
İki Akademisyen – İki Şiir Kitabı
-2-
ÇİFTE VAV’IN İZİNDE
Edip KEMÂL
Bir önceki yazımızda Selcen Öner’in “GÖNLÜMÜN GÖKKUŞAĞI” adlı şiir kitabını tanıtmağa çalışmıştım. Bu kere, gene bir akademisyen, A. Yılmaz SOYYER’in yukarıda adını verdiğim gerçekten son yıllarda okuduğum usta işi kitabını, eserin tanıtımını yapan şairin gençlik arkadaşı Prof. Dr. Nurettin Öztürk beyin yazısından alıntılar da yaparak, bu görevi naçizane yerine getirmek istiyorum. Evet, bu benim kanaatimce bir görev. Tevazuunun zirvesinde yaşayan, böylesi güzel şiirleri kitap şekline getirmeyi ihmal eden birinin eserlerini hiç olmazsa bir kaç kişiye duyurmak elbette bir görev.
A.Yılmaz SOYYER Konya’nın Ereğli ilçesinde doğmuş. 1986 yılında A.Ü. İlâhiyat Fakültesi’inden mezun olmuş. Devlet ve Osmanlı arşivlerinde uzman olarak çalıştıktan sonra 1992 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde doktorasını tamamlamış. 1989 yılından beri Alevi-Bektaşi Geleneği eksenli çalışmalar yapmaktadır. Çalışmalarına Bektaşilerin “Çelebiler” koluyla başlamış ve doktorasını bu konu etrafında sonuçlandırmıştır. Sonra Bektaşiliğin kapanış dönemine (1826) yönelmiş ve çağdaş bağlamda da “Babagân” kolu üzerinde çalışmalarına devam etmiştir. İstanbul’da Osmanlı Döneminden kalmış hemen hemen bütün mezar taşlarını fotoğraflamıştır. Gerek Osmanlı Arşivinden fotokopi olarak alınmış Bektaşilerle ilgili belgeler, gerekse İstanbul kütüphanelerindeki Bektaşî el yazmalarının “cd” şeklinde fotoğraf kopyalarından oluşan arşive de sahiptir.
İLMÎ ESERLERİ:
Türk Sosyolojisinin Başlangıcında Bedi Nuri.
Sosyolojik Açıdan Alevi Bektaşi geleneği.
Bir ideolojinin İzdüşümü Taliban
19. Yüzyılda Bektaşilik.
ROMANLARI:
Çerağlar Uyanırken
Semah Aşka Doğrudur.
Mevlevi.
Şu Bizim Bektaşiler.
VE ELİMİZDE OLAN ŞİİR KİTABI:
Çifte Vav’ın İzinde.
Şairin kırk yıllık dostu Prof.Dr. Nurettin Öztürk kitabı tanıtırken şunları söylüyor:
“Demlenmiş bir şiirdir Soyyer’in şiiri. Kırk yılın demi tüter üstünde… Ülkücü mayanın üzerine akademik birikim eklenmiş, onun da üstüne akılla aşkın, kurguyla gerçeğin, tarihle güncel olanın kaynaştığı romanlar kanat germiştir. Pençeleri bilimden, kanatları Mevlevi ve Bektaşi kollarından oluşan bir kartalın çift başını ise aşk ve dava, aruz ve hece ile yazılmış şiirler taçlandırır. Bu kartalı tanıdığım, dost olduğum, uçuşlarına tanık olduğum için bahtiyarım. Şimdi durulmuş, dinmiş bir dağ doruğunda gönlünün ütopyasını kurmuş yaşayan bu Garuda’nın muhterem eşine ve sevgili torununa adadığı bu şiirleri hem birer sanat eseri, hem de yazarın, çağın ve devrin aynası olarak ana çizgileriyle değerlendirmeye geçebiliriz.”
