güçlerin hegamonyası altındadır!
O halde en büyük eksikliğimiz ve görmemezlikten geldiğimiz husus tarihi ve kültürel misyonumuza uygun hattı hareket tesbit edemememiz diyebilir miyiz? Bugün AB ülkelerinde 10 milyon vatandaşımız çalışmak için gitmiş ve çoğu o ülkelere yapışıp kalmışlardır. Balkanlar ve Orta Avrupa’da 8 milyon kadim Türk bulunmaktadır. İşte bu sebeble hem Bulgaristan, hem Mekadonya hem de Bosna ve Kosova’dayız; Viyanadayız! AB liderleri işin farkındadır ve çalışan nüfus olarak bu rakam çok önemlidir. Çünkü 500 milyonluk AB nüfusu içinde Avrupa’daki Türkler’i hatta Müslümanları Türkiye ile birlikte düşünmeliyiz.
Şark’ta Türkler’in hesabını ve İslâmiyet’in cihanşümul önemini ortaya koymaya bilmem gerek var mıdır? Sovyetler’den ayrılan Türk ülkelerini bir yana bırakın da günümüzde bile dünyanın cehennemi olan Doğu Türkistan-Pakistan-Hindistan-Afganistan-Irak-Suriye-Afrika çizgisine dikkati çekmek isteriz! İşte Türk misyonu budur!İfâde “İslamfobya” değil, varsa “Türkfoıbya”dır. Kim ne dersin, hangi usullerle kendini gösterirse göstersin nemalanılan kaynak “Medeniyetler Savaşı”dır; zaman zaman medeniyetler arasındaki gülücükler ileride akacak kan ve gözyaşdır! İşte “Batı” yı bu şekilde tanıyıp değerlendirmesek sürekli savaşları kabullenmiş oluruz! Ciddî de olsa seneryo da olsa değişik görülen konseptlerin esas amacı budur! Eski savaşlar belki ihmalleri kaldırıyordu, lâkin günümüzde bu mümkün değildir! Öyle çok bağırıp çağırmanın ve tehditler savurmanın faydasına da inanmıyoruz! Projeye karşı proje, akla karşı akıl! Sık sık ABD ve AB’nin hedefinin “İslâm” olduğu çok yüksek seviyelerde ifâde edilir; bu görüşler doğru ve inandırıcı değildir! Hedef ise, hangi İslâm? Bugün İslâm coğrafyasını hedef alan ülkeler, hangi İslâm ülkesinden çekincelidir! İran’ın bile iç birliğinin hangi temeller üzerine oturduğunu çok iyi biliyoruz! Batı blokunun korktuğu hangi İslâm ülkesini örnek gösterebilirsiniz? İşte düğüm buradadır; hedef Türkiye ve Türklüğün taşıdığı İslâm’dır! Neden bu şekilde doğruyu söylemiyor da insanımızı karanlıkta bırakıyoruz? Meseleyi önce bizlerin anlaması gerekmiyor mu? Türkiye dışında her ülkede Müslümanlar birbirini katlediyor; düşmanın gelmesine ne gerek var? Elbette Türkiye için de bunu denemektedirler, ama şimdilik başarlı olmaları mümkün değildir; fakat yarın için kimse garanti veremez!
15 Temmuz’dan sonra muzîr ve hâin düşüncenin peşinde olanlar devletten temizlenmiştir? Lâkin ortaya çıkan alan boşluğu nasıl ve kiminle doldurulacaktır? Bu konuda iktidarla işbirliği yapan milliyetçi kişi ya da kurumların böyle bir düşüncesi var mıdır? Bugün milletçiliğin hem devlet kurucu hem de devlet yıkıcı bir unsur olduğunu ilim çevreleri ifâde ediyor! Bizde milliyetçilik hep devlet yıkıcı olarak telâkki edilmiştir; bu terslik nereden geliyor, merak eden var mı? Elbette bizim tarihimizde de devlet kuran irade aynı zaman da yıkan da olmuştur! Fakat bunun sebebi fikir ve düşünce ayrılığı değil, devleti oluşturan ana unsurun ihmal edilmesi ve devletten dışlanmasıdır! Sultan Sencer ve Anadolu İsyanları’na bakın bu gerçeği göreceksiniz! O sebeble düşmanın amacı Müslümanları değil, İslâmiyeti ortadan kaldırmaktır; bu da Türk müslümanlığı ve Türklerdir! O sebeble Türk çocuğunu ölüme çağıran devlet aynı zamanda açlığını ve tokluğunu sormak zorundadır! Yoksa ne Avrupa Savaşı ne de yasa değişiklikleri Türk insanını hiç ilgilendirmiyor!
_____________
Yazarın Suriye Sendromu adlı kitabından alınmıştır.