Fuat YILMAZER
Tarımla geçimini temin eden bir ailenin çocuğuydum. Çocukken bu alanda yapılanlardan ilgimi çeken işlemler vardı.
Sıkı bir gözlemci olduğumu söyleyebilirim. Mesela, amcamın saban veya pulluk denen aletle toprağı teryüz etmesi, bir süre sonra kesek dedikleri sert toprak parçalarını tapan denen aletle parçalaması ilgimi çok çekerdi.
Bir de ekin ekme dedikleri tohumun toprakla buluşma ameliyesini hiç unutmam.
Rahmetli dedem beline bağladığı bir bez parçasının içine buğday tanelerini doldurur onu tonmeister’in korosunu yönetirken ki yaptığı ahenkli hareketlerle toprağa serpiştirirdi.
Yaptığına bir taraftan üzülürdüm. Çünkü ninem biz torunlarının en küçüğünü kucağına oturtur diğerlerini de etrafına toplar, ekmek buğday, ekin vs. konularında bilgi verirken söylediği “Buğdayımız olmazsa ekmeğimiz olmaz, ekmeğimiz olmazsa aç kalırız”, “ekmek nimettir” der İstiklal Savaşımızda yaşadıkları zor günlerle ilgili bize hikâyeler anlatırdı. Bu anlatımı aklıma geldikçe dedemin tarlaya buğday serpiştirmesinden çok rahatsız olur ekmeksiz kalacağız diye kaygılanırdım.
Bir başka taraftan da dedemin yaptığına sevinirdim. Ailenin büyüklerinden benim annem gibi sevdiğim dedemin kız kardeşi halam(biz “Bibi” derdik) tavuklar ve civcivleri için yiyecek bırakırdı. Yiyeceklerin içinde ağırlıklı olanı içinde iri bulgur da olan buğday taneleriydi. Bize bıraktığı buğdayları “anne ve baba kuşlar alır yavrularını beslerler” derdi. Bu sözü nedeniyle de tarlaya serpiştirilen buğdaylara kuşlar yavrularına yiyecek götürecek onlar da aç kalmayacak diye sevinirdim.
Çelişkili duygu ve düşünceler içerisinde iken, tarlada büyüklerimin yaptıklarını söylediklerini hafızama nakşettim ve kısa bir süre de olsa kendi topraklarımızda tarım işçiliği yaptım.
***
Rahmetli ak saçlı, aksakallı, sıcaktan gölgeye oturduğu zaman takkesini çıkarıp başındaki terleri silen, başından hiç çıkarmadığı takkesiyle yaşı çok ileri olmasına rağmen beden olarak da beyin olarak da çok diri ve dinç olan Büyük Dedemin (Babamın Dedesi) yaşantımda da birçok kez ispatlanmış hafızamda çok diri olarak kalan şu sözünü hiç unutmadım. “Ana gövdeden ayrılan dal, ayrı yerde toprağa fidelense de tutmaz” derdi.
Hayatımın ondan sonraki bölümünde dedemin sözünü boşa çıkaracak bir gelişme ve sonuçla karşılaşmadım. “Çünkü dal, ağaca göre ne kadar daha taze gözükse de gövde gibi değildir. Ana gövdenin mutlaka toprakla temas eden onu canlı tutan bir can damarı vardır” derdi.
Gerçekte gövdede olan rahatsızlık dallara da sirayet eder. Dallar da hastalanabilir. Hastalanmasa dahi onu usulüne uygun kesilip toprağa uygun fidelenmek istense de tutmaz, kök salmaz ve ümit veren olmaz. Bir süre sonra da kurur.
***
Türk siyasi hayatında da ulu çınarlar vardır.
12 Eylül yönetimi kasıtlı olarak köklü ağaçları toprağa yakın yerlerden kesmeye çalıştı.
Bu uygulama Türk siyasi ve demokrasi hayatında onulmaz yaralar açan yanlış bir uygulamaydı.
12 Eylül’ün bir başka açıdan devamı olan Turgut Özal ve Anavatan Partisi bu yanlış uygulamayı devam ettirmek istedi ama halk buna izin vermedi.
12 Eylül uygulaması ile Türk siyasi ve demokrasi hayatının şakulü kaymış oldu. Aradan 38 yıl geçmesine rağmen siyasetteki bu sarhoşluklar, anlamadan evetler, dinlemeden hayırlar, anlamını bilmeden dualar devam ediyor.
***
Türk siyasi hayatındaki çınarlar önemlidir. Onlarda köklü bir yapı, fikir, düşünce ve gelenekler vardır. Ana gövdeler de hastalanabilir. Hatta gövdeye zararlı böcekler de musallat olmuş olabilir. Bu çınarların ömrünü tamamladığını göstermez. Bu yanlış düşünceye kapılarak çınardan vazgeçmek istemek ancak saflıkla izah edilebilir.
***
Türkiye’deki siyaset ormanını seviyorum. Çünkü siyaset ormanının “ulu çınarının” benim için ve Türkiye içinde hayati değeri vardır. Çünkü o çınar “kökü mazide olan ati dir” o özelliği korunmalıdır.
Türk devleti, Türk insanı ve Türk dünyası için önemlidir.