H. NURCAN YAZICI
Basında yer alan şiddet haberlerinden oldum olası çok rahatsızlık duymuşumdur. Hele konu bir de kadın olunca!
Kadının başarılarıyla, uzlaşı ve sevgi üzerine yaptıklarıyla haber olması yerine sürekli olarak, bir kavganın ve şiddetin içinde, mağdur olarak gözükmesi fazlasıyla üzücü…
Son olarak “kadının kadını incitmesi ve aşağılaması” şeklinde basına yansıyan “Deniz Çakır” olayının da doğru okunmadığı kanaatindeyim. Birilerinin aksine suçlu ve mağdur aramıyorum… Zaten, bilginin ve bilincin olmadığı bir yerde, kim haklı, kim haksız ortaya koyamazsınız.
Ben sistemin kadınları, yaşadığı topluma bile nasıl yabancılaştırdığını ve savurduğunu sorguluyorum.
Deniz Çakır’ın ve insanlarımızın bilmesi gereken şu;
Sosyal hayat denilen şey ve mekânlar artık (türbanlı türbansız) herkesin.Onlar dedikleriniz, oturduğunuz rezidansın sakinleri ya da yaşadığınız evin yan komşusu… Kaçınılmaz olarak da, takıldığınız kafenin müşterileri oluyorlar. Dolayısıyla markalarını konuşturanlar da, marka kafelere takılanlar da, bir şeyler içmek için şöyle bir kafeye uğrayanlar da aynı toplumun insanları…
Yani, düşünce ve görünüş farklı olsa da, hepsi biziz!
Türbanlı türbansız;
Kimse kimseye haksızlık yapmasın. Aynı toplumda yaşıyor ve aynı sosyal alanlarda bulunuyorsanız, aynı resimde görünmenizden daha doğal ne ola ki?
Sıkıntı kafe değil, sıkıntı, kadının o alanlar içinde kendini özgür görme gafletinde bulunması… Sıkıntı, kadının kendine yakışanın ne olduğunu idrak edememesidir.
O vakit kadında olması gerekeni ve kadına yakışanı yazalım.
Kadına en çok, bilgi, zarafet, yaşadığı toplum değerlerinin bilincinde olmak, hal ve hareketlerinin, “inandıklarına ve taşıdığı fikre” olan uyumu yakışır.Toplumun ana gücü olan kadının, aynı zaman da toplumun öznesi olduğunu, varlığının zedelenmesi halinde toplumun da yara alacağının bilmesi gerekir.
Kadın sarılacağı ve savunacağı fikirlerin ve de inancın gereğini yaparken, değerlerini nerelerde arayacağının idrakinde olmalıdır.
Ait olma ve bütünlük duygularınızı yitirdiğiniz an işte böyle bir kavganın ve “kullan at” kültürünün tarafı olup çıkarsınız.
Orada yaşananları kadının; kendinin ve kimliğinin farkında olamaması olarak tanımlıyorum.
İnsanlık tarihine baktığımızda kadın, belki yöneten olamamıştır ama sosyal yaşamı örgütleyen ve güzelleştiren olmuştur. Hatta zaman zaman tecrübenin, bilginin kaynağı olarak toplumun entelektüel rolünü bile üstlenmiştir.
Bugün ise kadın sıradan heveslerine kapılmış vaziyette, aile ve toplum içindeki rolünün yanında, kimliğini kaybettiğinin farkında bile değildir… Birileri tarafından sorumluluklarının hatırlatılmasını bekler durumdadır.
Sonuç olarak, ülke kadınlarımız “toplum ve kendi sorunları karşısında” ne bir dayanışma ortaya koyabilmişler ne de bir bilinç ve bilgilenme hareketi başlatabilmişlerdir. Dolayısıyla bu halleriyle de toplumunu etkileyen, eğiten ve örgütleyen olmaları mümkün gözükmemektedir. Üstüne üstük bir de bu türden kısır çekişmelerle yine en çok kendilerini yaralamaktadırlar.
Yazdıklarımla ve kadını anlatırken fazla iç açıcı olamadığımın farkındayım ama bilin ki, dost acı söyler. Ben de sizlerden biriyim. Birçoğunuz gibi bütün çabam; zarif, alçak gönüllü, bilgiyle konuşan, yüreğine danışan, toplum sorunlarının bilincinde, kendi fikri ve inancıyla derinleştirmeye ve de cehaletin gözünü açmaya çalışan cesur kadınlardan birisi olmak.
Esen kalın.