Bülent Vedat Aydemir
SULTAN I. İBRAHİM – SAMUR KÜRKLER – CİNCİ HÜSEYİN HOCA
2. BÖLÜM
Cinci Hüseyin Hoca
Yukarıda bahsettiğim gibi Sultan I. İbrahim’in cinsel yetersizliği saray hekimlerinin tedavisi ve Cinci lakabıyla bilinen Hüseyin Hoca’nın hazırladığı macunlarla ve telkinleriyle giderilmişti.
Kimdir bu Osmanlı sarayını karıştıran ve kimilerince Osmanlı Rasputin’i de denilen Cinci Hüseyin Hoca?
Kösem tarafından saraya çağrılan, Sultan’ın cinsel problemlerini hazırladığı macunlarla ve telkin metoduyla gideren, sinirlerini yatıştıran, daha sonra medreseyi bırakıp saraya yerleşen ve İlmiye sınıfına kabul edilen; Sultan İbrahim’i etkisi altına alarak devrin siyasî olaylarında rol oynayan padişah hocası ve Anadolu kazaskeri; daha sonra Sultan’ın psikolojisini gel-git haline getirerek kendisine maddi çıkar sağlayan, saray eşrafını etkisi altına alarak hiç çekinmeden rüşvet alarak servetine servet katan bu cinci Hüseyin Hoca Efendi gerçekten kimdir?
Doğum tarihi tam olarak bilinmemekle beraber 1600’lü yılların başlarında doğduğu tahmin edilmektedir. Babası ve dedesinin Safranbolu’nun tanınmış şeyhlerinden olduğu bilinmektedir.
İlk eğitimini babasından alan Hüseyin Efendi, daha iyi bir eğitim alabilmesi için İstanbul’da medrese eğitimine gönderilmişti. Bir süre Süleymaniye medreselerinden birine devam etti.
Bu sıralarda sihir, büyü ve efsun işleriyle de uğraşıyordu. Cinlerle irtibata geçtiği, nefesinin kuvvetli olduğu ve yaptığı dualarla dertlilere deve hastalara şifa dağıttığı konuşulmaya başlanmıştı.
Medresedeki hocasının İzmir kadılığına tayin edilmesi üzerine boşta kalmış ve geçimini tamamen bu işten kazanmaya başlamıştı. Çok kısa sürede ismi bütün Osmanlı’ya yayılmaya başlamıştı. Etrafa namı yayıldıkça bu işten daha çok para kazanmaya başlamıştı. Hüseyin Efendinin bu halinden hocaları ve yakınındakiler hiç de memnun değillerdi. Hüseyin Efendiyi dışlamışlardı bu yüzden de medreseden mezun olamamıştı.
Hüseyin Efendinin namının yayıldığı sıralarda Osmanlı tahtına psikolojik rahatsızlıkları bulunan Sultan I. İbrahim geçmişti. Hüseyin Efendinin namını duyan Kösem Sultan padişah İbrahim’i tedavi etmesi için onu saraya çağırtmıştı.
Gerek saray hekimlerinin gerekse de Hüseyin efendinin telkinleriyle padişahın rahatlaması ile birlikte onun namı daha da yayılmıştı. O artık padişaha şifa veren ünlü bir hoca (Cinci Hüseyin Hoca) olmuştu.
Padişahın tedavisi ve eskisine nazaran daha iyi duruma gelmesinde saray hekimlerinin mi yoksa bu efsuncu hocanın mı katkısı olduğu bilinmemekle beraber daha çok hoca’nın ismi ön plana çıkmıştı.
Bu hocanın padişahı nasıl tedavi ettiği bilinmiyordu ama padişah şifa bulmuştu.
İbrahim Han’da bu hocanın derdine derman olduğuna kanat getirmiş ve hocayı çok sevmişti.
Bunu fırsata çevirmek isteyen Hüseyin hoca, Sultan İbrahim’in psikolojisini gelgitli hale getirerek kendisine çıkar sağlamaya, Sultan ile birlikte saray eşrafının çoğunu yaptığı garip uygulamalarla etkisi altına almaya ve her iş için çekinmeden rüşvet almaya başlamıştı.
İşte Cinci Hoca lakabını da bu sırada edinir.
İbrahim Han, Şeyhülislâm’ın ve Ulema’ların uyarılarına rağmen medreseyi dahi bitirmeyen eğitimsiz ve üfürükçü Hüseyin Efendiye devrin en büyük ilim merkezlerinden olan Sahn-ı Seman ve Süleymaniye medreselerinden birine müderris (Profesör)olarak atamış, ikameti için Mahmut Paşa camii yanında dayalı-döşeli saray yaptırmış, ardından İstanbul kadılığı unvanıyla Galata kadılığına daha da önemlisi padişah hocalığına getirmişti. Yine İbrahim Han’ın emir ve isteğiyle Anadolu Kazaskerliği yapmış Karaçelebizade Mahmut efendinin kızıyla evlendirilmişti.
