Bülent Vedat AYDEMİR
Kalkınmış ülkeler diye adlandırılan ülkelerin tarihlerini özellikle de demokrasi, millî devlet ve sanayi devrimi gibi kavramların öne çıktığı 17. Yüzyıldan sonraki tarihsel süreçlerini inceleyen bilim adamları,bu ülkelerin kalkınmalarının ve zenginliklerinin temelinde, hükümetlerin hukukun üstünlüğü ilkesine çok sıkı bağlandıklarını tespit etmişlerdir.
Tespit edilen diğer önemli hususlar ise millî bütünlüğün sağlanması, devlet ile toplum arasında karşılıklı güvenin oluşturulması ve yurttaşlara karşı sorumlu ve duyarlı davranılmasıdır.
Bir başka özellikleri ise
1-Demokratik ilkelere dayalı olarak siyasal gücün kullanımına sınırlamalar getirmeleri,
2-Yurttaşların siyasetçileri kontrol altına alabilmelerini sağlayan hukuki düzenlemeleri yapmaları,
3-Bu sayede siyasetçilerin makamlarını kullanarak kendilerini ve yakınlarını zengin etmelerine fırsat tanımamalarıdır.
Bu sistem sayesinde oluşturdukları siyasi, ekonomik, sosyal ve hukuki kurumların temel işlevi kapsayıcılıkolmuştur.
Bu kapsayıcı kurumlar vasıtasıyla bireyler beceri ve yeteneklerini en iyi şekilde kullanmışlar, istedikleri tercihleri yapabilmişlerdir. Bu sayede geniş halk kitleleri ekonomik etkinliklere katılmışlardır.
Bu devletlerde kapsayıcı mahiyetteki siyasal kurumlar ülkedeki istikrar ve istikrarın devamlılığını güvence altına almışlar; ülke insanları, bu kurumlara ve bu kurumlar tarafından oluşturulan hukukun üstünlüğü ilkelerine tam anlamıyla inanmışlar ve güvenmişlerdir.
Bu ülkelerde insanlar (özellikle de yöneten ve yönetilenler) birbirlerine güvenmişler, işbirliği yapmak suretiyle hızlı bir kalkınma ve zenginleşme süreci geçirmişlerdir.
Bu tespitleri 04.07.2017 tarihinde “Ülkücü Kadro”da yayınlanan “Ekonomik Kalkınma – Toplumsal Huzur Ve Hukukun Üstünlüğü” başlıklı yazımda sizlerle paylaşmıştım.
Yine 18.12.2016 Tarihinde “Ülkücü Kadro”da yayınlanan “Çıkar Siyasetinin Sonuçları” başlıklı yazımda Daron Acemoğlu “Ulusların Düşüşü ” adlı kitabındaki şu tespitlerini paylaşmıştım.
“İnsanların yaşamlarının siyasal süreç tarafından, bu sürecin nasıl işleyeceği de siyasal kurumlar tarafından belirlenir.
Toplumun siyasetçileri kontrol edebilmeleri ve davranışlarına etkide bulunabilmeleri de bu siyasal kurumlar tarafından yapılır.
Bu da ‘siyasetçilerin yurttaşların temsilcisi mi olduklarını’ yoksa ‘servet edinmek ve yurttaşların çıkarlarına aykırı düşen kendi çıkarlarının peşinden koşmak için, onlara emanet edilen gücü istismar mı ettiklerini’ anlaşılır kılar.
Bir ülkede istikrarın sürekliliği siyasal kurumların güvencesi altında olmalıdır.
İnsanların birbirlerine güvenmeleri ve işbirliği yapabilmeleri için bu kurumlara güveni tam olmalıdır.
Siyasal kurumları yönetenlerin yaptıkları yanlarına kâr kalıyorsa, bedelini başkalarına ödeterek kendilerini zenginleştiriyorlarsa ya da bunun iyi bir politika olduğunu düşünüyorlar ve çıkar gruplarının desteğiyle iktidarda kalıyorlarsa, insanların bu kurumlara güveni asla olmaz.
