Uygur Türkleri Türkiye’de ve Türk Dünyasında Yeterince Tanınıyor mu?
Yücel Tanay
Uygur Türkleri hakkında bir çok akademik çalışma mevcuttur. Özellikle Türkiye’de Prof. Dr. Gülçin Çandarlıoğlu, Prof.Dr. Sadettin Gömeç, Prof. Alimcan İnayet, Doçent.Dr. Ömer Kul, kendisi de bir Uygur olan Doç. Dr. Erkin Emet Uygurlar ve Doğu Türkistan konusunda akademik çalışmalarıyla tanınan bilimadamlarıdır. Türkiye’deki sıradan Türk vatandaşları ırkdaşları olan Uygurları ne kadar tanıyor?
Türk tarihinde ilk şehircilik, mimarlık, din ve kültürünün temellerini atmışlar aynı zamanda modern tarım yapmışlar ve tarihi ipek yolunun ilk kervancıları ve tüccarları olarak tarihe geçmişlerdir. Türk tarihinde ilk defa şehir ve kasabalar kurmuş ve ilk Türk mimari eserlerini inşa etmişlerdir. Şehir hayatı ve kültürünü başlatmışlar, 18 harften oluşan ilk Türk alfabesi olan Uygur alfabesini icat etmişlerdir. Uygur Türklerinde okur yazar oranı hayli yüksekti, Türeyiş ve Göç destanları Uygurlara ait olup, “Orta Oyunu” Uygurlardan gelmektedir.
Uygur Türkleri uygarlık tarihi bakımından bütün Türk kavimleri tarihi içinde ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Kamu hukuku ve özel hukuk alanında kendilerine özgü bir sistem kurmuşlar, kira, satış, vasiyet, yarıcılık, özel sözleşme benzeri birçok ticaret ve hukuk kavramını kullanan Uygurlar, oldukça basit nitelikte de olsa pasaport ve vize uygulamaları hayata geçirmişlerdir.
Doğu Türkistan’da yaşayan Uygurlardan kalma manzum bir eser olan Kutadgu Bilig, Orhun Yazıtları ve Turfan metinleri ortaya çıkıncaya kadar, Türk dilinde yazılmış belgelerin en eskisi ve en önemlisi sayılmıştır. “Siyasetname” veya “saadet verici bilgi” anlamlarında tercüme edilen bu eser, Balasagun’lu Yusuf isminde bir şair tarafından, Kaşgar’da ilk Türk İslam devletini kuran Satuk Bugra Karahan adına, 1069 yılında yazılmıştır. Esere sonradan ilave edilmiş olan mukaddimelerde de belirtildiği gibi bu kitap hakimlerin sözleri ile dolu ve herkes için faydalı bir kitap olmakla beraber, özellikle hükümdara memleket idaresi konusunda gerekli olan bilgileri içermektedir. İçinde bir devletin ayakta durması veya yıkılması şartları belirtilerek, hükümdarın halka ve halkın hükümdara karşı hakları, halkın itaatli olması için hükümdarın tebaasına karşı nasıl davranacağı, askerin düzenlenmesi ve savaş yapma şekilleri gösterilmiştir. Tüm bunlara rağmen eserde, kelime ve kafiye oyunlarına başvurularak, felsefi ve ahlaki düşüncelerle, ideal bir devlet hayatından söz edilmesi, onun edebiyat tarihçilerinin gözünde sahip olduğu yüksek değer yanında hukuk tarihçileri açısından fazla tatminkar bulunmamasına neden olmuştur.
Kutadgu Bilig’de X. yüzyıl Uygurlarında devlet örgütünün başında çeşitli ünvanlarla anılan büyük memurların bulundukları anlaşılmaktadır. Bu memurlar: 1) Uluğ Hacib (Büyük Vezir), 2) Sübaşçı (Başkomutan), 3) Kapık Başlar Er (Saray Bakanı), 4) Bitikçi (Kağanın Baş Yazmanı, Dışişleri ve Adalet Bakanı), 5) Ağıcı (Hazinedar), 6) Yalvaçlar (Elçiler)’dır. Bir de “Tapukçu” adı verilen ikinci sınıf memurların varlığı dikkat çekmektedir.
