Dr. A. Yılmaz Soyyer
12 Eylül süreci üniversitede olduğum yıllardı; inkılap tarihi dersleri -askerin tasarrufuyla- bir emekli avukata verilmişti. Hoş sohbet, nekre bir adamdı ve bizleri gülmekten kırıp geçiriyordu ama Türk inkılap tarihine dâir ciddi konulara da hiç girmiyordu. Ara sıra mübalağanın ölçüsü kaçmış bir şekilde Atatürk’ü medh ettiğini hatırlıyorum. Şu an da hatırım da olan bir cümle kullanmıştı “Atatürk büyük adamdır, rasyonalist v realisttir. Dersten sonra bir arkadaş “yahu ya felsefci yanlış konular öğretiyor ya da bu hoca ne dediğini bilmiyor dedi. O zaman biz de dikkat ettik; felsefe derslerinde rasyonalizm ve realizm akımlarının çok farklı kavrayış zeminleri olduğunu öğrenmiştik. Sonra fark ettik ki inkılap tarihi hocası bu söylemi Atatürk’ü övmek için yapıyor; felsefe bilmediğinden de -açıkça- hata yapıyordu.
Çocukluğumdan beri Atatürk’ü anlamakta çok çelişkili haller yaşamışımdır. CHP taraftarı, mütedeyyin olmakla beraber samimi inkılapçı bir dedenin torunuyum. İlk Atatürk derslerim elbette dedem tarafından verilmişti ama ilk okuldan itibaren öğretilen güneşler içinde yükselen uhrevî, kutsal bir Atatürk ile dedemin anlattıkları tam da örtüşmemekteydi çünkü onun söylediklerine göre Atatürk bir insandı. Öğretmenlerimin anlattıklarına göre ise âdeta “gökten inen mâideyle doyurulan, meleklerle arkadaşlık eden… “ biriydi. Tabii böyle demiyorlardı ama söyledikleri de aşağı yukarı bu tanımlamayla mânâdaş oluyordu. Hele bir millî bayram kutlamaları vardı ki evlere şenlik, radyoya doluşturulan bir dolu “Atatürk’ü görmüş” insan 30- 40 metre uzaktan arabayla geçen Mustafa Kemal Paşa’yı nasıl seyredip dinlediklerini yarım saate yakın anlatırlardı. Nutuk lisede, Şevket Süreyya’nın Tek Adam’ı üniversitede okuduğum kitaplardandı ancak onları okuyunca bu muhayyel Atatürk’ü göremiyordum. Mustafa Kemal Paşa’yı zihnimde en net oturtan kitap ise Attilâ İlhan’ın Hangi Atatürk’ü olmuştu.
Bu Atatürk âşığı romantik meczupların yüzünden Atatürk çok ama çok fazla zarar görmekteydi. Hele bu saçma sapan Atatürk’ü öğretme teşebbüsleri biz samimî Atatürkçüleri çileden çıkartıyordu. İtiraz edince de zavallı ülkemde en kolay vurulan damgayı yiyor ve “hâin” oluyorduk. Askerliğimi kısa dönem (9 ay) er olarak yaptım. Tamamı en az yüksek okul mezunu, içlerinde valilerin, kaymakamların, akademisyenlerin olduğu bizlere eğitim alanında ve esas duruş halindeyken bir lise mezunu çavuş NUTUK’u okurdu. İçimizde edebiyatçılar vardı; Osmanlı Türkçesinin en muazzam örneklerinden biri olan bu kitabı Türkçeyi 200-300 kelimeyle konuşabilen birine okuturlardı. O zaman içimden bu komutan mutlaka ABD tarafından Atatürk’ten Türkleri nefret ettirmek için görevlendirilmiş olmalı diye düşünürdüm. FETÖ’nün ilk tohumlarının yeşerdiği o yıllarda haklı olabileceğimi bugün de düşünürüm. Çünkü böyle bir uygulama yapmak için aptal olmak yeterli olamazdı. Bu işin arkasında Amerikan emperyalizminin mevcudiyetini hâlâ kuvvetle zannetmekteyim.
Atatürk’ün bu ilâhî kisveye büründürülmesi kafalarındaki muhayyel “şeriat devleti”ni sonlandırdığı için ondan peşin hükümle nefret eden İslamistlerin onu Türk tarihinden silmeleri yolunda işlerini kolaylaştırmıştır. Atatürk’ün orantısız bir biçimde yüceltilmesinden menfaat sağlayan iki grup mevcuttu. Bunlardan ilki Batı’ya her şeyleriyle kul köle ölmüş kapitalistler; ikincisi 15 temmuz 2016’da yapmaya kalktıkları bir darbe teşebbüsüyle gün yüzüne çıkan FETÖ islamistleri. Her ikisinin de ABD kontrolünde oldukları bugün gün gibi ortadadır. Ancak bunlardan başka çeşitli tarikatların ve cemaatlerin kisvelerine bürünmüş ne olduğunu bilmedikleri bir “şeriat” özlemiyle hareket eden gruplar da vardır. Kapatılan medrese ve tarikatlar, gizli bir şekilde yaşamış siyaset erbabınca da oy uğruna deseklenmişlerdir. Bu yer altı yapılanmaları kendilerini kapatan Atatürk’ten intikam almayı hiçbir zaman unutmamışlardır. Her an yeni bir FETÖ maskesine bürünüp yollara dökülebilirler.
Atatürk tekke ve medreseleri haklı olarak kapattığı halde onların yerlerini tutacak müesseseleri oluşturamamıştır. Özellikle anlamsız bir kararla Türk Ocakları’nın kapatılması din- laiklik ilişkileri bağlamında genç cumhuriyeti bu câhil din taraftarlarının karşısında yapayalnız bırakmıştır. Halbuki Türk Ocaklarının çevresinde kümelenen Türk milliyetçileri hem devletin lâik oluşunu destekleyen hem de din konusunda inancın hurafelerden arındırılmış kaynaklara dönmesini isteyen geniş bir din görüşü sahibi kişilerdi. Mesela tekkesinin kapatılmasını destekleyerek kapıya kilidi bizzat kendisi vuran Mevlevî çelebisi Veled Efendi Türk Ocaklıydı.
Alternatif olarak oluşturulan Halk Evleri %80’i köylerde yaşayan Türk milletinin kültür zevkleriyle uyuşan bir program geliştiremedi. Kezâ Köy Enstitüleri de bugün hayranlıkla ve alkışla karşıladığımız eğitim programına rağmen başarılı olamadı; çünkü Enstitü öğretmenlerinin -kültürel bakımından- ellerinde bağlama değil mandolin, zurna değil flüt vardı. İşte bu süreçte yer altına çekilen medrese ve tekke dervişleri köylüyü devlete karşı kışkırtacak yeterli malzemeyi de bulmuşlardı.
Günümüzde de Atatürk devrimlerini aslî nitelikleriyle en iyi kavrayan kitle Türk Ocakları bünyesi ve çevresinde temerküz eden okumuş yazmış kişilerdir. Bu konuda faaliyetlerini de sürdürmektedir.
Atatürk bugün tarafsız bir gözle ele alınmalıdır ve alınmaktadır da… Gerek Genel Kurmay Başkanlığı gerekse özel yayıncılar tarafından yazıp çizdiği bütün belgeler yayınlanmıştır. Hakkında ciddi yayınlar mevcuttur. Yapılması gereken Bilge Kağan’dan bu yana süregelen Türk Devlet başkanı tiplemesinin son halkası olan Atatürk’ü doğru olarak anlamak ve anlatmaktır.