Dr. A.Yılmaz Soyyer
Türk milletinin Orhun kitabelerindeki Türk harflerini terk edip Arap alfabesiyle okuyup yazmaya ne zaman geçtiklerini tam olarak söylemek mümkün değildir. Elimizde yazılı en eski metin Divanü Lugati’t-Türk olduğu ve yazı bir sözlükte kullanılabilecek kadar oturmuş olduğu için miladi 10. Yüzyılda bu yazının artık kullanılmaya başlandığını söylenilebilir. Bu eser yazıldığında hâlâ en eski Türk harfleri kullanılsaydı Kaşgarlı, halifeye o harfleri de öğretmek isteyeceğinden Türkçe kelimeleri Türk harfleriyle yazardı. Haberdar olduğumuz son en eski Türk harfleriyle yazılı eser ise 9. Yüzyılda Budist Türklerce kaleme alınan bir fal kitabı olan Irk Bitik’tir. O tarihlerde Budist Türkler artık Uygur harflerini kullanarak yazmaktadırlar. Bütün bunlar göz önüne alınarak aynı zaman dilimi içerisinde Türk topluluklarında Türk harfleri, Uygur ve Arap harflerinin kullanıldığını söyleyebiliriz. Çünkü bu Arap harflerini kullanmaya geçiş bir toplumsal değişim süreci dahilinde gerçekleşmiştir.
Gerek Türk harflerini gerekse Uygur yazısını kullanırken yazı sanatına fazla önem vermemiş olan Türk toplulukları Arap harflerine geçtikten sonra çok büyük iki uygarlık olan Tacik ve Fars medeniyetlerinin de etkisiyle güzel yazı (hat/kaligrafi) sahasında muhteşem eserler vermeye başlamışlardır. Ortaçağın sonlarına doğru artık Arap bilim ve sanatı inkıraza uğradığından bu iki sahada -özellikle sanatta- boşluğu İranlılar ve Türkler doldurmuşlardır. Bugün İranlı dediğimiz bu farsça yazıp söyleyen insanların çok büyük bir kısmının da evlerinde Türkçe konuşan Türkmenler olduğunu söylersek rahatlıkla islam san’atının son temsilcisi Türklerdir diyebiliriz.
Maalesef ki bilim Fatih’in bütün medreseleşme gayretlerine rağmen bir tecessüs ve gayretin dışavurumu olarak gelişmemiştir. Din bilgileri konusunda da bir eski söylenilenlerin kutsanması biçiminde gelişme görülmüştür.
Osmanlı Türk toplumu Seluklulu dedelerinden tevarüs ettiği bu san’at mirasını şiir, mûsıkî ve hat sanatı biçiminde muhteşem denilecek biçimlerde ileriye götürmüştür. Devlet-i Aliyye’de okuma yazma oranı % 3 civarındadır, bu durum modern okulların kurulduğu 19. Yüzyılın sonlarında bile ancak %5-7’lere çıkabilmiştir. Arap harflerinin yazım özelliğinden dolayı okuma bilenler okuma-yazma bilenlerden biraz daha fazladır; böylece okuma bilip yazma bilmeyenleri de eklersek %7 oranı her zaman mevcuttur. Okuma yazma oranının düşüklüğü ise yazmanın ciddi bir gramer ve kültür malumatı gerektirdiğindendir. Arapça ve Farsça kelimelerin kendi yazılarıyla nasıl yazıldığını bilmiyorsanız Türkçe’de de yazamazsınız. Yazıyı bilmek bu günkü Frenkçe söyleyişiyle kompozisyon yani inşâ bilimini bilmeyi gerektirir. Bu da ciddi bir şark kültürünü bilmekle olur. Okur-yazar insanların çoğu kelimenin tam anlamıyla yazardırlar. O gün yazılmış mektuplara bakıldığında bugünün pek çok yazarına taş çıkartacak selis ve anlamlı ifadeler bu yazılarda bulunmaktadır.
1.Mahmud’la birlikte modern okullar kurulup Türk gençlerinin en zekileri -çoğu kez imtihanla- bu okullara alınınca bir de Türk aydınına Fransızca yâni lâtin harflerini öğrenme hatta kullanma imkânı doğmuştur. Okumuş-yazmışlar arasında lâtin harflerinin faransız kullanımıyla yazılmış çok sayıda mektup bulunmaktadır.
Burada konuşulması gereken en önemli husus yazı değil dildir; Türkçe Selçuklu toplumundan bu yana aydınlar nezdinde bir gramerden ibaret kalmış, Arapça ve Farsça kelimelerin -hem de Arap ve Farslar tarafından dahî kullanılmayanları- sözlüklerden bulunarak Türkçe dilbilgisinin üzerine yapıştırılmışlardır. Bu sunî aydın lisanının varlığından söz etmek bir zorunluluktur. Bu şekildeki yapay eklemelerle 300.000 kelimelere ulaşan Türkçe sadece eğitimli insanların konuşmadıkları halde yazıp okudukları bir kelimeler topluluğu hâline gelmiştir. Bu durum en az 400 sene devam ettiği halde Türk köylüsünü bazı dinî kelimeler çerçevesinde etkisi altına alabilmiştir. Bu sunî dil Türk musikisinde şarkı-türkü ayırımını dahî getirmiştir. Şarkı-gazel, bozlak, uzunhava, türkü gibi musıkî türleri aslında aynı makamlar üzerine kurulmuştur. Mesela Hicaz makamında şarkı da gazel de türkü de hatta ninni de olur. Hüseyni makamı bir Türk makamı olarak nitelendirilirken türkülerimizin yanısıra mersiyelerimiz de hüseynidir.