Hızla yükselen Cinci Hüseyin hoca padişahın bu yüksek sevgisinden de faydalanmak suretiyle kendisine muhalefet eden başta devrin önemli askeri ve idari yöneticilerinden olan Kemankeş Mustafa Paşa olmak birçok yöneticiyi hile ve desiselerle katlettirmek suretiyle gücüne güç, ününe ün ve servetine de servet katmaya başlamıştı.
Ortada hiçbir rakibi kalmayan Cinci Hüseyin, son olarak da Anadolu Kazaskeri olmuştu.
Çok kısa sürede yükselen ve önemli mevkilere gelen Cinci hoca, rüşvetlerle atamalar yapmaya, makamları adeta açık arttırma usulüyle para karşılığı satmaya başlamıştı. Doğal olarak, para ile makam satın alanlar da gittikleri yerlerde ödedikleri bedelin karşılığını alabilmek için halkı soyarken düzen bozulmaya, kargaşa ve fesat büyümeye başlamıştı.
Dedikoduların artması ve saray ricalinin teşvik ve ısrarlarıyla sultanın gözünden yavaş yavaş düşmeye başlayan üfürükçü-cinci hoca rüşvet aldığı, dini kötüye kullandığı ve görevini suistimal ettiği gerekçeleriyle 1646’da kazaskerlik görevinden alınarak saraydan uzaklaştırılmıştı. Önce İzmit’ sonra da Gelibolu’ya sürülmüş, Padişahın affı neticesi İstanbul’a döndüyse de İbrahim Han’ın öfkesine uğramış tekrar Gelibolu’ya sürülmüş, ama bir yolunu bulup tekrar İstanbul’a döndükten sonra da boş durmamış üfürükçülüğe devam etmiştir.
İşin tuhaf tarafı defalarca görevden uzaklaştırıldığı halde her defasında nasıl olduysa affedilmiş ve daha büyük bir görevle insanların karşısına çıkmış, gittiği yerlerde insanları çok çabuk etkilemiş ve ününü kat be kat arttırmıştır..
Cinci Hüseyin Hoca 1648’de İbrahim Han’ın vefatı ile başıboş bir halde kalmıştı.
İbrahim’in tahtan indirilip öldürülmesi ile koruyucusuz kalan cinci hoca, IV. Mehmed’in Cülus töreninde yeni sadrazam Cinci Hüseyin Hoca’dan 200 kese akçe getirerek biat etmesi istenmiş, önce vermek istemeyince darp edilmiş daha sonra bir nevi gizli, üstü örtülü rüşvet teklif ederek, padişaha hoca olursa ayarı düşük birkaç yüz akçeyi vermeyi kabul etmişse de bu kabul edilmemişti.
Bunun üzerine Hüseyin Efendinin evi basılmış Kendisi ve birtakım takipçileri de tutuklanmıştı.
Bir başka anlatıya göre de IV. Mehmed’in cülûsu münasebetiyle kapıkulu askerlerine verilecek bahşiş için kendisinden 200 kese akçe talep edilmiş. Kayınpederi Karaçelebizâde Mahmud Efendi tarafından, cülûs bahşişi için devlete para yardımında bulunursa kazasker emeklilerine tevcih edilen arpalıklardan verileceğini belirtilmiş buna rağmen Hüseyin Efendi parası olmadığını öne sürerek istenen meblağı ödemeye yanaşmamıştı.
Fakat durumunun kötüye gittiğini anlayanca ayarı düşük, eksik ve silik paralarla kırık altınlardan ayırıp bir miktar vermeye razı olmuşsa da evinin basılması üzerine paniğe kapılarak ve dama çıkmış, beş altı metre yükseklikten atlayarak komşusunun evine sığınmıştı. Ancak burada gizlendiği yerden çıkarılarak feci şekilde dövülmüş ve sadrazamın huzuruna getirilmişti. Burada da kendisinden tekrar istenen 200 kese akçeyi vermek istemeyince Paşakapısında hapsedilmişti. Bu arada veziriazama, kendisini yeni padişaha hoca yaparlarsa 100 kese akçe verebileceğini bildirdiyse de bu teklifi kabul edilmemişti.
Artık sonu yaklaşan Cinci Hüseyin Hocanın evinde yapılan aramada iki yüz kese akçeden başka, sandıklar dolusu altın, çeşitli denkler ve bohçalar içinde gizli mücevherat elliden fazla Samur kürk ele geçirilmiş malı mülkü gözü önünde müsadere edilmişti.
Cinci Hoca’nın sadece altın ve gümüş kap-kaçağının değeri 200 kese akçe civarındaydı.
Bu arada bazı hayır kurumlarına vakıf diye kendisine temlik ettirdiği tarla ve köylerin mülk nameleri elinden alınarak üzerinde sadece zeamet ve tımarlar bırakıldı. Yapılan tahkikatlardan sonra Hüseyin efendi’nin yaptığı görevler sırasında birçok rüşvetler aldığı, medreselerde haksız yere paralar topladığı ve böylece servetine servet kattığı ortaya çıkmıştı.
