Ali BADEMCİ
Ülkücülerin hamileri varmış, ki en başta siyaset! Acaba kaç kişiyi kurtarmışlar, kimlere normal hayatın yolunu açmışlar! Zenginler varmış, yazları helikopter ile Ege’deki yazlığına gidip geliyor! Elbette gidecek kimsenin gözü yok! Lakin insan bir kere arkasına bakmaz mı? O geyik sohbetlerinde “Ülkücülük-Türklük-Türkmenlik” ağızlardan düşmez de, aksül amel nerede? Zavallı ülkücüler benden başka kimseniz yok, ben de kuru kuru yazıyorum! Çünkü sizlerden hiç farkım yok! Yaşa yaşa, çok yaşa, ne zamana kadar! Karatoprağa kadar!
ÜLKÜCÜ RUH II
İlk yazıya çok mesaj ve yorum geldi, bunları okurken duygulanmamak, hattâ hüngür hüngür ağlamamak mümkün değildir! Zaten bu çileyi de onlar için çekiyoruz; çünkü gönül daima genç kalıyor, hiç ihtiyarlamıyor! MHP Milletvekili Celâl Adan Meclis Başkanlığının boşalması üzerine en yaşlı başkan yardımcısı olarak TBMM’ni yönetecekmiş! Çağdaşımız ama bizlerden küçük! Anlayacağınız yaşlanmayan düşüncelerimize ve ideallerimize karşılık bizler yaşlandık! Artık aşk zamanı geçti, ilk sevgililerimize eşleri alınmasın diye “kardeşim” diye hitap ediyoruz! Daha neler göreceğiz şu dünyada!
Dönelim şu “Ömrü bitirip de kendisi canlı kalan, o bitmez yola” yani ülkücülüğe ülkücülere! Ülkücüleri siyasette temsil eden bir değil iki parti var! Gariptir ki siyasetin her kanadında da konuşuluyor, düne kadar solcu aydınların “Faşist” dediği Alparslan Türkeş’e revâ görülen işkenceler en üst seviyede kınanabiliyor! Her şey ne çabuk değişirmiş, anlamak mümkün mü? Fakat değişmeyen bir şey var ki o da ülkücünün kaderidir; birçok kitap ve makale yayımlanmış ama katiyen bugünleri gören ve zamanı tahmin eden olmamıştır. Rahmetli Galip Erdem kendi çilesini “Ülkücülüğe” uyarlamış; lâkin bugünleri görmemiştir ki bir tek satırla da olsa “Muhayyel Ülkücülük”den “Realist Ülkücülük”e geçiş öngörüleri yok! Kuru değil ama yeşermemiş bir ağaç tarifi var! O sebeble yıllar geçti fakat bir değişiklik yok!
Faal siyaset yapan ülkücüler, geçmiş iktidar dönemlerinden yaralanan dünya kadar ülkücü şahıs var, ki arkalarına dönüp de bakmıyorlar! Anlaşılmıyor ki o mayanın neresinde bozukluk vardı? Bir kalem adamı yazıyor:” Ömrüm boyu kalemi elimden düşürmedim. Fakrû zaruret içindeyim, yıllarca elime geçen imkânlarla kitap aldım. Şimdi nereye sığdıracağımı bilmiyorum. Onlar benim aşkım, kucağımda yatar kalkarım. Ağır bir kış geçiriyoruz yakacak yok. Eski bir ülküdaştan 1500 TL., bir ton kömür parası istedim. Aradan epey zaman geçti de bir ATM’den 994 TL. göndermiş! Neden küsürlü, havale ücreti varmış! Sağolsunlar ama inanın utanma belâsı, daha kullanmadım, iade etmeyi bile düşünüyorum, çünkü gönülsüz ve isteksiz bir yardım. İnsanın içine sinmiyor!”
Ülkücülerin sırtından siyaset yapan güya ülkücüler var; maddeperestlik artık o noktaya gelmiş ki haksız kazançları ve usulsüzlüklerinden beş yıla mahkum oluyorlar! İhsanı bir yana bırakın da ülkücüleri tanıdıkları bile söylenemez ve yeni dönemde bu sebeble tabana vurmuşlardır! İşte bir mektup daha: “Ağabey dokuz yıl içeride yattım, hiç görüşüme gelen bile olmadı. Arkadaşlarımızın verdiği iç çamaşırları giydim. İçeriden çıktım hasbelkader bir gariple evlendim ve üç çocuğum oldu. Yanlış yola gitmedim, meşrû yollardan iş aradım ama bulamadım. Ve bir gün o vefâlı kadın ‘ senin bu evde ne işin var. Al valizini git, artık seni çekemiyorum” dedi. O günden beri öte beride yaşıyorum ve açım.”
Ülkücülerin siyasi hamileri varmış, bakın bir başka ülkücü ne yazıyor:” On üç yıl cezaevinde yattım. İçeride iken İktisat Fakültesi bitirdim. Çıktıktan sonra da dondurulmuş hakkımı kullanarak İTÜ’den İnşaat Mühendisi olarak mezun oldum. O eski MHP-DSP koalisyonu zamanında bir Sivaslı’ya ihâle eden taahhüt işini bacılarımdan aldığım ödünç altın bilezikleri ile devraldım. Çalıştım kazandım, evlendim; çocuklarım oldu. Lâkin başında güya bir ülkücün bulunduğu bir Belediye döneminde iş alamadım ve battım, şimdi hiçbir şeyim yok! Avel avel dolaşıyorum, eşim de huzursuz ben de!”
Evet ülkücülerin siyasette hamileri varmış, oturdukları zaman bir dönümden fazla yer kirletiyorlar. Bakın Hakk’ın rahmertine kavuşmuş bir ülkücüyü bir başka ülkücü anlatıyor: ”Ağabey o çok yiğit adamdı, bir yumrukta birkaç kişiyi düşürecek kadar yiğitti! Öyle bir olayda da bir ölüm vak’ası onunla ilişkilendirildi, o sebeble çok defa cezaevine girdi çıktı. Bizden büyüktü, herhalde ilk kuşak ülkücüdür. Üçü kız dört çocuğu var, o hayattayken bile geçim sıkıntısı çekerlerdi. Fakat öldükten sonra çocuklar rezil oldu, tutanın elinde kaldı.”
Ülkücülerin hamileri varmış, ki en başta siyaset! Acaba kaç kişiyi kurtarmışlar, kimlere normal hayatın yolunu açmışlar! Zenginler varmış, yazları helikopter ile Ege’deki yazlığına gidip geliyor! Elbette gidecek kimsenin gözü yok! Lakin insan bir kere arkasına bakmaz mı? O geyik sohbetlerinde “Ülkücülük-Türklük-Türkmenlik” ağızlardan düşmez de, aksül amel nerede? Zavallı ülkücüler benden başka kimseniz yok, ben de kuru kuru yazıyorum! Çünkü sizlerden hiç farkım yok! Yaşa yaşa, çok yaşa, ne zamana kadar! Karatoprağa kadar!
Geçmişe hürmet ve özlemle.