OZAN ARİF
Efendi Barutcu
“Artık ne kar yağar ne ben üşürüm
Ne de saçlarımı dağıtır rüzgar
Ben sağken günde bin kez ölürdüm
Şimdi ölüm yoktur ölümsüzlük var”
Abdürrahim KARAKOÇ
Ozan Arif Şirin’i de 16 Şubat 2019 Cumartesi günü Samsun’da Büyük Camii’nin önünde toplanan mahşeri bir topluluğun kıldığı cenaze namazından sonra ahiret yurduna yolcu ettik. İman ediyoruz ki bâki olan Allah’tır. Ezeli ve ebedi olan muhakkak odur. Bize düşen ebedi âleme göçenlerimizi eğer vatanımıza milletimize, dinimize devletimize bir zararı bir ihaneti yoksa hayırla yad etmek arkasından Fatihalar göndermektir. Şüphesiz bunu en fazla hakkedenlerden birisi de Ozan Arif’tir. Daha gencecik bir öğretmen iken Samsun’da Ülkü-Bir (Ülkücü Öğretmenler Birliği) Samsun şube başkanlığı yaparken diğer yandan da gür sesi, mangal gibi yüreği, insanın damarlarında ki kanı harekete geçiren Köroğlu misali saz nağmeleri ile cenk meydanlarında bir evlad-ı vatan olarak hizmete koşuyordu.
Bendeniz kendisini 1975 senesinin 18 Ocak tarihinde Bursa Kapalı Spor Salonunda tertiplediğimiz “Ülkücü Gençlik Şöleni” ne sanatçı olarak katıldığında tanımıştım. Bursa Ülkü Ocakları olarak sadece Bursa’da değil bölgede de yankılanacak bir şölen tertiplemeyi planlamıştık. Davet edeceğimiz sanatçıları ve şairleri büyük titizlikle seçiyorduk Huma Kuşu’nun büyük sanatçısı merhum Mükerrem Kemertaş’ı, Güven Yapar’ı, merhum Abdulvahap Kocaman’ı, merhum Abdürrahim Karakoç ağabeyi davet etmiştik. Samsunlu arkadaşım, kardeşim Mahmut Metin Kaplan, Ozan Arif’ten bahsetti. “Samsun dışına pek çıkmadı ama sözüyle sazıyla çok tesirli olacağına inanıyorum.” dedi. Bizde hiç tereddüt etmeden Ozan Arif’i davet ettik. Yukarda isimlerini zikrettiğim hem şahsiyetleriyle hem de sanatlarıyla çok müstesna sanatçı ve şairlerimizin yanı sıra Ozan Arif de Bursa Kapalı Spor Salonunda tahminlerin ötesinde bir coşku ve heyecan sağladı. Bizim bu Gençlik Şölenine Ankara’dan, Ege ve Marmara Bölgesinin birçok şehrinden Ülkü Ocaklarından temsilci arkadaşlarda katılmıştı. Dolayısı ile Ozan Arif’in ünü bir anda geniş kesimlere yayılmış oldu. O şölenden biz yüklü bir para kazandık ve iyi hatırlıyorum o günlerde merhum Türkeş Bey’e büyük mavi bir Chevrolet araba satın alınmış para eksik kalmış bu kazandığımız paradan 25.000 Türk Lirasını bir katkı olarak göndermiştik.
O yıllar Türkiye’nin birçok yerinde Sovyetler Birliği’nin 5. Kol ajanlarının cirit attığı ve kanlı eylemler sergilediği yıllardı. Türkiye’yi bir iç savaşa sürükleyip hâkim oldukları bir kısım sendikalar ve ordu içerisinde ki taraftarlarıyla ani bir hükümet darbesi ile Sovyetlere dost bir hükümet kurma amacını güdüyorlardı. Biz Türk milliyetçileri ise Türk milletinin her anlamda güçlenmesi, kalkınması, insanımızın refah seviyesinin yükselmesi için olağan üstü bir çaba içerisindeydik.