Dedikten sonra Öztürk, şiirlerin tahlilini yapıyor ve yazınsı şöyle sonlandırıyor:
“Dört mevsimi, elvan elvan renkleri, çiçekleri, eteklerinde ve yamaçlarında yaşayan Yörükleriyle Davraz dağı bütün bir sistem ve bütün bir dünyadır. Mesleklerden sanatta, sanatlardan şiirde, kentlerden Isparta’da, dağlardan Davraz’da, sevgilerden aile ve torun sevgisinde, makamlardan nevada karar kılan Soyyer bir bilim adamı olarak bilimsel kitapları, roman ve şiir kitaplarıyla diline, ülkesine, insanlığa borcunu fazlasıyla ödemiştir. Onun yitimi Türklüğü eksiltir.”
Sayın Öztürk’ün kısaca özetlediğim tanıtımından sonra, benim söyleyeceklerim pek yavan kalacak. Bu sebepler şairin şiirlerinden örnekler vererek bu yazıyı sonlandırmak istiyorum:
DÜŞLER
Bir saat sarkacı var eski zamandan kalma
Tik taklarla ruhumu asrına çağırıyor
Bir küheylan düşümde zincirlerini kırıyor
Ve düşüyor avcuma salınan zamandan kor
Akça ağaçtan oyma kızıl kemandan kalma
Yeşeren yaprakların Ardında kızıl elma
Gel benim kokumu tat diyerek bağırıyor
Gelin al duvağını takmış yuva kuruyor
Gidenleri özlüyor kalanlara hayat zor
Yüz yıl yaşayanların yurdunda kızıl elma
BİR LEYLA HİK YESİ
Leyla’nın saçları yüzüne düşmüş
Mecnun de ki ay tutulmuş bu gece
Leyla ayda unutulmuş bu gece
Huzmelerle iner altınla gümüş
Söylerler: O,sırrı bulmuş bu gece
Bir an gelir aynen gerçek olur düş
Oku Fuzulî’den bir kuş bu gece
Mecnun hatırlar da ezer sözünü
Bu hikâye yakar aşkın közünü
Gönül sarhoş, hâneberduş bu gece
AĞIT
Fırat Çakıroğlu’na
Son kefensiz alperene şân oldu
Dedem Korkut durdu söyledi adın
Daha bir fidanken Kahraman oldu
Nâmı bin yıl yâd olunsun Fırat’ın
İletsin Hallâk-ı Cihân’a cibrîl
Toprağa karıştı bir al karanfil
Savurdu ardından yel ifil ifil
Uçmağa yükselen şahlanmış atın
O hançer gizlenip ay ışığında
Değildir gecede uymaz kında
Ne arar Azrail düğün çağında
Sanki taşımakta cennet beratın
Biçilen gök ekin hak mı erenler
Bu tâlih kara mı ak mı erenler ?
Yere düşen bir bayrak mı erenler
Yeniden kapkara çağlar mı yakın?
Allahım sabrımı sabr-ı cemîl kıl
Yüce Resûlünü bize Delîl kıl
Rahmetini üstümüze sebîl kıl
Azmimiz aşkınla dövülsün çın çın
DEĞİŞİM
Tanrı ister yolcuya yön gönderir
Çarık yollar, başına gön gönderir
Bin yıllık nöbeti teslim ederek
Umay Ana Hızır’a don gönderir
Hızır-İlyas girer Umay donuna
Çocukların sevgi sarar boyuna
Oğuz Kağan gelir Müslüman olur
Sırtlanır tevhidi, pek yaman olur
Alp Er Tunga düşünce Şehname’ye
Afrasyab nâmında pehlivan olur
Her doğan kahraman, at Yörük olur
Bu meydanda Ali bile Türk olur
KADER
Gerçek ehli giyinsin çizmeleri
Yarın yılan uyanacak dediler
Görmez misin ki şu göz süzmeleri?
