TÜRK KÜLTÜRÜNDE OKSIZLIK
(BAĞIMSIZLIK – İSTİKLÂL)
— BİLGE HAN’DAN ATATÜRK’E —
Bülent Vedat AYDEMİR
Türklerin en eski karakteristik özelliklerinden birisi de “Oksızlık” olarak ifade edilen egemenlik ve bağımsızlık anlayışıdır. Türklerin göçebe/yarı göçebe bir hayat tarzına sahip olmaları ve bozkır kültürü egemenlik ve bağımsızlık duygusunun oluşmasında önemli bir rol oynamıştır.
Bu özellik binlerce yıl devam etmiş, Atatürk’ün de belirttiği gibi, bağımsızlık (Oksızlık – İstiklâl ) her Türk’ün kaderi olmuştur.
Orhun Kitabeleri’ndeki
“Çinlinin tatlı sözüne, yumuşak ipeğine aldanıp, Türk Milleti, çok çok öldün! Böyle giderse, daha da öleceksin!
Sonra, güneyde Çogay Ormanı’na, Töğültün Ovası’na kadar konayım dersen; Türk Milleti, öleceksin!..
Türk Milleti! Acıkırsan tokluğu, bir doyarsan da açlığı düşünmezsin. Böyle olduğun için, seni doyuran Kağanının sözünü dinlemedin, gittin. Gittiğin yerlerde hep mahvoldun, yok edildin. Orada, geri kalanınla her yere zayıflayarak, ölerek yürüyordun.
Tanrı buyurduğu için, devletli olduğum için size Kağan oldum.” (Bilge han kitabesi kuzey yönü) İfadelerinden de anlaşılacağı gibi egemenliği ve bağımsızlığı kaybetmek, Türk milleti için en büyük felaket olarak görülmüştür. Burada Türk milletinin siyasi bağımsızlığının yanında kültürel bağımsızlığın kaybedilmemesinin ne kadar önemli olduğuna dair çok kuvvetli bir vurgu yapılmıştır.
Türkler bu temel düşünceleri gereği, bir araya gelmişler, devlet kurmuşlar ve devletin bekası için canlarını bile feda etmekten çekinmemişlerdir.
Bilindiği üzere devlette gerçek istiklâl, bunun yalnız idareci zümre tarafından istenmesi ile değil, halkında aynı şuur içinde bulunması, yani istiklâl düşüncesinin bütün toplulukta ortak bir arzu halinde var olması şeklinde belirir. Böyle bir ortak şuur Bozkır Türk cemiyet ve devletinde çok eskiden beri daima mevcut olmuştur… Bu istiklâl duygusunun temeli Türk kültüründe yatmaktadır.(1)
Bozkırlı Türkler geçim vasıtaları olan hayvanlarına verimli otlaklar, hür iklimler bulabilmek için sürekli yer değiştirmek ihtiyacını hissetmişlerdir. Bu da onları yerleşik “köylü” hayatından uzak tutmuş ve bozkırın zorlu şartlarıyla sürekli mücadele etmeyi zorunlu kılmıştır.
Bozkırlı açısından normal sayılan hayat, ağır hareketli sığırla yapılan ziraatin ürününü almak için ekim, yağmur, hasar mevsimlerini tevekkülle bekleyen sakin köylü hayatı değil, fakat süratle savaş seferberliği haline dönüştürülebilen bozkır ekonomisinin mümkün kıldığı aralıksız ve azimli bir hayat mücadelesi olmuştur.
Uzun vadede olabilecekleri derinlemesine düşünmek, her türlü darlığa karşı ihtiyatlı olmak mecburiyeti gelecekle ilgili hususlarla yakından ilgilenmeyi gerektirmiştir. Bu da birlikte yaşamayı, yardımlaşmayı ve dayanışmayı beraberinde getirmiştir.
Hürriyet duygusu ile paralel giden bu mücadele melekesi bozkır insanının kurduğu ailede kendini göstermiş, sonra sırasıyla boy, budun ve nihayet il ölçüsünde genişleyerek siyasi topluluğun fertleri arasında ortak değer hükmü kazanmak suretiyle devlette istiklâl kavramına vücut vermiştir.(2)
Türklerde ülke ve vatan telakkisi, Türk devlet düşüncesine paralel şekilde, bütün öteki göçebe veya köylü (yerleşik) kavimlerden farklı olarak, siyasi istiklâl fikri ile beraber yürümüştür.(3)
—
Mete Han’dan aldığı yüksek ülkü ile dünya tarihinde milliyetçiliği devlet siyasetinin temeli sayan ilk devlet adamı olan Çiçi Kağan, Milattan Önce 56-35 yılları arasında kağanlık yapmış bir Türk hükümdarıdır.