Kökü dışarda olan yabancı ideolojilerin yerli taraftarları Anadolu’dan tertemiz duygularla gelen bir kısım gençlerimizin gönüllerindeki adalet duygusunu istismar ederek aşırı sol örgütlerin militanları haline dönüştürdüler bu örgütlerin esas yönetici kadroları daha sonraki yıllarda PKK adıyla ülkemizi kana bulayan bölücü militanlardı. Bir kısmı da kendilerinde Türk milletine mensup olmanın dışında milletimize, tarihimize mukaddesatımıza düşman başka etnisitelerin davulunu çalıyorlardı. Kendi menfûr emellerine ulaşma noktasında Ülkücü-Milliyetçi hareketi en büyük engel olarak gördükleri için üniversitelerde, fabrikalarda, mahallelerde, büyük şehirlerin meydanlarında kanlı eylemler tertipleyerek binlerce arkadaşımızı şehit ettiler.
Şair Orhan Seyfi Şirin o kaos günlerini “Siz O Günleri Bilemezsiniz” şiirinde şöyle anlatıyor:
“Tepelerden kanlı aylar doğardı Dev ömürler bir namluya sığardı
Saçlarımız bir gecede ağardı
Sizler o günleri bilemezsiniz”
Evet rahat koltuklarında ve tatlı kazançlarının peşinde “gelene ağam gidene paşam” diyen, milletinin devletinin geleceği ile ilgili en ufak bir endişe duymayan eyyamcılar o günleri bilemezdi. İşte o günler “ülkücüyüm Türk milliyetçisiyim” demenin yürek istediği, merdin dayanıp namerdin kaçtığı zamanlardı.
Ozan Arif Ülkücü-Milliyetçi mücadelenin en ön saflarında bulunup Anadolu’yu tabiri caizse demir asa demir çarık dolaşarak Ülkücü-Milliyetçi hareketin mensuplarının mücadele azminin diri tutulması ve Türk milliyetçiliği davasının geniş kitlelere ulaştırılması konusunda büyük hizmetleri geçmiş bir ülküdaşımızdı. 1979 senesinde konserler vermek üzere gittiği Almanya’da 12 Eylül askeri darbesinden sonra da kalarak uzun yıllar vatan hasretiyle dolu gurbet hayatı yaşadı. 12 Eylül’ün üzerimize bir kâbus gibi çöktüğü o karanlık günlerde cezaevlerinde çile dolduran ülküdaşlarımıza ve mücadelede toprağa düşen şehitlerimize şöyle sesleniyordu:
“Üç gardaştık bir zamanlar üç gardaş, Arif der ki bu çileler bu ahlar,
O toprakta, sen zindanda, ben sürgün. Belki bize bu çilede felah var,
Aklımıza gelir miydi hiç gardaş? Kul bilmesin bizi bilen ALLAH var,
O toprakta, sen zindanda, ben sürgün. O toprakta, sen zindanda, ben sürgün…”
Ozan Arif 12 Eylül’ün cellatlarına sazıyla sözüyle meydan okuyor bir zulüm yönetiminin acımasız pençesinde kıvranan ülkücülerin mücadele azmini, direnme gücünü yükseltiyor ve manevi destek oluyordu. Bizler onun gizlice dağıtılan, elden ele dolaşan türkü ve ağıt kasetlerindeki deyişlerinden mahbeslere gelen ziyaretçilerimiz vasıtası ile haberdar oluyorduk. Sonra yüreklerimizde ki yaralar kapanmasa bile gün geldi 12 Eylül’ün kara bulutları yavaş yavaş dağıldı. Biz hürriyetimize, Ozan Arif sılaya kavuştu.
