İKİ TÜRKİSTAN SEVDALISI: TÂHİR VE SAADET ÇAĞATAY
Dr. A. Yılmaz Soyyer
Çağatay âilesini 1984 yılında tanıdım. İlahiyat Fakültesinde sosyoloji hocam olan Rami Ayas benim sosyolojiye merakım olduğunu bildiğinden bir gün odasına çağırarak bir teklifte bulundu. Emekli Sosyoloji hocası Prof Dr. Tahir Çağatay’ın yazılarını daktilo edecektim. Hayli zamandır ismini duyduğum “İçtimai Nazariyeler Tarihi”ni ders kitabı olarak adeta hatmettiğim bir kişiydi o. Teklifi hiç düşünmeden kabul ettim ama mesele burada bitmedi. Rami hocadan “âdab-ı muaşeret” dersleri almam gerekmişti. Çünkü böyle dünya çapında bir âlimin karşısında nasıl davranacaktım, nasıl oturacak nasıl kalkacak, nasıl soru soracaktım. Bu ders faslından aklımda kalan em önemli şey saate dikkat etmek oldu. Eğer hoca saat onda gel derse tam onda zile basacaktım ne 09:58 ne de 10:02; gecikme veya erken gitme aralığı sadece bir dakika olmalıydı. Bir de Belma Aksu’nun Görgü kuralları kitabını edinip okumaya başladım. Oturduğu ev Çankaya’daydı; ilk randevuda zile bastığım zaman kalbim duracak kadar heyecanlıydım. Kapı birkaç ayrı kilit çevrilmesiyle açıldı; buna şaşırmıştım ama bunun Rus istihbaratı KGB’nin saldırılarına karşı bir tedbir olduğunu öğrenecektim. Hoca ilerlemiş yaşına rağmen hâlâ Rusların can düşmanıydı. Orta boylu zayıf, çekik gözlü, üzerinde benim robdöşambr zannettiğim bir Özbek giysisinin altına gömlek giymiş, kıravat takmış, sinekkaydı traşlı bir kişi kapıyı açmıştı. Elini öptüm, iki yanağımdan öptü, ismimi söyledim, “mâşaallah” dedi. Arkasında eşi Saadet hanım duruyordu, onun da elin öptüm, o da yanaklarımdan öptü. Tahir hoca önce anlat bakalım kendini dedi. Anlattım, o da kendini ve eşini takdim etti. Râmi hoca tarafından -zannederim- ülkücü olduğum söylenilmişti. Biz ülkücülerin çok az okuduğu, çok az çalıştığına üzüldüğünü söyledi. Özbek gençleri de öyleydi, sonumuzu görüp ibret alın” dedi. Dili zaman zaman Özbek Türkçesinin etkisine girer anlamakta zorlanırdım. O zaman lehçeler profesörü Saadet hoca devreye girip doğru telaffuzu söylerdi. Yazdığımız konu Türkistan Tarihi gibi bir şeydi. O sırada ağzımdan öğretilmiş olan “orta asya” deyimi çıkınca hocanın kaşları çatılmış “Evlat orası Türkistan’dır, bizim Türkistan” demişti. Bana İngilizlerin bir oyunla Orta Asya terimini ortaya attıklarını Türkistan’ı da Ruslar eliyle Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan şeklinde böldüklerini belirtti.
Tahir hoca bir Enver Paşa sevdalısıydı, “o evliyadan bir zat idi, Anadolu Türkleri kıymetini bilmedi” derdi.
Saadet hanım hep kendisine bir Türkolog kız öğrenci bulmamı istiyordu, onu yetiştirmek niyetindeydi ama teklif götürdüğüm kızlardan hiçbiri böyle zahmetli bir işe talip olmadı.
Onlarla çok güzel bir sene geçirdik, iş bittiğinde ellerini öpmeye gittim, çıkarken ağırca bir hediye paketi elime tutuşturuldu; bu yepyeni gıcır gıcır bir daktiloydu.
