Bülent Vedat AYDEMİR
Türk Merkezli Düşünmek – 9
Türkler bulundukları/yaşadıkları coğrafya’ların stratejik konumları gereği her daim güçlü/kuvvetli olmak mecburiyetinde kalmışlardır.
Merhum Prof. Dr. Durmuş Hocaoğlu’nun da belirttiği gibi “Türk’ün kuvvetli olmamak gibi bir tercih hakkı olmamıştır ve dahi olamaz. Zira Türk, daima, çok mühim, çok kritik, çok stratejik, çok zor ve zorlu coğrafyalarda bulunmuştur; bu coğrafyalarda ancak ve yalnız “güç” ile ayakta durabilmektedir. Bu, dün böyle olduğu gibi bugün dahi böyledir.
Şu halde, Türk, “güçlü olmak” mecburiyetindedir.
Güçlü olmak, Türk için, muhtelif tercihler arasından hür irade ile seçilebilecek herhangi bir tercih değildir; tek ve biricik ve mecburî tercihtir: Türk ya güçlü olur, ya da yok olur! Mesele bundan ibarettir.(1)
Türkler tarih boyunca hep “devletli” bir millet olmuşlardır.
Bütün tarihçiler ”Türklerin devletsiz yaşayamazlar” fikrinde birleşmişlerdir.
***
Durmuş Hocaoğlu’na göre “Devlet olabilmek için de iki şeye ihtiyaç vardır.
Bunlar Fizikî Güç ve Meşruiyet’tir.
Bu ikisinin kopmaz birliği, “herhangi bir güç sahibi olmak” ile “Devlet olmak” arasındaki farkı belirler.
Nitekim şöyle de diyebiliriz, Devlet, bir toplumu total olarak sevk ve idare etmek için meşruiyeti olan bir fizikî güçtür.
Burada anahtar kelime, “meşruiyet”tir.
Meşruiyet, Güç’ün “güç” olduğunun değil, “yönetmeye hakkı olduğunun” ifadesidir.
Meşruiyet, bizzat Güç’ün kendisinden gelemez; yani, Güç, bizatihi Güç olarak, kendi-kendisini meşrulaştıramaz.
Meşruiyet, bir “hak, hakkaniyet” ifadesidir.(2)
Devleti yönetmek için meşru yollarla iktidara gelen kişinin/iktidar sahibi gücün (eski Türk geleneğine göre Bey’in yani Devlet Başkanı’nın), kendisini yönetmeye muktedir güç değil, yönetmeye hakkı olan güç olarak görmesi ve bunu kabul ve ibra ettirmesi gerekir.
Bu“ibra” ya da “meşrulaştırma” işlemi, Türk devlet geleneğinin anayasası niteliğinde olan Kut ve töre ile sağlanır.
Yine Durmuş Hocaoğlu’na göre “iktidarının meşruiyeti sadece Kut ile başlayıp Kut ile bitmez.
İktidarda meşruiyetin devamı, iki şeye bağlıdır: Millete hizmet ve töre’ye sadakat.
Hükümdar’ın dahi fevkinde, onu dahi kuşatan, onu dahi bağlayan; kendisine aykırı davrandığı takdirde bütün Türklerin hükümdarının meşruiyetini elinden alabilecek bir güce sahip bulunan şey, Töre’dir. (3)
Türk devlet geleneğinde Kut ve Töre İktidarın “herkesi kanunlara boyun eğdiren, ancak kendisi hiçbir kanuna tabi olmayan bir ‘tiran’ bir ‘despot’ bir ‘monark’ olmasına esaslı surette bir engel teşkil etmektedir.”(4)
Türk devletleri kanun hâkimiyetine dayanan, kişiler-üstü bir yönetim karakterine sahiptir.
Devleti yöneten iktidar sahibi (Kağan / Hakan /hükümdar) her ne kadar kanun koyma ve mevcut kanunları yeniden düzenleme görev ve yetkilerine sahip olsa da, mevcut bütün kanunlara (Töre’ye) uymak mecburiyetindedir.
Bey’in diğer önemli görevleri arasında kabile ve oymakları toplu ve bir arada tutmak, onların birbirleriyle ve dışarıyla olan ilişkilerini düzenlemek, halka iş, devlete gelir sağlamak gelir
Orhon Abidelerinde geçen şu sözler Kağan’ın bu görevini iyi yapıp yapmadığı hakkında milletine hesap verdiğini göstermesi bakımından önemlidir:
Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım…
Ondan sonra Tanrı irade ve lütfettiği ve talih ve kısmetim olduğu için ölecek milleti dirilttim, kaldırdım,
Çıplak milleti giyimli ettim,
Yoksul milleti zengin ettim,
Nüfusu az milleti çok ettim,
Başka «il»li uluslar, başka kağanlı uluslar arasında onları pek üstün kıldım.
