H. Nurcan YAZICI
Teşkilat yapılanmalarında ve siyasi uygulamalarında kadını yok sayanların, toplum sorunlarıyla ve şiddetle ilgili hiçbir çözüm ortaya koyamayanların, “kadına şiddeti” gündeme getirmeleri, “kadın” üzerinden siyaset yapıyorlar görüntüsü veriyor…
Mesele siyasetinizde sözlerinizle, ortaya koyduğunuz resmin örtüşmesi… Doğru tespit ve çözümlerle toplumun önüne çıkmanız… Ayırım yapmadan, insanların değer bulduğu politikaların eylemcisi olmanız.
Şiddetin boyutunu, nasıl doğup, hangi ortamlarda beslendiğini konuşmak nasıl bilgi ve sorumluluk istiyorsa, çözümün ilk basamağı olan aile kurumunun yok edilmeye çalışıldığını, eğitimindeki yanlışları ve insan eğilimlerinin gidişatını ele almakta samimiyet ve ciddiyet ister.
Batının politikalarına ve Avrupa Birliği (AB) uyum süreci projelerine teslim edilen kadın kimliğinden rahatsızlık duymuyorsunuz, Avrupa’nın öngördüğü insan ve aile modeliyle birlikte, kendi olmaktan çıkan bir toplum haline gelişimizden bahsetmiyorsunuz, “Yeni Dünya” düzeninin “ailesiz toplum” projesinin toplumda hızla yayıldığının farkında değilsiniz ama“kadına şiddeti” konuşuyorsunuz!
Kadın ve erkeği ayrı ayrı konuşmanın en başta aile kurumuna vereceği zararı görmek zorundayız.
Çoluk-çocuk, genç-yaşlı, kadın-erkek toplumumuzun her kesiminde yaşanırken, kadın ve erkeği birbirine eş-eşit diye tanımlarken ve neredeyse insanlarda yaşam biçimi haline gelmişken, ŞİDDETİ, sadece kadın kimliği ile özleştirmek, bir tek kadın sorunuymuş gibi ele almak, boşa nefes tüketmektir.
“HER TÜRK ASKER DOĞAR” diyerek “kadın ve erkeği” birbirinden ayırmayan bir geleneğin sahibi olan bizlerin, bu kadar yaygın olan bir eylem biçimine(şiddete) kadın erkek ayırt etmeden, toplum üzerinden çözümler aranması, en akılcı harekettir.
Kadın ait olduğu toplumla, aile yaşantısıyla, inancıyla, toplumsal değerlerler içinde ki yeriyle, sosyal hayatı ve eğitimiyle bir bütün olarak değerlendirilmeli; kadınla ilgili sorunlar ele alınırken de bu farklılıklar göz ardı edilmemelidir.
Kadın her yerde “kadın” ama, yaşadığı toplumun ona yansıttıklarıyla, sorunlarının ortaya çıkışı elbette farklılıklar gösterecektir. Dolayısıyla ülkemizde “kadına şiddet” konusuna, dünyanın her yerinde yapılan yorumlarla ve çözümlerle yaklaşmak akılcı ve sonuca yönelik bir çalışma olmasa gerek.
Batı özellikle Sivil Toplum örgütleriyle, tek tip kadın modeli yaratma adına, bu farklılıkları yok etmeye çalışmış, kadın kimliğini tanımlarken de (geleneksel ve milli değerleri yok sayarak) her zaman kendi dilini ve değerlerini kullanmıştır.(Maalesef şimdilerde medya ve sivil toplum örgütleri vasıtasıyla, Türk ve Müslüman kadının kimliği kırılma noktasına gelmiştir.)
Buradan varacağımız nokta, toplum olarak değerlerimizi ve bu değerlerin insanlara yansıma biçimini tekrar tekrar sorgulamamız gereğidir. Tarihimizin ve inancımızın kadını onurlandırdığı, milli kimliğimizden ve manevi değerlerimizden yardım almak dururken, sorunlarımıza çareyi Batı zihniyetindeki “politik kavramlarla, cezaları içeren tedbirler ve çözümlerde” aramak havanda su dövmek olsa gerek.
Bizlere düşen Hukuk’un sağlıklı işlemesine, eğitim programlarıyla toplumda şiddete karşı bir bilinç oluşturulmasına katkı sağlamak. Kadın ve erkek, cinsiyet ayrımcı söylemlerden kaçınarak, öz kimliğimize sahip çıkmaktır. Kadın ve erkeğin (toplumsal değerler çerçevesinde) aynı erdem ve “ayıp” duygularına sahip olacak şekilde eğitilmesi, şiddeti engelleyecek önemli bir adımdır.İnsanların içine ne kadar sevgi ve merhamet koyabilirseniz o kadar, hayatından şiddeti çıkarır.
İmdi; Siyaset ve medya sonra da hepimiz, dillerimizden ve yüreklerimizden şiddeti çıkararak işe başlayabiliriz. Sevgiyle kalın!