TAHİR ÇAĞATAY[1]
Tahir Çağatay, 27 Mart 1902 tarihinde eski bir bilim merkezi olan Taşkent’te doğar. Aslen Türkistan Türklerindendir; o zamanki soyadıyla 1939 yılında Türkiye’ye gelene kadar: Şakir-Şakirzadedir. Rus İhtilaline dek kadar babası Şakir Bey 1917 Türkistan’ın önemli tüccarlarındandır. Babası, devrimden sonra Afganistan’a sığınır, yıllarca kaçak yaşayıp defalarca hapse girer ve tüm servetini komünist ihtilalcilere vermek mecburiyetinde kalır. Tahir Çağatay, ilköğrenimini, doğduğu Taşkent’te, Mescit Yanı Mektebi’nde gördükten sonra, Münevver Kari’nin kurduğu Usul-İ Cedit mektebine devam eder. Sonra bütün derslerin Rusça, Türkçenin de ayrı bir dil olarak okutulduğu, Türkistanlılar için açılmış iki dilli Rus Mektebinde eğitim görür. Bu sıralarda Çağatay, İstanbul’a ya da Rusların Rusça eğitim görülen Gymnasium’una da gitmek istemektedir; ancak aile çevresi buna karşı çıkar. Bunun üzerine İdil-Ural’ın Ufa şehrindeki Aliye Medresesi’nde birkaç arkadaşı ile eğitim görmeye başlar ancak iklim çok sert ve hayat şartları da zor olduğu için 1917 yılında arkadaşları (Dr. Abdülvahab Oktay ve Sabir Türkistanlı ile birlikte Azerbaycan Muallim Mektebinde ortaokul öğretmenliği okumak için) Bakü’ye gider. Yazın Taşkent’e dönerek Türkistan Milli Birliği (TMB)’nin en faal üyelerinden biri olur. 1921 yılına kadar Azerbaycan’da kalır ve Azeri Milli Hareketine katılır, oradaki milliyetçi toplulukla işbirliği yapar. Taşkent’e dönünce para biriktirip 1922 yılında Feyzullah Hoca hükümeti tarafından kendi masraflarını karşılayacak şekilde, Berlin’e gönderilen 70 öğrenci arasına katılır. Çağatay özellikle Werner Sombard Berlin’de olduğu için oraya gitmek ister. Sağlığı Berlin’de başladığı eğitimine elvermediği için Güney Almanya’da Heidelberg Ruprecht Karls Üniversitesine kaydolur. 1930 yılına kadar burada felsefe, sosyoloji ve ekonomi dersleri alır ve doktora tezini “Göçebe Hayat Ekonomisinin Ana Hatları” üzerine tamamlar. Teziyle Türkistan ekonomisinde göçebe hayatın önemli rolünü vurgular. Almanya’da tezini inceleyen Profesör Alfred Weber, Çağatay’ı “bu yazdığın eserle bizim memlekette hakiki anlamıyla ilk etnolojik sosyolojiyi yaptın” diyerek tebrik eder (Ayas, 1994). 1931’de Berlin’e yerleşir. Sonra Şimalî Kafkasya cumhurbaşkanı, Kazan Türklerinden ünlü Muhammed Ayaz İzhaki’nin Berlin’de Türkoloji eğitimi gören kızı Saadet İshaki ile evlenir. Berlin’de yakın arkadaşı Dr. Abdülvahab Oktay ve Mustafa Çoyakoğlu ile Türkistan İstiklal Mücadelesi’nin yayın organı olan Yaş Türkistan dergisini kurar ve yönetir (Yaman, 1999). Dergide yer alan makalelerin ortak noktası kültürel varlık ve milli benliği korumaktır ve özellikle Çağatay tarafından yazılan makalelerde kültür emperyalizmine direniş göze çarpmaktadır (Açık, 2009). Öğrencilere burs verildiği için Berlin’de Yüksek Siyaset Mektebine (Hochschule for Politik) yazılan Çağatay, hem aldığı bursun yarısını dergiye verir hem de kendisini alanında çok iyi olan hocaların yanında geliştirir. Almanya’da kaldığı süre boyunca Münih’teki “Sovyet Rusya’yı Öğrenme Enstitüsü’nün toplantılarına da katılan Çağatay, bu sayede Sovyetler Birliğinde yapılan tüm yayınları tarama imkânı elde eder ve Sovyetler Birliğini ekonomik açıdan incelediği eserlerde bu enstitü imkânlarından yararlanır. Avrupa ve özellikle Almanya’nın Anti Sovyet hareketleri destekliyor olması Çağatay gibi Sovyet dünyasından Avrupa’ya geçen pek çok bilim adamının buralarda çalışmalar yapmalarını sağlar (Torun, 2002). Türkistan davasını Avrupa’da siyasi olayların kaynaştığı Berlin, Londra, Paris, Varşova ve Cenevre gibi pek çok merkezde bir başına yürüten Çağatay, diğer yazar kadrosuyla birlikte Türkistan bağımsızlık mücadelesini Avrupa basınına taşıma başarısında bulunur (Bayraktar, 2013). Çağatay, Türkiye’ye geldikten sonra da benzeri toplantılara katılmak için yine pek çok kez Almanya’ya gider (Torun, 2002). 