Dört bucaktaki bütün ulusları hep barışa mecbur ettim ve düşmanlıktan vazgeçirdim.
Görülüyor ki, hakan’ın görevi milleti doyurmak ve onun refahını yükseltmektir. Yoksa despotizm ile yönetilen eski bazı kültürlerde olduğu gibi milletin görevi hükümdarı doyurmak değildir.
İlginçtir ki Kağan, gece uyumayarak gündüz oturmayarak görevini yerine getirmeyi düşünmüş ve kendini, bu görevi yerine getirmekle sorumlu ve yükümlü tutmuştur.
Orhon Abidelerinin bir yerinde:
Beyler de ulusu da birbirine uygun imişler.
Onun için o ülkeyi o kadar iyi koruyabilmişler,
Ülkeyi koruyarak kanunları düzenlemişler.
Bu sözler kağanların kanun koymak görevlerinin de bulunduğunu ve ülkenin kanunlarla yönetildiğini, ayrıca kanun düzenleme işine sırasında beylerin de katılabildiğini göstermektedir.
Bundan çıkan sonuç şudur ki, eski Türklerde kanunsuz veya hükümdarın şahsî iradesine bağlı bir idare şekli söz konusu olmamıştır
Hâkim ve yargıçlar (yargan) kararlarını töre’ye (kanunlara) göre veriyorlardı.
Ayrıca, Türk hakanlarının tahta çıkışları da töre hükümlerine göre olmaktaydı.
Bilge Kağan (716-734) Türk milletinin mutluluk ve felâketinden dış güçlerin değil, sadece kendisinin sorumlu olduğunu, beylerin kudretli, akıllı, âdil ve halkın da itaatli bulunması sayesinde bir endişe olamayacağını ileri sürer.”(5)
***
Yusuf Has Hacib Kutadgu Bilig adlı muhteşem eserinde Devleti yöneten kişinin “Bey” yani gerçek anlamda Devlet Adamı olabilmesi için sahip olması gereken vasıflardan bazıları şöyledir.
Halk için hükümdarın çok seçkin olması gerek;
Gönlü ve dili dürüst, huyunun da soylu olması gerek.
Bilgili, akıllı, halka davranışı, soylu;
Cömert, gözü tok, gönlü dolu,
Bütün iyiliklere elini uzatmalıdır;
Terbiyeli, temiz, davranışları da soylu olmalıdır
Bey mütevazi ve alçak gönüllü olmalı,
Bey mağrur, kabadayı ve kibirli olmamalı;
Beyler büyüklük taslar ve kibirli olurlarsa,
Ey oğul onlar şüphesiz itibar görmezler.
Bey çok ihtiyatlı ve çok da uyanık olmalı;
Beyler ihmalkâr olurlarsa, bunun cezasını başkaları çeker.
Bir bey için fena olan şeylerden birisi inatçılıktır.
İnatçılık insan için ağır bir yüktür;
İnatçılıktan kendini kurtar ve onunla savaş.
Ey hükümdar, halkın senin üzerinde üç hakkı vardır;
Bu hakları öde ve onları güçlük içinde bırakma:
Bunlardan biri, ülkendeki gümüş temiz kalsın;
Onun ayarını koru, ey bilgili insan;
İkincisi, halkı âdil kanunlarla yönet;
Üçüncüsü, bütün yolları emniyet içinde tut.
***
Bütün bu bilgiler, günümüz politikacıları ile Türk devlet geleneğinin en önemli yapı taşı olan “devlet adamlığı” kavramlarını kesin çizgilerle birbirinden ayırmaktadır.
Politikacı olmak başka şey, “bey” yani gerçek devlet adamı olmak başka şeydir.
Politikacı, partisini ve partililerini düşünür; Devlet adamı ise devletini ve milletini düşünür.
Özetlersek:
Politikacı bugünü, “bey” devlet adamı ise yarını düşünür.
Dipnotlar:
1-Daha geniş bilgi için; Prof. Dr. Durmuş Hocaoğlu, Devlet ve Meşruiyet, Kut ve Töre; Muhalif, Yıl: 1, Sayı: 20., 02.06.2000-08.06.2000., s.11
2- A.g.m
3- A.g.m
4- A.g.m
5- Daha geniş bilgi için; Yrd. Doç Dr. Mahmut Arslan, “Eski Türk Devlet Anlayışı ve Kutadgu Bilig” İ.Ü.E.F. Yayınları, İstanbul, 1987, s. 37.