İÇE DÖNÜK MÜCADELENİN DİNİ İMANI YOKTUR
Ozan Arif’in son yıllarda MHP Genel Merkezine ve Sayın Genel Başkan Devlet Bahçeli’ye karşı muhalefeti bazen tahammül ve nezaket sınırlarını aşsa da bu durum basiretli tavırlarla tolere edilebilirdi. Şüphesiz Ozan’ın maksadını aşan bazı sözlerini tasvip edebilmemiz mümkün değildir.Aynı şekilde Sayın Devlet Bahçeli’ninde her Salı günü TBMM deki MHP grup toplantısındaki Yüzünden eksik olmayan öfke bulutları ile adeta -gözünün üzerinde kaşın var- diyen herkese -MHP nin iyi yönetilmesi, daha başarılı olması gerektiğini söyleyenlere bile- yönelttiği ağır hakaretleri ne yapacağız.Bırakın siyasi nezaket kurallarını Genel başkan olmak veya kürsü dokunulmazlığı bu hakkı verirmi bilmiyorum .
Bundan kaynaklanan kızgınlıkla MHP’nin kurumsal olarak Ozan Arif’in cenaze törenine katılmaması da kendi takdirleridir. Tabi her MHP’linin bu cenaze merasimine katılmak gibi bir mecburiyeti yoktur. Bu tamamen gönül işidir. Ama hiçbir insanın hele de hiçbir ülkücünün -kantara vurulsa fedakârlık ve hizmetleri hatalarından milyonlarca kez ağır basan Ozan Arif’in- cenazesine katılıp katılmama konusundaki iradesini bir faninin iradesine bağlaması Türk milliyetçilerinin umdelerinden olan “şahsiyetçilik” le bağdaşabilir mi? Bilemiyorum. Ayrıca bir Ozan Arif kolay mı yetişiyor?
Sadece Türkiye’nin değil, bütün bir dünyanın ve çağın en büyük şairlerinden Abdürrahim Karakoç ağabey de gerek hastanede yatarken gerekse cenaze merasiminde aynı muameleye maruz kalmıştı. Yine bir Abdürrahim Karakoç kolay mı yetişmişti?
Keşke bu tavrı gösteren arkadaşlarımız ülkücülere “Fatiha bilmezler” ifadesi başta olmak üzere şimdi tekrarından hicap duyduğum ağır hakaretlere, aşağılamalara, bir milletvekilinin “yakında tükürdüklerini yalayacaksın” ifadelerine de aynı tepkiyi gösterebilselerdi hepsinin ayrı ayrı alınlarından öperdim.
Biz ülkücüler kendisi de bir fani olan “bir kişinin” sevdiğini sevmek, nefret ettiğinden nefret etmek zorunda mıyız? Ayrıca şanı yüce peygamberimizin “sevgide de nefrette de aşırılığa kaçmayın” hadisi şerifini nasıl unutuyoruz? Yine de o mahşeri kalabalıkta da görüldüğü üzere birilerinin cenaze merasimine katılmaması herhangi bir eksikliğe de yol açmamış ülkücü camia ozanının cenazesine sahip çıkarak.
“Bir kemiğin ardında saatlerce yol giden
İtler’i ” Ozan Arif’in ardından güldürmemişlerdir.
Edirne’den Kars’a, Mersin’den Samsun’a Anadolu’nun dört bir tarafından, hatta Batı Avrupa Türklerinden cenaze merasimine katılan on binlerce insan “Vefa” kelimesinin İstanbul da bir semtin veya bozacının adından ibaret olmadığını ispat etmişlerdir. Gerisini vefasızlık edenler düşünsün.
Ozan Arif! Yolun açık olsun. Allah taksiratını affetsin. Son yıllar da düçar olduğun ağır hastalıklar sebebiyle yaşadığın acılar insan olarak varsa günahlarına kefaret olsun. İnşallah Türk milletine, Türk milliyetçiliğine yaptığın hizmetlerle Allah katında mükâfatın büyük olsun. Seni bilenler bilir bilmeyenlere de Abdürrahim ağabey cevap versin:
“Türk’üz; Türk yurdunda birlik
Müslümanız; düzen, dirlik isteriz
Ülkücüyüz; mazbut erlik isteriz
Nemrutlar, Şeddatlar bizi ne bilsin…”
NOT: Cenaze merasimi esnasındaki duygularımı nasip olursa 25 Şubat 2019 tarihli haftalık Milli Devlet gazetesine yazacağım. Daha sonra da dostlarımla paylaşacağım.