2. Dünya Savaşı nedeniyle 1929-1939 yılları arasında yayımlanan derginin kapanması ile büyük üzüntü yaşayan Çağatay, eşi ile birlikte 1939 yılında Ankara’ya gelir. Aslında Çağatay o sıralarda Amerika’dan gelen bir teklif yerine Türkiye’yi tercih etmiştir. Yabancılar yerine kendi hemşerilerine hizmet etmeyi yeğleyen Çağatay ve eşi, kitaplarını Türkiye’ye getirebilmek için bütün ev eşyalarını Berlin’de satarlar (Ayas, 1994; Torun, 2002). Çağatay Ankara’ya geldikten sonra bir süre Ziraat Bakanlığı müşavirliğinde çalışır, 1948 yılında DTCF Sosyoloji Kürsüsüne girerek hocalığa başlar. 1954’te “Kapitalist İçtimai Nizam ve Bugünkü Durumu” adlı teziyle Doçent, 1963 yılında “Günün Sosyolojisine Giriş” adlı Profesörlük takdim tezi ile profesör olan (Ayas, 1994; Erbaş, 2015) ve 1972 yılında yaş haddinden emekliliğe ayrılan Çağatay, görevine aralıksız 23 yıl devam etmiş tek öğretim üyesidir (Torun, 2002). Çağatay, 1984 yılında Bursa’da vefat eder (Yaman, 1999).
SAADET İSHAKİ[2]
Ayaz İshaki’nin çalışmalarıyla ilgili araştırmalar giderek arttığından bu büyük şahsiyetin hayatı, yakınlarının kaderi ile ilgili incelemeler de artarak devam etmektedir.
Mektuplar üzerindeki araştırmalar, gazete sayfalarında rastlanılan hikâyeler ve rivayetler de bu konuda fikir veriyor.
Yabancı bir ülkede yaşayıp Avrupa ve Asya ülkelerinde ün kazanıp yetişen, kendi çevresini, dergisini oluşturup keskin kalemi ile Bolşevizmin gerçek yüzünü gözler önüne seren A. İshaki’nin akrabalarını Sovyet hükûmeti her zaman takip etmiştir. Onların hayatları facialar ile doludur.
Yazarın kız kardeşi Gaynelmerziye (1882-1965) 1938-1939 yıllarında Çistay Hapishanesinde yatar. Ona, altı yıl hüküm verirler. Ayaz, ağabeyinden gelen mektupları yakalattığı için taş zemine su dökülerek günlerce çıplak ayakla gezdirilir. Büyük oğlu Gabdelhak Moskova’ya, Kaliningrad’a mektup yazar. Fakat tam on dört ay hapiste kaldıktan sonra Gaynelmerziye özgürlüğüne kavuşur. Uzun bir yaşam sürse de ayaklarındaki ağrılar dinmez, ancak duvarlara tutunarak yürüyebilir.
İşte Saadet İshaki’nin yaşadığı şartlar böylesine serttir.
Ayaz İshaki ile Meryem 3 Kasım 1903’te evlenirler. Onların iki çocuğu olur. 3 Ağustos 1904 tarihinde (yeni takvime göre 16’sı) Mezmün adında bir erkek çocukları dünyaya gelir. Ancak çocuk 9 haftalıkken ölür.
Saadet, 15 Haziran 1905 tarihinde (yeni takvime göre 28’i) doğar. Saadet esas olarak ninesi Kameriye Hanım’ın yanında yetişir. Hatıralarında Saadet: “Ben babamla ancak 1913’te tanıştım.” demektedir. A. İshaki hapse düştüğünde çok küçük bir yaşta olan kız, babası 1913 yılında sürgünden döndüğünde yalnızca 8 yaşındadır. Ondan sonra da hâlâ Kazan’da yaşamasına müsaade edilmediği için, Petersburg’da, Moskova’da yaşamak zorunda kalan baba ve kızına yine çok nadir görüşme fırsatı çıkar. İlkokula köyünde başlayan Saadet İshakî 1916’da Kazan’a gelir. Rusçasını ilerletir. 1917’de sadece asilzadelerin çocuklarının kabul edildiği Marinski Gimnazya (Marienische Gymnasium)’ya Çar’ın özel izni ile ve sınav kazanarak kaydedilir. O okulun ilk Türk kız öğrencisidir. Bu arada aile sürekli baskı ve takibat altında yaşamaktadır.
