Fuat YILMAZER
- yüzyılda insanın insan olduğundan utandıracak gariplikler yaşanıyor.
Ebetteki bu sosyal ve kültürel değişimin getireceği olumsuzluklar olacaktır ama adalet sahasında olursa onun anlamı başkadır.
Adalet sistemindeki gariplikleri düşünerek yazıma başlamak üzereydim ki bu sorunun ne kadar devasa olduğunu bildiğimden sadece adaletsizliğin sonuçları içeren kısa hatırlatmalar noktasına yöneldim.
Çevremizde doğuş ve inanış amacımıza muhalif uygulamaları görmek oldukça mümkün.
Türkiye’de uygulanan adalet ve hukuk sisteminde de gariplikler her taraftan fark ediliyor.
Günlük yazılı ve görsel basını takip ettiğimizde bu garipliklerle çok karşılaşıyoruz.
Kapkaççı, hırsız, yankesici, gaspçı, özel veya kamu malını tahrip edip zarar verenler, trafik teröristleri vs. işlediği suçlardan ceza almadan yakalarını kurtarıyor veya şaka gibi çok basit cezalar alıp kısa bir süre sonra serbest kalıyorlar.
Saymaya çalıştığım suçların dışında eşini döven, ölümüne kast edenler veya ölümle tehdit edenler bile adliyeye giriş ve çıkışları arasında fazla zaman geçmiyor.
Bir tarafta bunun gibi enteresanlıklar olurken diğer tarafta çok daha değişik olumsuzlukları görmek mümkün.
Bir kişi şüpheli sıfatı ile gözaltına alınır, sorgulanır, suç ispatı yapılmadan tutuklanır. Hapishanede tutulur, hürriyetinden yoksun, eşinden ailesinde ayrı kalır. Aile maddi ve manevi çöküntü yaşar.
Bazen tutuklu hastalanır ve gerekli tedavi hapishane ortamında yapılamaz, hastalık ilerleyene kadar da dışarı imkânından faydalandırılmaz ve ölme vaktinin yaklaşması kesinleşince salıverilir ve ölür. Öldüğü ile de kalır.
Bunun tam tersi manzarayı da sıkça görmek mümkündür. Tanınmış kişi ve tanınmış bir ailenin bireyi ise “denetimli serbestlik” maddesi uygulanır ve kişi hapishanede tutulmaz serbest bırakılır.
Suçlu dediklerinin suçunu ispat etmekle yükümlü olan kişi veya kurumlar, elde yeterli delil olmadığı halde tutuklanmasını isteyenler ve tutuklayanlara, yaptıkları hatanın, yanlışın karşılığı olarak hiçbir cezai yaptırım uygulanmaz. Yaptırım olmadığı içinde onlar aynı eksiklikleri sıkça tekrarlamakta bir sakınca görmezler.
Uygulamalar arasında ki farklılık vicdanları kanatır, kişinin yakınlarının veya duyan veya şahit olanların devlete ve adalete olan güveni zayıflar. Vicdan kanamasının farkında olmayan yönetenler, toplumsal bozulmanın da kaynağını tespit edemez, olaylara bakışı trene bakmaktan farklı olmaz.
Bir TV Haber Bülteninde şöyle bir haber izlemiştim. “Yol verme kavgası nedeniyle trafikte münakaşa eden kişiler birbirlerini darp ettiler, biri silah çekerek karşısındakine ateş etti. Polisler tarafından yakalanan şahıslar mahkemece “denetimli serbestlik” kapsamında serbest bırakıldılar.”
Konu ile ilgili bir başka üzücü tablo; FETÖ’ cülerin kumpasla Türk Ordusuna zarar verdiği zamanda Nagehan ALÇI isimli bir gazete yazarı, kocaları için mücadele veren subay eşlerine “Bizim askerlerin eşleri ve sevgilileri de Güneydoğu’da ki gaziler için maarif takvimine soyunsalar” diye yazdı.
Aradan seneler geçer kumpas ortaya çıkar ve askerler serbest kalırlar. Alçı’nın sözlerini unutmayan bir öğretmen Nagehan Alçı ile bir cafe de karşılaşır ve ona “Yazdıklarından sonra vicdanın nasıl rahat ediyor” diye sorar. Devletin Alçı’yı korumakla görevlendirdiği korumalar devreye girer öğretmen hanımın kimlik bilgilerini alır ve öğretmen gözaltına alınır.
Sorumlu gazeteciliğin ahlak kurallarıyla hareket etmesi gereken birinin yazdıklarına ses çıkarmayan sistem, bunda vicdanın rahat mı diyen bir kamu görevlisini gözaltına alır. Bu olay bile güçlünün hukuk karşısında ki etkinliği savını doğrular niteliktedir. İşin ilginç tarafı da budur.
Fikri birikimini beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, Müjdat Gezen Kültür Merkezini bir aklı evvel kişi benzin döküp yakmaya teşebbüs etti. İşlenen suç sabit, delilli ispatlı, yakalanır serbest kalır ve o kişi adliyeden ayrılırken, “Osmanlıya Laf Söylediği” için yaptım diye de ikrar eder. Cumhuriyet Başsavcılığı basında ve medyada haber olması üzerine devreye girer ve kişi tutuklanır birkaç gün sonra serbest kalır.
