TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ NEREYE GİDİYOR?
Ahmet URFALI
İngiliz yazar Thomas Macaulay, sömürgeleştirdikleri milletleri üzerinde hakimiyetlerinin devam edebilmesi için takip edilmesi gereken eğitim sisteminin ana hatlarını şu cümlelerle izah eder: “Hükmettiğimiz yerlerde idaremiz altındaki milyonlarca insanla bizim aramızda iletişimi sağlayacak bir insan tipi ve sınıfı oluşturmalıyız. Öyle bir sınıf ki, kanı ve rengiyle Hintli, fakat damak tadıyla, düşüncesiyle, sözleri ve entelektüel birikimiyle İngiliz olan insanlardan oluşsun.”
Bu sömürge eğitim prensibini emperyalist ülkelerin dünyanın her tarafında uyguladıkları, herkesçe bilinen bir gerçektir. Böylece yerli halkta sömürgecilere karşı duyulan hayranlık, öz değerlere yabancılaşma, inkâr ve aşağılama ile devam ederek ‘’mankurtlaşma’’ ya varıp dayanır. Ayrı bir kültür, dil, inanış ve medeniyetin insanları, gönüllü birer sömürge fedaisi olarak görev yapmaya başlarlar. Zihin, akıl, düşünce ve davranış yönünden tamamen tesir altına alınmış olan bu insanlar, yaptıkları ihanetin farkında varmaksızın yabancıların emrine girerler.
15 Temmuz ihanet girişimi de bu sömürge eğitimin en bariz örneği olup ülkemiz çok büyük bir badireyi atlatma başarısını göstermiştir. Ancak, hiç kimse tehlikenin geçtiğini söyleyemez. Çünkü ihanet örgütü, eğitim kurumları dışında da çok gizli ve disiplinli bir yapılanmayla beraber devletin kılcal damarlarına kadar sızmıştır.
Azınlık ve yabancı okulların kurucuları ve yöneticileri tarih boyunca kendi çıkarları sağlamak amacıyla kendi çocuklarımızı bize karşı kullanmışlardır. ‘’Ajan Okulları’’ olarak tanımlanan bu okullardan yetişenler, işbirlikçi tutum ve davranışlarını sürdürerek yabancıların kuklası olmuşlardır. Tarihte ve günümüzde yaşadığımız bu acı olaylardan hiçbir ibret dersi alamayan yöneticiler Türk eğitimi üzerindeki yabancı etkisini kaldıramamışlardır. Buna bir örnek de 27 Aralık 1947’de imzalanan “Fulbright Antlaşması” ile oluşturulan eğitim komisyonudur. Türk Milli Eğitim Bakanlığı ile ABD tarafından yapılan bu antlaşmayla eğitimimiz üzerindeki kara gölge tesirli bir şekilde devam etmektedir.
Bunun yanı sıra ‘’değerler eğitimi’’ adı altında Milli Eğitim Bakanlığı ile bazı kurum ve kuruluşlar arasında protokol imzalanarak ‘’ne idüğü belirsiz’’ pek çok yapı eğitim sistemimize dahil edilmiştir. Türk Eğitim Sen Genel Başkanı Talip Geylan, haklı olarak bu konuyu gündeme taşıyarak sorumlu ve yetkilileri uyarmaktadır:
“MEB, bazı vakıf, cemiyet ve dernekler ile bazı protokoller yapıyor. Bu kuruluşlar, bu protokollere binaen değerler eğitimi kapsamında okullarda cirit atıyor. Bu yapılar, ‘Değerler eğitimi veriyoruz’ adıyla kendi ideolojilerini çocuklara empoze ediyorlar. Bu şekilde yeni Fetölere zemin hazırlanıyor. MEB’in değerler eğitimini önemsemesini doğru buluyor ve destekliyoruz. Ancak MEB 953 bin öğretmenine güvenmeli ve değerler eğitimini kendi öğretmenleri eliyle vermelidir. Biz bu kadar aciz miyiz ki dışarıdan hizmet alıyoruz?
Değerler eğitimi konusunda illa partner arıyorsa Mili Eğitim Bakanlığı Türk Eğitim-Sen’e gelmelidir. Çünkü Türk Eğitim-Sen’in her üyesi her durum ve koşulda sadece devlete sadakat gösterir.”
Türk Eğitim Sen Genel Başkanı Talip Geylan’ın bu haykırışı mutlaka karşılık bulmalı, Türk Eğitim Sistemi ‘’milli’’ konumuna tekrar getirilmeli, her türlü harici tesirden kurtarılmalıdır.
Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ziya Selçuk, 16 yılın sonunda yeni, güzel ve isabetli demeçler vererek vatan-millet tasası taşıyan herkesi bir nebze rahatlatmış ise de uygulamada neler yapabileceği merakla beklenmekte, başarılı olması için takdir ve teşvik edilmektedir. Selçuk; medeniyet tasavvuru, metafizik temel, evrensel değer, ahlâk eğitimi, güzel gelecek… sözleriyle ümit ışıkları yakmaktadır. Bu amaçlara ulaşmak, ancak liyakatli ve ehil kadrolarla gerçekleştirilebilir. Şimdiye kadar eğitim kadrolarına yandaş atamalar yapılmış, bürokratların ‘’adanmışlık’’ özelliklerine bakılmamıştır. Maalesef, eğitimde gelinen nokta, tam bir faciadır. 16 yıl boyunca yandaş kadrolaşma dışında hiçbir iş yapılmamış, gençliğimiz heba edilmiştir. Samimi dileğimiz; Milli Eğitim Sistemimizin geçmişten hâle, hâlden geleceğe çocuklarımızı, gençlerimizi milli değerlerle donatarak taşımasıdır.
Türk Milli Eğitimine büyük hizmetler vermiş olan değerli hocamız S. Ahmet Arvasi’nin şu sözlerini eğitime yön veren yetkili ve sorumlular akıllarından çıkarmamalıdır: “Türk milli eğitimcisi, eğitim etkinliklerini sürdürürken en büyük desteği milli kültür kurumlarında ve değerlerinde aramalıdır. Esasen günümüzde milletlerin savaşı, bir bakıma kültürlerin savaşı niteliğinde olduğu için her millet kendini demetleyen ve dağılmaktan koruyan bağlara sarılmak ve onları korumak zorundadır. Türk öğretmeni, Türk’ün dilini, töresini, inançlarını, bütün kültür unsurlarını örselemeden geliştirmeye ve onları birer evrensel değer durumuna getirmeye kendini mecbur hissetmelidir. Türk milli eğitimin düzenlerken herhangi bir milletin gözü kapalı taklitçisi olmamak gerekir. Kendi tarihi tecrübesinden yararlanmayan bir millet diğer milletlerin taklitçisi olmak zorundadır. Bu yüzden, milli eğitimin amaçlarını tayinde, müfredatların hazırlanmasında, eğitimin teşkilatlanmasında tarihimiz, coğrafyamız, milli kültürümüz, maddi ve manevi zenginliklerimiz temele alınmalıdır. Milli eğitim bu demektir.”
Bu duygu ve düşüncelerle yeni eğitim-öğretim eğitim çalışanlarına, velilere ve aziz milletimize hayırlı olmasını dilerim.