Ülkelerin iktisadi, siyasi başarıları kurumlarının kapsayıcı mı yoksa sömürücü mü olduğuna göre belirlenir.
Kapsayıcı kurumlar, siyasi ve iktisadi alanlarda, kişilerin yetenek ve becerilerini en iyi şekilde kullanmaları ve istedikleri tercihleri yapabilmeleri için teşvik sağlayan kurumlardır.
Sömürücü kurumlar ise, çıkar gruplarının menfaatleri için toplumun diğer kesimlerini sömüren kurumlardır. Bu tür kurumlarda liyakat ve adalet duygusu adeta “sıfır” seviyesindedir.”
***
Ulusların Düşüşü adlı kitabın yazarı,Dünyaca Ünlü Türk Profesör Daron Acemoğlu’nun Türkiye’nin ekonomisi ile ilgili yaptığı açıklamaları (03.07.2018) başlıklar halinde sunmak istiyorum!
1-Yapısal problemleri çözmek için kısa vadeli politikalar yerine orta vadeli politikalara odaklanmadıkça ekonominin geleceğini karanlık görünüyor.
2-Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları olduğunu düşünüyorum.
3-Yüksek enflasyona, düşük yatırım oranlarına ve doların değer kazanmasına neden olan seçimle ilgili belirsizlik değildi.
4-Yapısal sorunlar, son 10 yılda Türkiye’nin ekonomik büyümesinin krediler ve gayrimenkul sektörü tarafından körüklenmesi gerçeğiyle ilgilidir.
5-Türkiye ekonomisinde, son 10 yılda, çok fazla verimlilik artışı olmadı.
6-Teknolojik gelişme veya gayrimenkul sektörü dışında yatırım artışı yaşanmadı
7-Bence ‘sert iniş’ riski var. Bu senaryo, gayrimenkul ve inşaat sektörleri üzerinden, tüketimle körüklenen ve dış ticarete konu olmayan büyümenin yaşandığı gelişen ekonomileri gözlemleyenlerin çok aşina olduğu bir senaryodur.
8-Bu şekilde bir büyümeyi daha sonra ani duruşlar izler.
9-Bazen negatif büyüme ve bazen enflasyon, bazen bankacılık sektöründeki problemleri beraberinde getirir.
10-Türkiye, ümit ediyorum ki, negatif büyümeyi, özellikle inşaat sektöründe birçok şirketin iflasını ve daha sonra bankacılık sektörüne ve ekonominin geri kalanına yayılan riskleri içeren sert inişten kaçınır.
11-Ancak ‘sert inişi’ önlemek için gerekli olanı yaptığımızı düşünmüyorum.
***
Türk ekonomisi gerçekten çok sıkıntılı bir süreç geçirmektedir.
Her zaman yaptığımız gibi, bu sıkıntılı sürecin hazırlayıcısı ve tetikleyicisi olan temel sebeplerin/yapısal sorunların, diğer bir ifadeyle niçin’lerin üzerinde yoğunlaşmak yerine, bu niçin’leri bertaraf etmeden, kısa vadeli politik çözümler üzerinde durmaktayız.
Yapısal sorunların/Niçin’lerin başında da;
1-Siyasal yapı tarafından oluşturulan ve çıkar gruplarının menfaatleri için toplumun diğer kesimlerini sömüren kurumların varlığı ve bu kurumlarda liyakat ve adalet duygusunun adeta ‘sıfır’ seviyesinde olması,
2-Özellikle yöneten ve yönetilenlerin birbirlerine güvenmemeleri
3-İnsanlarımızın hukukun üstünlüğü ilkelerine tam anlamıyla inanmamaları ve güvenmemeleri gibi ana konular yer almaktadır.
Sorunların çözümüne buradan başlanmalıdır.
Bunlar ve bunlara benzer temel problemler halledilmeden alınacak bütün tedbirler sadece kısa vadeli rahatlatıcı tedbirlerdir.