Yusuf Has Hacib’in yaşadığı XI. yüzyılda Uygurlar başlıca iki-ana sosyal sınıfa ayrılmıştır. Bunlar aydınlar ve asıl halk sınıfıdır. Aydınlar sınıfı kendi aralarında beş grupta incelenebilir : 1) Aleviler (Hazret-i Muhammed’in soyundan gelenler), 2) Bilginler (din bilginleri de dahil olmak üzere bilginlerin tamamı), 3) Otacılar (tıp bilginleri ve eczacılar), 4) Yıldızcılar (Münnecimler, astrologlar), 5) Şairler (manzum sözler söyleyenler). Asıl halk ise geçimlerini sağladıkları alanlara göre altı sınıfa ayrılmıştır: I)Tarıgçılar (tarımla uğraşanlar), 2) Satıgçılar (tüccarlar), 3)İğdişçiler (Çobanlar), 4) Uzlar (küçük sanatlar ile uğraşanlar), 5) Karabudun (belli bir işi olmayan şehir halkı), 6) Çigaylar (yoksul kimseler). Uygur halkı arasında görülen bu sınıflandırmalar hukuki açıdan bir bölünmüşlük göstergesi değildir. Çünkü devlet içinde, bazı ayrıcalıkları olan beyler ve çeşitli haklardan tamamiyle kısıtlanmış kullar bir yana bırakılırsa, halkın hukuk bakımından birbirine eşit olduğu anlaşılmaktadır. Kutadgu Bilig’de beyliğin temelinin doğruluk ve adalet olduğundan söz edilerek, hakimiyetin esasının da adalet olduğu üzerinde durulmuştur. Uygur Türkçesinde yazılan belgeler arasında, Kutadgu Bilig’in bu teorik bilgilerini doğrulayacak nitelikte şahitlik, dilekçe ve mahkeme ilamları gibi yazılı belgelerin bulunuşu, Uygurlarda yargı teşkilatının ulaştığı düzeyin ifadesi açısından büyük önem taşır.
Günümüzde kullanılan “uygar” kelimesinin de “uygur” kökünden geldiği ve “şehirli, medeni” anlamında olduğu; turfanda kelimesinin de turfan kökünden geldiği düşünülmektedir. Halen günlük hayatımızda kullandığımız birçok kavram ve kelimenin Uygurlardan bize kadar geldiği bilinmektedir. Ayrıca bütün dünyaya mal olmuş ticari, teknolojik uygulamaların kökeninin Uygurlara dayandığı kabul edilmektedir.
Örgün eğitimin temellerinin de Uygurlar tarafından yerleşik hayata geçilmesi ile birlikte atıldığı ve sonraki dönemlerde Türkler tarafından kurumsallaştırılan medreselere örneklik ettiği savunulmaktadır. Uluslararası ilişkiler, diplomasi, tercümanlık gibi alanlarda da Uygurların öncülük ettiğini görüyoruz.
Uygurların verimli topraklar ve hayvanları için otlaklar arama faaliyeti, büyük tekerlekli arabalara sahip olmaları Uygurların sürekli olarak hareket halinde olmaları ve diğer kültürlerle temas kurmaları sonucunu doğurmuştur. Bundan dolayı Çinliler tarafından kendilerine Kao-ch’e (Yüksek arabalılar) denmiştir.
Göç ederken veya harp sırasında bu arabalarına çok güvenirler ve sulh zamanlarında da bu arabalarını ev olarak kullanırlardı Bu durum Uygurlara içtimai dinamizm ve enerji sağlamanın yanında, bilgi, kültür, ticaret gibi birçok yeni şeyler öğrenmelerini sağlamıştı.
Bütün Asya milletleri ile temas eden ve karşılarındaki rakiplerinin kuvvetini ölçmesini bilen âlim, tüccar ve sanatkâr Uygurlar, fatihlere yol gösteriyorlar ve bunun karşılığını da alıyorlardı. Uygur prensleri Kara-Hıtay sarayında önemli görevler alırken diğer yandan Uygur hocaları aynı sarayda hükümdarın çocuklarını eğitiyordu.
Uygurlar sadece kendileri değil, komşu devletleri de uygarlaştırmışlardır. Moğollar’ın önemli bürokratları Uygur, yazıları Uygurca idi. Uygur elçiler, valiler, eğitimciler, mühendisler ve bilginler Çin’den Bağdat’a, Roma’dan Tebriz’e kadar her yerde görev yapmışlardı.