Kazaskerlikleri zamanında yazdığı rûznâmeler (günlük masrafların yazıldığı defter, hazineye girip çıkan eşya ya da paraların günlük işlendiği defter) getirtilerek yaptığı müderrislik ve kadılık tevcihleri sayılan Hüseyin Efendi’nin gerek bunlardan gerekse rica ile yaptırdığı tayinlerden ve bu arada padişahtan aldığı hediyelerle paralar hesaplandı, mutat giderleri düşüldükten sonra nakdî varlığının 3000 keseden fazla olduğu anlaşıldı.
Cellât Kara Ali tarafından mahpus tutulduğu yerde işkence ve ölümle tehdit edilerek paralarının bulunduğu yerler söylettirildi. Gerçekten on iki güğüm çil akçesiyle eski ve yeni meskûkâttan 70.000 kuruşunun bulunduğu görüldü
Ayrıca Süleymaniye vakfından haksız yere aldığı paralar ilk günden itibaren hesaplanarak 15.000 kuruşa varan bu meblağ ilgili vakfa iade edildi.
Hoca’nın evinde bulunan IV. Mehmed’in cülûs bahşişi için dağıtılan bu paralar bir süre halk arasında “Cinci akçesi” adıylaanılmaya başlaması üzerine akçeler piyasadan toplatılmıştı.
Hüseyin Hoca bir süre tutuklu kaldıktan sonra Habeşistan’a sürüldüyse de Kırım Hanının aracılığıyla İstanbul’a geri dönmüştü. İstanbul’da gene boş durmamış paralarının gasp edildiğine dair sağda solda konuşmalar yapmak, İbrahim Han’ın kanı davasını bahane eden Sultan Ahmet camii vakasında tahrik ve kışkırtmalarda bulunmak, dedikodu ve iftiralarla sarayı karıştırmak ve tehditlerde bulunmak suçlamalarıyla yargılandıktan sonra 1648 Ekim ayında idam edilmiştir.
Safranbolu’daki altından geçen su yolu üzerine galeri şeklinde yapılmış kemerler üzerine oturmakta olan Cinci Han, Cinci Hamamı ve han ile hamam arasındaki 50 dükkân 17. yüzyılda Anadolu Kazaskerliğine kadar yükselen Safranbolulu Cinci Hoca tarafından yaptırıldığı kuvvetle muhtemeldir..
Cinci Hoca,”Cinci Hüseyin Efendi”,”Karabaşzade Hüseyin Efendi” veya “Kazasker Hüseyin Efendi” adlarıyla da bilinir.”
.
İşte özetle Cinci Hüseyin Hoca budur!
Devlet otoritesinin yok olduğu, sarayda iktidar mücadelesinin yaşandığı bu devrin tipik bir siması ve yozlaşmışlığın sembolü olarak tarihteki yer almıştır.
İki bölümden oluşan bu çalışmada, Sultan I. İbrahim döneminde Osmanlı yönetimindeki yozlaşmanın hangi boyutlara ulaştığını özetlemeye çalıştım.
Burada yazdığım hususlarda Osmanlı, İslam, Türkler ve diğer ansiklopedilerden, ayrıca önemli tarihçilerimizin eserlerinden faydalanılmıştır.
Bazı konular vakanüvislerin aktardığı rivayetlerden ibaret olsa dahi, ana hatları ile yanlışlığı ortaya konulmamıştır.
Tarihimizin bu sancılı dönemlerinden alınması gereken önemli dersler vardır.
Özellikle Hürrem’den başlayıp, Safiye ve Kösem’le kangren hale gelip, Hatice Turhan sultanla zirveye tırmanan yabancı asıllı sultan eş ve validelerinin devlet yönetimindeki yozlaşmalarda ve özellikle Hürrem’in desteğiyle Rüstem Paşa zamanında başlayan rüşvet denen illetinin yaygınlaşmasında oynadıkları roller çok önemli ibret vesikalarıdır.
Bunun yanında, yönetim ve toplumun akıl ve ilimden uzaklaşıp, efsunlardan, büyülerden ve cinci lakaplı sahte hocalardan medet umması da ayrı bir acı gerçektir.
Yüce dinimizi şahsi çıkarları için kullanmaktan çekinmeyen, gerektiğinde devlet siyasetini de etkilemeye çalışan şeytan ikizi kişilerin bu yozlaşmada nasıl etkili oldukları da acı bir şekilde gözler önüne serilmektedir.
Sultan I. İbrahim döneminde oluşan bu olaylar burada kalmamış diğer sultanların önünde patlamaya hazır bir bomba olarak daime yer almıştır.
Son Fetö kalkışmasının oluştuğu zemin de detaylı incelendiğinde, bu ihanetin anlatmaya çalıştığım Cinci hoca olayının başka boyutu olduğu daha iyi anlaşılır.
En önemli benzerliği de İktidara gelmek veya kaybetmemek için dini duyguları sömürmek suretiyle dinen aydınlatılmamış, cahil bırakılmış toplumun hassasiyetlerini kullanarak isim yapmış ve belirli konumlara ulaşmış kişi veya guruplardan medet umulmasıdır.
Yazımın başında da belirttiğim gibi “tarih Geleceğimizi kaybetmemek için geçmişimizi unutmamamızı sağlar.”