Çiçi Kağan, engin Türk tarihinin derinliklerinde kalmış, eşsiz kahramanlarından birisi, büyük idealleri olan; Türklere batıyı öğreten, Avrupa’nın kapılarını gösteren Büyük Türk Hakanı’dır.
Kardeşi Ho-han-yeh Çin himayesini kabul edip, halkının bir kısmını Çin’in kuzey sınırındaki Ordos’a gönderirken, Çin’e bağlanmayı kabul etmeyen Çi-çi Kağan, kendine bağlı boylarla batıya çekilir (M.Ö. 54) ve Çu -Talas boylarında bağımsızlığını ilân eder.
Çi-çi, Talas Irmağı boylarında kurduğu şehirde kalabalık Çin ordularının muhasarasına maruz kalır. Meydan savaşına alışkın olan Hun ordusu, kale savunmasında başarılı olamazlar ve Çinlilere yenilirler (M.Ö. 35).
Çiçi Kağan Kaleyi teslim almak için gelen Çin elçilere gelir söylediği şu sözler sonsuza kadar Türklere ışık tutacak niteliktedir:
“Boyun eğmeyeceğiz.
Atalarımızdan toprakla birlikte devraldığımız devletimizi / istiklâlimizi feda edemeyiz.
Mücadele edecek savaşçılarımız hâlâ mevcut iken devletimizi / istiklâlimizi korumalıyız.
Boyun eğmeyeceğiz, çünkü bu, şan ve şerefle yaşamış olan ecdadımıza karşı yapılması mümkün hıyanetlerin en büyüğüdür.
Atalarımız bize geniş ülkelerle birlikte hürriyet ve istiklâl emanet ettiler. Savaşçı ve süvari hayatımız sayesinde yabancıları titreten bir millet olduk. Korumakla mükellef olduğumuz bütün bu emanetleri adi bir ömür uğruna feda edemeyiz.
Hepinizin de bildiği gibi savaşta yiğitlerin kaderi ölümdür.
Biz ölsek de kahramanlığımızın şanı yaşayacak, çocuklarımız ve torunlarımız diğer kavimlerin efendisi olacaklardır.”
İçlerinde çocuk ve kadınların da bulunduğu 1518 kişi Çiçi Kağan ile beraber savaşarak öldüler. (MÖ 35)
Bu sözler aynı zamanda dünya edebiyatında milliyet duygularının ilk dile gelişidir.
—
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilsun’un “Köl-Tigin yazıtı bir nutuk metni midir” makalesinde Köl-Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarının birer nutuk metinleri olduğunu belirtmiştir.
Aynı şekilde Prof. Dr. Zeynep Korkmaz da “Bilge Kağan’dan Mustafa Kemal Atatürk’e” başlıklı makalesinde, Orhun Yazıtlarındaki hitap biçimlerinin söylev ya da Nutuk metnine uygun olduğunu belirtmiştir. Zeynep Korkmaz ayrıca, Atatürk’ün Nutuk metnindeki dili ile Bilge Kağan’ın dilini de karşılaştırır ve iki devlet büyüğünün milleti için kaygısını gözler önüne sermiştir.
Korkmaz; Atatürk’ün büyük Nutuk’unu bugünkü Türkçeye aktarırken, buradaki bir kısım görüşlerin Bilge Kağan ve Köl Tigin kitabeleri ile büyük ölçüde öz ve ruh birliği içinde olduğunu sezdiğini belirtir ve “Bu kanaatim, bu yıl yayına hazırladığım ve basılmakta olan kaynak belgeler niteliğindeki Atatürk’ün Türk dili ile ilgili görüş ve yazılarını değerlendirirken daha da kuvvetlendi. Çünkü Atatürk’ün daha büyük Nutuk’unu yazmadan önce Türk tarihinin ve Türk dilinin çeşitli yerli ve yabancı kaynakları yanında, özellikle Orhun Abidelerini N. Asım’ın ve V. Thomsen’in yayınlarından da takip ettiğini ve Necip Asım metnini birçok yerde çizerek veya bazı yerlerine “önemli” diyerek çarpı (x) veya soru (?) işaretleri koyarak üzerinde düşündüğünü gördük.