Uygur Türkleri Moğolların Personel Bakanlığını deruhte etmiş, merkezi hükümette en önemli danışma bürosu olan Hanlin’de yine Uygurlar görev yapmıştı. Yargı’nın ilk olarak kurumsallaşması Uygurlar döneminde olmuştur. Uygur hükümdarı Pusa annesini kendisine adalet müşaviri yapmış, şikâyetlerin dinlenmesini ve adil yargılanmayı sağlamıştı. Çinlilerin Uygur hükümdarına Yabgu (Adalete Saygılı Kağan) unvanını vermeleri bu yüzdendir.
Dünyanın ilk uluslararası ticaret hareketini oluşturanlar Uygur Türkleri olmuştur. İpek Yolu diye bilinen ticaret güzergâhının en önemli aktörü Uygurlardır. Çin, Pers, Bizans ve Ermeniler ile ticari ilişkiler kurmuşlar; ipek, baharat, deri, ziynet eşyaları, madenler ve her tür giyim eşyasını pazarlamışlardır. Budist gezgin Wang-Yen-Te Uygurların zeki, doğru karakterli ve namuslu insanlar olduklarını, maden işleme ve süsleme sanatında çok mahir olduklarını; altın, gümüş, bakır eşyalar ürettiklerini, vazo ve çömlek yapımında mahir olduklarını belirtmektedir
Uygur şehirleri muntazam yollarla birbirine bağlanmıştır. Ticaretle uğraşanlara Sağdullar, ticaret mallarına ise Nusreti denilirdi. Ticaret mallarının satışında ve at ticaretinde takas sistemini de kullanmışlardır. Uygurlar Çin’den takas yolu ile aldıkları ipek ve çayı İran, Hindistan, Mısır, Suriye ve Bizans’a ihraç ediyor bu ticaretten yüksek kârlar elde ediyorlardı.
Uygur-Çin sınırında 68 kadar gümrük kapısı açılmış ve gümrük vergisi uygulaması yapılmıştı. Uygur Türkleri Çav diye adlandırılan ve halk arasında Yastuk denilen ilk kâğıt parayı basmış ve kullanmışlardır. Dünyanın ilk vergi kayıt defterlerinin Uygurlara ait olduğunu Çin elçisi Çangcyen anlatmaktadır. Uygurlarda Kalan (toprak) vergisi, hayvan vergisi, tütün vergisi ve mesken vergisine dair ayrıntılı belgeler vardır. Moğollarda vergi toplama görevlerini genellikle Uygurlar yapıyorlardı. Tarihte ilk defa çek verme sistemini Uygurlar kullanmışlardır. Çek kelimesi Avrupa dillerine Arapça Sak kelimesinin İran dilindeki söylenişinden geçmiştir.
Yabancılarla beraber ticaret yapmak için kurulan birlikteliklere Ortak deniliyordu. Moğollar ve sonraki dönemlerde Araplar bu ortaklık sistemini Uygurlardan almışlardı. Ortak denilen şirketler deniz ticaretinde de önemli bir yere sahipti.
Uygurlar yerleşik hayata geçilmesi ile birlikte modern tarım yapmaya başladılar. Kendi yiyecekleri ve hayvanlarına yedirecekleri her türlü gıdayı üretmek zorundaydılar. Bunun için buğday, arpa, mısır, darı tarımı yaptılar. Her türlü meyveyi ve fidanını yetiştirerek çevreye de ulaştırdılar .
Tanrı dağlarının eteklerinde bulunan Turfan, kurak bir bölge olmasına rağmen, yeraltı suları bakımından oldukça zengindi (Bugün de olduğu gibi). Sayısız kuyular, yeraltı sarnıçları, karız denilen yeraltı kanal ve sulama sistemi yapan Uygurlar üretimi iki katına çıkarmayı başardılar. Sulama kanalına Suvak ve Ark ismini veren Uygurlar, çiçek yetiştiriciliği konusunda da usta idiler.
Çin kaynakları bu sistem için “Tarım Keşfi” ifadesini kullanmaktadır. Kavun, karpuz, üzüm, bezelye, bakla ve diğer meyve sebzeleri üretmişler, ürettikleri zirai ürünleri başta Çin olmak üzere komşulara satan Uygurlar, Turfan ve çevresinin verimli topraklarından ve mikro klima özelliğinden yararlanmayı bilmişler, su değirmenleri kullanmışlardır. Uygurların Umar veya Yurtluk sistemi Osmanlılarda Tımar sisteminin temelini oluşturmuştur. Uygurların düzenli bir kanalizasyon sistemini kullandıkları yapılan kazılardan anlaşılmıştır.