Yakmaya teşebbüs sebebi Osmanlıya olumsuz söz söyleme isnadı. Velev ki doğru da olsa her suç işleyenin cezasını bir diğer fert verecek olursa, herkes birbirine ceza vermeye kalkar, toplum düzeni çöker içinde çıkılmaz bir hal alır.
Bunlara kolaylıkların tanınması yarın içinde çıkılmayacak sorunları da beraberinde getirecektir.
26 Şubat tarihli bir gazetemizde şöyle bir haber vardı. “2 si Dünya, 4’ü Avrupa şampiyonluğu olmak üzere toplam 26 madalyanın sahibi, milli bilek güreşçisi bedensel engelli 2 çocuk annesi 40 yaşındaki Zeynep Yılmaz kaldırımda su satarak geçimini sağlıyor.”
Bu gururların onda birini bile taşımayanlara ömür boyu aylık bağlanılmasıyla övünülürken, Suriye kaçkınlarına her ay düzenli aylık ödenirken, ülkemize 26 madalya kazandırmış, İstiklal marşımızı söylettirmiş, Bayrağımızı göndere çektirmiş, aynı zamanda bedensel engelli birini sokakta muhtaç bırakmak hangi adalet hangi hukuk sisteminin içindedir?
Bu konuya bir başka örnek verelim. DHA nın verdiği bir haberi özetliyorum. “ 17 Temmuz günü Yoğurtçu Parkında 23 yaşında Şule İdil Dere isimli genç bir kıza İBB Belediyesi’ne ait bir hafriyat kamyonu çarparak ölümüne sebep olur. Dava yargıya intikal eder. Yargı görev zinciri içindeki herkesi yargılamak ister. İstanbul Valiliği üst düzey 3 kişinin yargılanmasına izin vermez. Alt görevlerde ki üç kişinin yargılanmasına izin verilir. Ölen kızın Avukatı buna Bölge İdare Mahkemesi nezdinde itiraz eder. Bölge idare Mahkemesi valiliğin kararını onar ve üst düzey bürokratların yargılanmasına izin vermeyerek suç alt tabakada ki kişilerin üzerine bırakılır.
Sistemde öyle boşluklar var ki üst düzey cephe gerisinde tutulurken, alt düzeydekiler cepheye sürülmektedir. Bu da adalet ve hukuk sistemimiz ve uygulanmasıyla ilgili gerekli bilgiyi verir.
Devlet ve millet düşmanı FETÖ örgütü ile mücadele yapılıyor. Bu mücadelede yine adalet ve hukuk düşüncesi ve uygulaması yerli yerinde değil. Yakalananların ve içeri atılanların çoğu alt tabaka tabir edilebilecek insanlar. Buna karşılık ana gövdeden ve siyasilerden hiçbir haber henüz yoktur.
Bu melun cemaati destekleyen, koruyan kollayan, yardım eden kişi ve kurumlar cezalandırılanların içinde yok. Ne istedin de vermedik, diyenler dilleriyle ikrar ederken, onu destekleyen, bakan ve milletvekilleri bürokratlar cezalandırılanların içinde yoklar. Kalkışmanın planlayıcısı ve üst düzey görevli olduğu söylenerek hapse atılan bir generalin kardeşi Cumhurbaşkanına Baş danışman olarak atanıyor, sonrada Büyükelçi olarak görevlendiriliyor.
Kim var cezalandırılanların içinde?
FETÖ nün dershanelerine çocuklarını gönderen, devletin izniyle açılan bankaya para yatıran işçi, memur, öğretmen, sağlıkçı cezalandırılanların çoğunu teşkil ediyor. Kamu görevinden ihraç ediliyorlar. Aileleri çocukları maddi ve manevi anlamda cezalandırılıyor.
Elbette bunların içinde suçlu olanlar, cezayı fazlasıyla hak edenlerde çoktur ama suçlu suçsuz iyi bir ayırım yapılmadan yapılan uygulamalar insanın vicdanını sızlatıyor.
Bu anlatılanların hukuk ve adalet mantığı ile yakınlıkları nedir? Hukukun lafzının yanında ruhunun da iyi okunması gerekirken, yanlışlıklar üzerinde ısrarın manası nı anlamakta zorlanılmaktadır.
Hukuku guguk anlayarak, adaleti bir partinin adı gibi düşünerek iyi sonuçlara varmak mümkün değildir.
Bu devasa sorun bugünün sorunu da değildir. Dünde vardı, bugünde var. Farklılık biraz daha hızlanması ve çoğalmasıdır.
Adaletin, hukukun uygulanmadığı yerde de her zaman birey veya kamu vicdanının kanayacağı, psikolojik ve sosyolojik yaraların oluşacağını tahmin etmemek mümkün değildir. Her açılan yaranın da bakımı yapılmazsa kangrene dönüşme ihtimali yüksektir.
Bu ülke bizimdir. Torunlarımızın rahat yaşamasını istiyorsak hukukun ve adaletin değerlerini bilmek uygulamak uygulatmak zorundayız.