Bülent Vedat AYDEMİR
1. BÖLÜM
Türkler, kültürlerinin temel prensiplerinden birini oluşturan hoşgörüye merkezî bir değer atfetmişlerdir. Farklı kültür ve inanç mensuplarıyla birlikte hatta aynı yönetim altında uyum ve işbirliği ile hayatlarını hoşgörü anlayışı çerçevesi içerisinde sürdürmüşlerdir. İslâmiyet’i kabul ettikten ve Anadolu’yu kendilerine vatan edindikten sonra hoşgörü, eşitlik, adalet, insan sevgisi gibi temel değerlerini İslamî inanç ve prensiplerle harmanlayıp kısmen de yeni yerleşim yerlerindeki çeşitli kültür ve gelenekleri bu sürece katarak kendilerine özgü bir İslamî yorum ve anlayışı da oluşturmuşlardır.
Böylece tarihsel köken itibariyle Türk toplumunun temel değerlerinden biri olan hoşgörü anlayışı çeşitli faktörlerin etkisiyle Türklere özgü bir karakter kazanmıştır. Her şeyden evvel çeşitli inanç, kültür ve yaşam biçimlerine saygılı olma anlamındaki hoşgörü anlayışı, toplumsal istikrar ve dayanışmaya katkı sağlayarak sistemsel bir bütün olan toplumun varlığını sürdürmesinde önemli bir işlevi de yerine getirmiştir.(1)
Türk kültürünü oluşturan dinamik yapının ana kaynaklarının Orta Asya bozkırlarına kadar uzandığı bilinmektedir. Anayurt topraklarında yeşermeye, filizlenmeye başlayan Türk kültürüne ait bu zengin yapı, binlerce yıl süren uzun ve zorlu bir yol izleyerek yaşadığımız topraklara anavatanımıza, Anadolu’muza ulaşmıştır.
Kültürümüzün önemli taşıyıcı unsurları olan dilimiz, Törelerimiz, örf ve adetlerimiz Orta Asya kökenlidir.
Tarihçiler Türk kültür tarihini genellikle üç dönem halinde incelemişlerdir.
Birinci dönem; İslamiyet öncesi, bir başka ifadeyle, Karahanlılar öncesi Orta Asya’da Hun’larla başlayan dönemdir. Bu dönem devletleri Hun’lar, Göktürkler, Uygurlar ve diğer devlet ve yabgu’luklardır.
İkinci dönem; Karahanlılar’ın İslâmiyet’i kabul etmeleri ile başlar, Büyük Selçuklu, Türkiye Selçuklu ve Osmanlı devleti Tanzimat dönemine kadar devam eder. Bu dönemde Türk kültüründe İslamiyet eksenli bir yapılanma ağırlığını hissettirmiş, zaman içerisinde de Türk-İslam anlayışına dayalı bir kültürel yapı oluşmuştur.
Üçüncü dönem ise Osmanlı devletinde batılılaşma hareketlerinin başladığı Tanzimat dönemi ve sonrası Türk kültürü dönemidir. Bu dönem Avrupa’ya karşı yaşanan gerilemeyi durdurabilmek için Avrupa’da gelişme gösteren ilim, fen ve sanayi ile birlikte Avrupalıların kültür ve sanatlarının da yoğun ve etkin bir şekilde alındığı dönem olarak kabul edilmektedir.
İslamiyet öncesi Orta Asya’da yüzyılların birikimiyle oluşan ve zenginleşen Türk kültürü, İslâmiyet’in kabulü ve İslâmi unsurlarla kaynaşmalar sonrasında çok daha zengin bir yapıya ulaşmıştır. Türk kültüründeki bu değişme ve gelişme sürecindeki Türk toplumuna ait değerler Türk töresi doğrultusunda şekillenmiştir.
İslâmiyet öncesi Türk kaynaklarından Orhun abidelerinde ve İslamiyet sonrası dönemde Yusuf Has Hacib tarafından yazılan Kutadgu Bilig’de Türk töresi dört ana başlıkta toplanmıştır. Bunlar: Adalet (könilik), Eşitlik (tüzlük), İyilik-faydalılık (uzluk) ve İnsanlık-üniversellik-hoşgörü (kişilik) dür.