İshaki’nin erkek kardeşi Ehmethesen (1896-1940) sürekli takibat altında yaşar. Ayaz, ağabeyinin 21 Nisan 1927’de İstanbul’dan yazdığı mektubunda: “Saadet’in eğitimi konusu zora girdi. Avrupa’da okutmak üzere para temin etmek çok zor, özellikle benim için… Benim kitaplarıma düzenli olarak telif almak mümkün mü?” şeklindeki yazdıklarını Ehmethesen okuyamamıştır. Mektup KGB’nin eline geçmiştir. “Halk düşmanı”nın kardeşi diye takibattan kaçıp 1930 yılında Ufa’ya, oradan da Özbekistan’a gider. Karakalpakistan’da eğitim müdürü olur. Ancak burada da huzurlu yaşayamaz, aynı “suç” nedeniyle tutuklanır. 1937-1939 yıllarını GULAG’ta geçirir. Buradan kurtulup dönünce de NKVD’ye çağırılmalardan usanıp hasta olan eşini, okumakta olan iki çocuğunu arkasında bırakıp 1940 yılının soğuk ve puslu Kasımında, henüz 44 yaşında iken kendini asarak vefat eder.
Saadet hanım 1921’de Marinski Gimnazya’dan ortaokul diplomasını alarak mezun olup Yevşirme köyüne döner. 1922 yılı yazında tüm aile köyden Kazan şehrine döner. 1922 Kasımında Finlandiya sınırına olan 175 kilometreyi yürürler. 10 Kasım 1922’de Finlandiya’dadır. Karantina bir ay sürer. Sonra babasına kavuşur. Babası ile birlikte Berlin’e dönerler. Berlin’de Sadri Maksudi ve Yusuf Akçura’nın gizli destekleri ile yabancıların çocuklarının devam ettiği özel bir Alman Lisesi (Realgymnasium)’ne yatılı olarak kaydolup Almanca öğrenir. 1925’te Hamdullah Suphi Tanrıöver’in yardımı ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçer. 1926 yılı yaz tatilini babasının yanında İstanbul’da geçirir. Yoksulluk hat safhadadır. Bir ara öğrenimini yarıda kesip burada kalmayı düşünür. Yusuf Akçura’dan gelen bir mektupta, onun mutlaka Berlin’e dönüp eğitimini tamamlaması gerektiği yazılmaktadır. Ayaz İshaki, kızı Saadet’i göz yaşları içinde Berlin’e uğurlar. 1927’de kaydolduğu Berlin Friedrich Wilhelm Üniversitesi’nin Edebiyat Fakültesi (Philosophische Fakültät) Şark Dilleri Bölümü’nden 20 Haziran 1931’de mezun olur. Sınıf ve devre arkadaşları arasında Almanya’dan Annemarie von Gabain, Karl Heinrich Menges, hemşehrilerinden Yakup Şinkeviç, Reşit Rahmeti Arat, İsveç’ten Gunnar Jarring, Finlandiya’dan Martti Räsänen, Polonya’dan Karayim Türkü Ananiasz Zajaczkowski, Bulgaristan’dan Peter Mijatev, Türkiye’den Ahmet Caferoğlu, Hüseyin Avni Göktürk, Şükrü Akkaya, Sadettin Buluç, Tahsin Banguoğlu gibi kişiler vardır. 18 Temmuz 1931’de doktoraya baş vuran Saadet İshaki, Willi BangKaup’un yönetiminde hazırladığı Denominale Verbbildungen in den Türksprachen (Türk dillerinde İsimden Yapılan Fiiller] adlı eseri ile 15 Aralık 933’te doktor derecesini alır. Saadet İshakî 27 Ekim 1932’de Özbek Türklerinden Tahir Çagatay ile evlenir. 1933-1938 yılları arasında Yaña Milli Yul [Yeni Millî Yol] dergisini çıkarır. Bu arada hazırladığı Çora Batır destanı Polonya İlimler Akademisi tarafından yayımlanır. K. H. Menges’le birlikte hazırladığı Qazakisch adlı monografi de aynı yıl yayımlanır. “İdil-Ural Türklerinin fikrî ve kültürel gelişmesi [Geistige und kulturelle Entwicklung der İdel-Ural Turken]” başlıklı yazısını ise Mahmed Kutlu imzası ile Yakın Doğu [Der Nahe Osten] adlı bir periyodikte yayımlar. Saadet ve Tahir Çagatay 1939 yılının Aralık ayının ilk günlerinde Berlin’den ayrılarak Türkiye’ye yerleşirler. Saadet Çagatay 1 Aralık 1939’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji asistanlığı için başvuru yapar. Bu dilekçesi ile 4 Nisan 1940’ta Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi Türkoloji Bölümü Kütüphane memur vekilliğine atanır. Doçentlik tezini kütüphane memuresi olduğu sıralarda hazırlar. 