Ayrıca Bilge Kağan’ın ağzından dile getirilen ve “Türk“ adını taşıyan ilk Türk devletinin yeniden kuruluşunu hazırlayan kurtuluş mücadelesi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu hazırlayan İstiklâl Savaşı arasında, tarihî şartlardan ve Türk milletinin kendi kültürel özelliklerinden kaynaklanan benzerlikler yer almış bulunmaktadır. İki büyük devletin kuruculuğunu veya önderliğini yapmış olan iki büyük devlet adamının millete olan derin bağlılıklarından ve devlet anlayışlarındaki inceliklerden gelen vasıfları dolayısıyla, milleti yönlendirmedeki tutumları ve milletin geleceğini garanti altına alma şartları bakımından göstermiş oldukları hassasiyet noktalarındaki ortaklaşmalar Türk tarihi açısından derin bir anlam taşır. Bu tespitler, bize, Türk devlet geleneğindeki devamlılığın 1250 yıl öncesinden kaynaklanarak, nasıl bir zincir halinde bugüne kadar uzana geldiğini gösterdi. Böylece, Bilge Kağan’ın millete hitabesi ile Atatürk’ün büyük Nutuk’u arasında mahiyetleri bakımından bir karşılaştırma yapma gereğini duyduk.
Bilindiği gibi, tarihî akışın siyasal ve kültürel bir varlık olarak şekillenip devam etmesinde türlü faktörler yer alır. Bu faktörler arasında bir toplumun kendine has özellikleri ile topluma yön verme durumunda olan liderler önemli birer yer tutar. Bunlar, milletçe uğranmış olan felâketli dönemlerde ortaya çıkarak sahip oldukları olağanüstü yeteneklerle, temsil ettikleri toplumları yönlendiren, onları, müstakil birer devlet olma mutluluğuna eriştiren şahsiyetlerdir.
Ne var ki, bu üstün şahsiyetlerin milletlerine miras bıraktıkları ülkenin ve devletin sonsuza kadar devam edebilmesi, ancak gelecek nesillerin bu mirasın ne büyük millî fedakârlıklarla elde edildiklerini bilmelerine ve onların, üzerine titredikleri değerlere bütün benlikleri ile sarılıp sahip çıkabilmelerine bağlıdır. İşte bu sebeple, tarihin yetiştirdiği bu müstesna kişiler arasında, geçirilen bu felâketli dönemleri özlü birer anlatımla yazılı vesikalar halinde tarihe intikal ettirip ölümsüzleştirenler vardır.
Zira tarihi bilmeden bugünü anlamak mümkün olmadığı gibi, gelecek üzerinde isabetli düşünceler ileri sürmek de mümkün değildir.
İşte bu uzak görüşlülüğün iki belirgin örneğini veren üstün vasıflı devlet adamlarından biri Bilge Kağan diğeri de Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Bilge Kağan da Mustafa Kemal Atatürk de yıkılmış ve istiklâllerini kaybetmiş olan birer devleti, istiklâl savaşı safhasından geçirerek yeniden kurma ve teşkilâtlandırma gibi çok ağır birer görevle karşı karşıya kalmış olan önderlerdir.
Her ikisi de kendi toplumlarını millet iradesi, özgürlük kavramı ve demokrasi anlayışı içinde bilinçlendirme ve yönlendirme gücüne sahip birer komutan, yüksek düzeyde birer devlet adamıdır.
Her ikisi de toplumlarının geleceğini karartabilecek tehlikeleri görerek, onların yollarına ışık tutabilecek uzak görüşe sahip devlet başkanlarıdır. Bunlardan Bilge Kağan, kardeşi büyük komutan Köl-Tigin adına diktirdiği Köl-Tigin ve kendi adına ölümünden sonra oğlu tarafından diktirilen Bilge Kağan Abideleri ile; yok olma noktasına gelmiş bir millete hayat iksiri sunmuş olan Mustafa Kemal Atatürk de büyük Nutuk’u ile, Türk ve dünya tarihine milletlerinin geleceğini asırlarca aydınlatabilecek değerde kaynak eserler bırakmışlardır.(4)
Bu makalenin tamamını okuduğunuzda, Köl-Tigin ve Bilge Kağan kitabelerindeki sözler ile Atatürk’ün Nutkundaki sözler arasında önemli benzerlikler olduğunu fark edeceksiniz. Okumanızı tavsiye ederim.
(1) Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu “Umumi Türk Tarihi hakkında Tespitler Görüşler Mülahazalar” s: 122 Ötüken Neşr. 2014
(2) Aynı eser s:123
(3) Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu “Türk Millî Kültürü” s:228 Ötüken Neşr. 2012
(4) Prof Dr. Zeynep Korkmaz “Bilge Kağan’dan Mustafa Kemal Atatürk’e” makalesi