Bıçak döşe dayanacak dediler
Dost nerdedir, düşman nerde bilmeden
Atılan ok yüreğimi delmeden
Azrail dünyaya henüz gelmeden
Giysin kana boyanacak dediler
Vakit tamam oldu ferman dürüldü
Bin bir asker gayrı çöle sürüldü
Kara baykuş ufuklarda görüldü
Gök yanacak yer yanacak dediler
Belki kıyâmete bir çeyrek kala
Gelip Ötüken’den yine dört nala
Tâ ezel bezminde açılan fala
Türk milleti inanacak dediler
TAŞA KAZILI DİL
Yuluğ Tigin’le ses bulur tamgalar
Dilim Yenisey’de taşa kazılır
Dağ keçisi kağanlığı damgalar
Bütün haşmetiyle başa kazılır
Soğuk mermerlerle kucak kucağa
Yaşayıp ulaşır dünden bu çağa
Ötüken’den nakledilen ocağa
Sanmayın ki bu dil boşa kazılır
Kaç lisan var taştan taşa nakleden
Sonsuzluğun esrârını akleden
Amca buyruğunu hekkedip yeğen
Sanki sözler tâ güneşe kazılır
Atam Bilge Kağan boşa buyurmaz
Sözün Türk’e söyler taşra duyulmaz
Töre iner gayrı ne söylense az
Kâh alına gâhi döşe kazılır
Türkülerle kızlar sunar şerbeti
Kızıl Kam’ın yankılanır sohbeti
Atlar uçar ve Tengri’nin âyeti
Bucak bucak köşe köşe kazılır
DİL KAZANI
Dayadım da gök çınara belimi
Kazanın altına vurdum közü ben
Vav çekip kaynattım anadilimi
Özenerek dizdim bin bir sözü ben
Kara kazan fokurdadı ben coştum
Coştukça şiirin peşinde koştum
Kaf Dağı’nda Ankâ denen bir kuşdum
Bahar ettim sözle bunca güzü ben
Kimden dinlerim ben söylerim kime?
Her çiçekten topladım bir kelime
Kazan için biriktirdim elime
Kattım da şiveme baldan özü ben
UYGURLAR
-Doğu Türkistan’ın masum insanlarına-
Gök susuz, yer kıraç, baharlar tutsak
Umut diyarında kapılar gizli
Çocuklar kaç yıldır soluk benizli
Gençler yürüyorlar hep ağır aksak
Masallar hiç değil göllü denizli
Bebeklere ninni söylemek yasak
Anneler hıçkırık dinlendiriyor
Yükselen dualar Tanrı’ya uzak
Ve zaman ateşi küllendiriyor
Gök susuz, yer kıraç, baharlar tutsak
Türkçeye vurulmuş bir koca kilit
Uygur’un kanından yapılmış tirit
Kurulmuş her ağaç altına tuzak
Yollar mühürlenmiş vermiyor geçit
Kafataslarından oyulmuş çanak
Çin sarısı kükürt gözleri yakmış
Yüz yıldır gözyaşı bilmiyor durak
Uygur’u talihi çölde bırakmış
KONYA
Gökyüzü perde perde mavi atlas kaplanır
Degâhta hicaz âyin her demde tekrarlanır
Yükselen minareler ulaşır bulutlara
Burada filizlenir bitkiler umutlara
Sanki her şey büyülü, diner gönül ağrısı
Gönüllere nakşolur Mevlâna’nın çağrısı
Mukaddestir bu iklim, bu toprak cennet kokar
Ve bir nehirdir Konya içinden târih akar
Üçler durmuş bir yana, yediler bir tarafta
Dün, bugün ve gelecek Konya’da aynı safta
Şu gönlümün incisi, ruhumun şâheseri
Mesnezî’nin yıllardır berdevamdır değeri
Bu beldede benliğim öz benliğini bulur
Konya’da geçen zaman bir anda târih olur
NAAT-I ŞERİF
Gönül hânemde ummânsın,cihansın “Yâ Resûlallah”
Şu mansûr neyde bin yıldır Nîhansın “Yâ Resûlallah”
Dizim tutmaz, gözüm görmez, karârım kalmaz aşkından
Doğarsın binbir esmâdan ayansın “Yâ Resûlallah”
Ne dilberler görüp geldim, ne güller geçti bezmimden
Yeter çeşmim bu rü’yadan uyansın “Yâ Resûlallah”
Uzanmaz, gayra el vermez, senin dâmânın ister hep
Nasıl gönlüm cemâlinsin dayansın “Yâ Resûlallah”
Efendimsin, meded senden, dilim ikrâr eder her dem
Alî olsun o îmânla inansın “Yâ Resûlallah”
Zemîn aşkınla nûr olmuş, zâman aşkınla âteş-bâr
Şefaat kıl sen yârsın, cenansın “Yâ Resûlallah