26 Aralık 1941’de doçent olmak için hazırladığı Eski Osmanlıcada Fiil Müştakları adlı araştırmasını Fakülte Dekanlığına teslim eder. Abdülkadir İnan ile Lázslo Rásonyi tarafından verilen olumlu raporlar üzerine S. Çagatay Abdülkadir İnan, Necmettin Halil Onan ve Walter Ruben’den oluşan jüri önünde eserini 3 Şubat 1943’te savunur. 4 Mart 1943’te de aynı jüri önünde “Uygur yazı dili” adlı takririni = deneme dersini başarı ile verir ve 17 Mart 1943 tarihinde Dil ve Tarih-Cografya Fakültesi’ne Doçent Doktor unvanı ile atanır. Saadet Çagatay’ın doçent olduktan sonra Altun Yaruk’tan İki Parça2 ve Türk Lehçeleri Örnekleri. VIII. Yüzyıldan XVIII. Yüzyıla Kadar Yazı Dili3 adlı iki eser yayımladığı görülür. Profesörlüğe yükselmek için Prof. Gatenby, Prof. Dr. Sedat Alp ve Prof. Dr. M. Şenyürek’ten oluşan yabancı dil jürisinin ikinci yabancı dil olarak 22 Mart 1952 tarihinde İngilizceden Türkçeye ve Türkçeden İngilizceye yaptığı sınav ile adayın inceleme ve araştırma yapabilecek derecede İngilizceye vâkıf olduğu tespit edilir. Rusça, Almanca, İngilizce yanında Türkiye Türkçesi ile Tatar Türkçesine vâkıf olan Saadet Çagatay’ın 7 Nisan 1952’de Prof. Dr. Necati Lugal’ın başkanlığında toplanan Prof. Dr. Reşid Rahmeti Arat, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Prof. Dr. Osman Turan ve Prof. Dr. Necip Üçok’tan oluşan Bilim Jürisinin müşterek raporları ile profesörlüğe yükseltilmesi uygun görülür ve 16 Mart 1953’te Cumhurbaşkanı Celâl Bayar tarafından Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Lehçeleri Profesörlüğüne atanır. Profesör olduktan sonra da Kazakça Metinler4 adlı eseri yayında Türk Lehçeleri Örnekleri. VIII. Yüzyıldan XVIII. Yüzyıla Kadar Yazı Dili’nin genişletilmiş ikinci baskısını ve Türk Lehçeleri Örnekleri II. Yaşayan Ağız ve Lehçeler adlı kitaplarını yayımlar. Araştırma ve İncelemelerini de Türk Lehçeleri Üzerine Denemeler adlı eserinde toplar. Saadet Çagatay’ın ilk asistanı Zeynep Korkmaz, ikincisi Selâhattin Olcay, üçüncüsü Mustafa Canpolat, sonuncusu ise Semih Tezcan’dır. Onların Almanca öğrenmesi ve Alman ilim muhitleri ile ilgi kurmalarını sağlar. 30 Haziran 1977’de yaş haddinden emekli olur. Babasının ve kocasının adını yaşatacak Ayaz Tahir Türkistan İdil-Ural Vakfı adlı bir vakfı hayatta iken kurar ve bütün mal varlığını bu vakfa bağışlar. 9 Haziran 1989’da karaciğer kanseri tanısı ile Ankara’da Hacettepe Tıp Fakültesi Hastahanesi’ne yatırılır, onbeş gün sonra 24 Haziran 1989’da vefat eder.
Notlar:
[1] A. Selcen Arslangilay, Tahir Çağatay’ın Eğitim ve Öğretime Dair Görüşleri, Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi
[2] Osman Fikri SERTKAYA, Doğumunun 100. Yıl Dönümü Dolayısıyla Prof. Dr. Saadet Çağatay, Belleten 2007 – II/ Lena GAYNANOVA, Saadet Çağatay, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi 28. Sayı