Uygurlar demir-çelik üretimini de iyi biliyorlardı. İyi cins çeliklere Kurç adını verirler ve bu çelikten kılıçlar üretirlerdi. Nişadır, boraks, bakır oksit, maden kömürü üretimi yapıyor ve ihraç ediyorlardı.
Uygurların Türk Ve Dünya Medeniyetine Olan Katkıları Şunlardır:
Bir Su Mühendislik Harikası Olan Karizler Uygurların Buluşudur
Uygur Türkleri, Doğu Türkistan’ın Turfan bölgesinde ‘Kariz’ adı verilen günümüzde de büyük bir ilgi ile karşılanan bir su mühendisliği harikası olan yer altı su kanallarını inşa etmişlerdir. ‘Turfan Karızları’ diye adlandırılan bu yer altı su kanalları Uygur Türklerinin dünya medeniyetine çok önemli ve en büyük hediyesidir. Uygur-Turfan Karız Su Kanalları Doğu Türkistanda Turfan bölgesinde yapılmış yeraltı su şebekesi sistemidir. Dünya uygarlık tarihinin en önemli buluşlarından biridir. Uygurlar, bugün ekstansif yani modern teknikler kullanarak tarım yapmışlardır.
Akupunktur Tedavi Yöntemi Uygurların Buluşudur
Uygurlar, bilimsel anlamda tıpta birçok yeniliğe imza atmıştır. Akapunturu tarihte ilk olarak keşfeden ve uygulayan UYGUR TÜRKLERİ’dir. Çinliler ise daha sonra bu tıbbı tedavi yöntemini Uygurlardan öğrenerek geliştirmişler ve bugünkü modern tedavi yöntemi haline getirmişlerdir. Akupunktur, yaklaşık 5 bin 300 yıllık bir geçmişe sahiptir. İç Moğolistan’da Duo Lun Qi harabelerinde, 1963 yılında yapılan kazılarda, taştan yapılmış akupunktur iğnesi bulunmuştur. Arkeologlar ve tıp tarihi uzmanları, günümüzden 4 bin yıl öncelerine ait olduğu düşünülen, yeşim taşından yontulmuş ve uçları sivriltilmiş bu taş iğnenin ilk akupunktur iğnesi ”Bianshi” olduğu konusunda hemfikirdirler.
Yapılan incelemelerde bu taş iğne üzerinde bulunan yazıların, eski Uygur Türklerine ait olduğu tespit edilmiştir. Doğu Türkistan’da Turfan Şehrinin yakınlarındaki Eski Uygur başkenti olan İdikut’da, Uygur harfleriyle yazılmış, vücuttaki akupunktur noktalarını gösteren resimlerin yer aldığı yazıtlar bulunmuştur. Ayrıca M.S. 50. yıla ait olduğu düşünülen 2 bronz heykel de bu konudaki görüşleri desteklemektedir. Bu 2 bronz heykelin, Çinlilerden daha çok Uygur Türklerine benzemesi ve o dönemde bronza şekil verilebilen tek medeniyetin sahibinin Uygur Türkleri olması, akupunkturun ilk olarak Uygur Türklerince uygulandığını ve eğitiminin verildiğinin kanıtıdır. Geleneksel ve tarihsel Uygur Tıbbi (Ananevi Uygur Tıbbı) Uygur Tababetinde Dört Etken, Dört Durum, Dört Mizac ve Dört Sıvı (Kan, Balgam, Safra ve Sevda) nazariyesi vardır. İşte bu Dört Tadu (Madde) ‘dan ibaret olan ilkel maddecilik düşüncesi temelinde oluşturularak hastalıkların teşhisi ve tedavisi için dayanak sağlanmıştır. Günümüzde Uygur Tababeti, batı tıbbından farklı bir felsefe sayesinde Vitiligo (Samyeli) hastalığı gibi tedavisi zor birçok hastalıkta büyük yeniliklere damgasını vurarak tıp dünyasının dıkkatini çekmektedir. Kursi İmsak, Kursi İpar gibi etkili ilaçları 1997’den itibaren Amerika, Japonya ve Singapur piyasasında yerini almıştır. Uygur tababetine ait 202 çeşit ilaç Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Farmakopisince (İlaç Rehberi) resmen onaylanmıştır.
DEVAM EDECEK