Bu uç noktalara gidiş Ömer Seyfeddinlerle başlayan millî edebiyat cereyanıyla bir orta yol bulma yoluna girmiştir. Ziya Gökalp Bey’in “Türkçeleşmiş Türkçedir” düsturu Türk aydınının o dönem için genel kabulü olmuştur.
Cumhuriyet döneminde 1928 senesi yazı bakımından tam bir kırılma noktasıdır. Öncelikle belirtilmelidir ki harf inkılabı kararı öyle bir gecede ve içki masasında alınmış bir karar değildir. O günün şartlarının tek karar vericisi olan Mustafa Kemal Atatürk, konuyu çok iyi bilen bir Türk aydınıdır. Gramer bakımından Arapça Farsçayı ve kullanacak derecede de Faransızcayı bilen biridir. Kemal Paşa’nın önünde bulunan harf inkılabı seçeneğini düşünmediği ve alelacele bu kararı uygulamaya koyduğu bir söylentiden ibarettir. Türk kültür hayatı En eski Türk harfleri, Uygur yazısı, Arap hurufatından sonra Lâtin harflerine geçmektedir. Bu durum esaslı bir inkılaptır, kanaatimizce Atatürk bu hareketiyle yeni bir medeniyet dairesine katılmanın yanı sıra o gün lâtin harflerini kullanan Müstakil Azerbaycan Cumhuriyeti’yle de kültür birlikteliği sağlamak istemiştir.
Bugün o zamanı doğru-yanlış, iyi-kötü gibi değer hükümleriyle ele almak bize hiçbir şey kazandırmayacaktır. Benim bir Türk aydını olarak en fazla üzüldüğüm husus Arap harfleriyle şahikalara çıkmış olan hat sanatımızın uzun müddet gerilemesidir. Fakat burada da pek haklı olmadığım kanaatindeyim.
“Eğer Osmanlı Türkçesinin ifade edildiği Arp harfli yazı sistemi devam etseydi, bilimde kopukluk olmazdı; sanatta devamlılık olurdu, hiç değilse dedelerimizin mezar taşlarını okuyabilirdik” şeklinde itirazların ilki kesinkes haksızdır. Devlet-i Aliyye medreseleri tam dört yüz yıldır bilim üretmemektedir. Dini bilgi olarak da sekiz on şerh kitabıyla bir o kadar hadis ve kelam kitabı dönemlerden dönemlere aktarılmaktadır. Hem dünyevî bilim hem de dini mâlûmatın sistemleştirilerek üzerinde çalışılmaya başlanması II: Mahmud’un kurduğu çağdaş okullarda yetişen bilgin ve din adamları eliyle olmuştur. Liselerde okutulan Arap harfleriyle yazılı fen kitaplarının tamamı Fransızcadan tercümedir. Yani sayısı bin civarında Arap harfli kitap sadra şifa olabilecek eserlerdir; bunların yeni harflere aktarılması ise çok kolay olacaktır ve olmuştur da… Bu sebeple latin harflerine geçiş bir bilim kaybı getirmemiştir.
Sanat kaybı meselesinde -benim gibi- hassasiyeti olanlar elbette vardır ve bu güzel yazıların (hatların) devamlılığının olmasını istemektedirler. Ancak derinliğine düşünüldüğünde 1928’e gelindiği zaman aydınlarının onda dokuzunu savaşlarda kaybetmiş bir ülke eski yarfleri yeni nesillere öğretmekte çok ama çok fazla zorlanacaktı. Ben son dönemin el yazısı olan rik’a biçiminin dahî layıkıyle verilemeyeceği kanaatindeyim. 32 Arap hatfini yazmayı öğrenen bir çocukla 29 latin harfini yazabilen bir çocuk arasında hiçbir fark yoktur. Her ikisi de köy şartlarında, iyi yetişmemiş hocalardan yazmayı öğrenecekleredir. Arap harflerini öğreten ve kendisi sadece Kur’an’ı okumayı bilen biri yazıyı öğretirse kargacık burgacık yazımla zevksiz bir yazı şekli öğretilecektir. Bu öğrencilerin sülüs, celî dîvanî, nesih, ta’lik rik’a öğrenerek Bakînin divanını anlayacaklarını düşünmek hayalperestlikten ibarettir. Ortaya çıkacak olan yeni yazı Osmanlı’nın hat sanatının yanından dahî geçmeyecek bir cahilce taklit mesabesinde kalacaktı.
Bencileyin hat sanatına meraklı zevat ki sayımız pek azdır, için çare hiçbir zaman tükenmez. Ben lise mezunuyum, orada kendi gayretimle Osmanlı Türkçesinin yazısını öğrendim. Bu sanat ve şiiri anlayabilmek için ilahiyat fakültesine gittim, mezun oldum. Şimdi okuyamadığın -siyakat dışında- Osmanlı yazısı pek azdır. Ancak bu bir kültür meselesidir. Günümüzde kendisine Yeni Osmanlıcılar diyen bazı cühelâ takımı sırf cumhuriyete ve Mustafa Kemal’e karşı çıkmak için eski harfleri kutsamaktadırlar. Halbuki içlerinde Mehmet Akif’i bile anlayabilecek adam yoktur. Yapılacak iş bir kültür hamlesi gerçekleştirmek, aydın insan yetiştirmektir. Sloganlarla bilim de san’at da olmaz.