Hoşgörü sözcüğü, Farsça bir sıfat olan güzel, iyi, tatlı, duygu okşayan, zevk veren, ilgi uyandıran, beğenilen ve latif anlamındaki hoş/huş sözcüğü ile Türkçe bir fiil olan görmekten görü sözcüğünün bir araya getirilmesiyle oluşan birleşik bir kelimedir. (2)
Hoşgörü sözcüğü her şeyi anlayışla karşılayarak, kendi düşünce ve inançlarına karşıt/aykırı olan düşünce ve inançları olabildiği kadar hoş görme anlamına gelen bir terimdir. Kültürel, Dinî ve mezhebi farklılıkları ayırıcı bir unsur olarak değil, kültürel çeşitlilik ve zenginlik, bir güzellik olarak görme ve anlama, farklı dil, cins, din inanç ve anlayış bakımından başkalarının varlıklarından rahatsızlık duymama, mutluluk duyma halidir.
Hoşgörü kavramının mefhum ve içerik yönlerinden İslâm öncesi dönemlerdeki Türk kültüründe de var olduğu bilinmektedir. Ancak hoşgörü sözcüğü, Türk kültürünün İslâmi unsurlarla kaynaşması ve şekillenmesiyle birlikte ifade edilmeye başlanmış ve Türkler tarafından terimleştirilmiştir. Temelde aynı özellikleri muhafaza etmekle birlikte, İslâm sonrası içerik ve kapsamı önceki dönemlere kıyasla daha da genişlemiştir.
Halk kültürünün bir parçası iken siyasi, sosyal ve hukuki boyutlar kazanmıştır: evrensel kültürün de önemli bir unsuru haline gelmiştir.
Hoş görmek; Bireyin bulunduğu/yaşadığı çevrenin dışında kalan farklı fikir ve düşüncelerin de var olabileceğini kabul etmek, “benim bildiğim / dediğim doğrudur” anlayış ve dayatmalardan uzak durmak anlamında kullanılmaktadır.
Bir başka tanımda ise insanlar arası ilişkilerde orta yolu takip etmek ve dengeli olmak anlamına gelmektedir. Hoşgörü insanlar arası ilişkilerin olduğu yerde vardır.
Türklerin insana bakışı yaratılış olarak ”her insanın değerli ve saygın” olduğu ilkesine dayanır. Dolayısıyla hoşgörünün temel ilkesi; tüm faaliyetleri ile insanları, doğayı ve çevreyi olduğu halleriyle, varoluş halleriyle kabul etmektir: Bu kabul noktasında da kin gütmeme, düşmanlık beslememe ve tahammül etme vardır. İnsanlar arasında var olan problemlere, sorunlara ve anlaşmazlıklara yenilerinin ilave etmek yerine, bunların çözümüne katkıda bulunmanın yollarını aramak vardır.
Türk kültüründe hoşgörü İnsanî bir niteliktir, kişisel bir erdemdir; hoşgörünün yeri insanın kalbindedir, gönlündedir. Gönülden gelen bir şeyde de ne herhangi bir şeye katlanma, zorlama/zorlanma, rahatsızlık duyma gibi olumsuzluklarının olmaması gerekir.
Hoşgörünün özünde bir sorumluluk duygusuyla birlikte “anlayışlı olma hali” vardır: Görmezlikten gelme ve anlayışsızlık gibi ayrımcılığı, olumsuzluğu ve sorumsuzluğu çağrıştıran kavramlar hoşgörünün sınırları dışındadır.
Özetleyecek olursak hoşgörünün çerçevesini; ırk, dil, cinsiyet, inanç ve düşünce gibi insanın doğuştan getirdiği temel olgu ve değerler oluşturur.
Hoşgörü millî ve manevî değerlerden fedakârlık etmek veya kamu’ya karşı suç işleyenleri âdilce yargılamadan affetmek değildir; haksızlıklar karşısında ses çıkarmama, zulme tepki göstermemenin de hoşgörüyle hiçbir alakası yoktur. Ülke sınırlarına tecavüz edenler, adaletin uygulanmasını engelleyenler, toplum düzenini bozucu, tedhişe, ayrımcılığa ve anarşiye yol açacak eylem ve söylemlerde bulunanlar, her kim olursa olsun, hoşgörü sınırlarının tamamen dışındadır.
Hoşgörü ve Tolerans
Hoşgörü deyimi Latince bir kelime olan tolerans kelimesiyle karıştırılmamalıdır. Tolerans kelimesi XVI. yüzyılda Hıristiyanlar arasında süregelen Katolik kilisesi ile Protestanlar arasındaki din savaşları sonucunda ortaya çıkmış, daha sonraları tüm inançlara karşı kullanılmaya başlanmıştır.
Batı Avrupa’da Protestanlığın ortaya çıkmasında sonra baş gösteren ve mezhepler arasında çıkan (Otuz Yıl Savaşları olarak tarihe geçen) savaşları bitiren Vestfalia (1648) anlaşması sonrasında, birbirleriyle savaşarak bir yerlere varamayacağını anlayan Batı’lılar Hıristiyanlık içerisinde farklı mezheplerden olan insanların birlikte yaşamalarının zaruretine inandılar ve bunun yollarını aramaya başladılar. İşte bu aşamada Tolerans kavramı hukuki bir statü olarak gündeme getirildi. Bu kavrama dinî sözcüğünü de eklemek suretiyle oluşturulan “dinî tolerans” kavramı birçok toplumlar ve kültürlerce ancak birkaç yüzyıl gecikme ile benimsenmeye başlandı.
Tolerans kavramı Batılı ülkelerde genellikle din alanındaki aykırılıklara ses çıkarmama anlamında kullanılmaktadır. Egemen dinin diğer dinlerin varlığını kabul etmesi anlamında dini içerikler de taşıyan bu kavramda hoşa gitmeyen hususlara karşı umursamazlık, ‘bana ne’cilik veya tek taraflı bir ihsan, bağış hatta bir nevi bahşiş gibi muhtevaları da beraberinde taşıdığını belirtmek gerekir. Tolerans kavramı hoşlanılmayan veya kabul edilmeyen fakat zorunlu olarak var olan şeylere karşı olumsuz bir tahammüldür.
Pek hoşlanılmadığı halde mecburen katlanılma, zoraki katlanma durumudur: mecburiyet anlamında bir katlanmadır. “Aslında değmez ama hadi ruhsat vereyim de o var olmaya devam etsin” gibi karşıdaki insanı küçümseme hali; örtülü bir nefret ve kınama söz konusudur.(3)
Hoşgörü ve Tolerans kavramlarının her ikisinde de ana tema sabır’dır. Hoşgörüdeki sabır anlamı ve içeriği itibariyle farklılıklara karşı gönülden bir inanma olduğundan, buradaki sabırda bir zorlanma veya katlanma mevzubahis değildir. Gönülden bir kabul ve rıza, sevecen bir katlanma; kabullenmeye dayalı bir hoşlanma, karşı koymama gibi olumlu bir yaklaşımlar vardır.
Tolerans’ta ise sıkıntı ve katlanmaya yönelik zorlama bir sabır, hoşa gitmediği halde istemeyerek bir tahammül etme vardır.
Hoşgörüde başkasının kendi gibi olmayıp başka olabilme hakkına saygı duyma anlayışı gibi olumlu ve sevecen bir yaklaşım varken, Toleransta ise başkalık gösteren insanlara karşı yabancılık, korku ve kuşku gibi olumsuzluk içeren ayrımcı, dışlayıcı ve ötekileştirici bir yaklaşım vardır.
1. Bölüm dipnotları:
1- Hüsnü Ezber Bodur; Prof. Dr: Kahraman Maraş Sütçü İmam Ün. İlahiyat Fak. Felsefe ve Din Bilimleri. “Örneklerle Türk Kültüründe Dinî Hoşgörü”, Türk Yurdu Dergisi, Aralık 2011, Yıl: 100, Sayı: 212, Sayfa: 35-41
2- Ömer Arslan; Prof. Dr. Cumhuriyet Ün. İlahiyat Fak. Temel İslâmi Bilimler. Böl. “Hoşgörü ve Tolerans Kavramlarına Etmolojik Açıdan Analitik Bir Yaklaşım”: Cumhuriyet Ün. İlahiyat Fak. Dergisi, Yıl 2001, Cilt 5, Sayı:2 Ss: 357-380
3- Ömer Arslan, a.g.m.