H. Nurcan YAZICI
Büyük devletler kuran ecdadımız, büyük ve şümullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur.” söylemi Atatürk’ün büyük ülküsünün çıkış noktası oluyor. İdeallerini Milli Mücadele’den çok önce şekillendirmiş, ülkemiz işgalden kurtulduktan sonra da hayata geçirmeye başlamıştır. Büyük davasını, “en medenî ve müreffeh millet olarak varlığımızı yükseltmektir.” diye özetler.
ÜLKÜ sahibi, ülkesi ve varlıklar âlemini dikkate almış, anlamlı bir eylemin sahibi, uzun bir yola ve de çileli bir yolculuğa talip olmuş insandır. Bu da onu toplumda daha kıymetli, özel ve farklı kılar.
“O yol ki karardır, sirayet eder her dokunuza…”
Bana “NEREYE GİDİYORSUN?” diye soranlara; inancımı ve “ülkümü” anlatıyorum. “Hayatta ne istediğini bilmek önemli bir yolculuk ve kendini bilme halidir.” Bu yol, önce “kim olduğunuzu” bilmeyi gerektirir. Zamanla “siz yol, yol siz” oluyorsunuz çünkü.
Ülküsü olmayan bir insanın, yapacakları ve gideceği yer konusunda bir iddiası yoktur. Çoğu zaman günün götürdüğü yere gider… Mücadelesi menfaatler ölçüsündedir. Kısacası; Hiçbir gayeye sahip olmadıkları için, bir nehir üzerinde akıp giden saman çöplerine benzerler. Suyun akışına göredir istikametleri…
Ülküsü olan insan ilkelidir. Onu kolay kolay hiçbir rüzgâr savuramaz. İnandıkları konusunda tavizsiz olmasının nedeni, ilkelerinin toplum değerlerinden beslenmiş olmasındandır. Yaşadığı toplumun sağlık, çevre, sanat, kültür vb. açısından gelişmesine katkı sağlamak gibi üst değerleri vardır…
Bu (çileli) yolculukta, zaman zaman yolu kesilebilir. Yalnız kalabilir hatta en yakınları tarafından aldatılabilir; lakin asla pes etmez. Bu savrulmaların bir imtihan olduğunu, bunun da kendinden sonra geleceklere tecrübe ve yol haritası olarak aktarılacağını bilir… Eksikliklerden ve yanlışlarından arına arına yoluna devam eder ki, ideali “İDEAL İNSAN” olmasını öğütler kendisine…
“İdealler yıldızlar gibidir, onları tutmak mümkün olmaz ama karanlık gecelerde yolumuza onlar rehberlik ederler.”
Yaşama emek vermeyi, onurlu olmayı en büyük itibar saydığı için, başkalarının dünyasına da anlam vermeye çalışır. O yüzden duygularını gizleme gereği bile duymaz. Sevinçleri de, üzüntüleri de, dostlukları da samimi ve tamdır. Sadece Ülküdaşları ve yol arkadaşlarıyla değil, herkesle kaynaşmak, yardımlaşmak gibi güzel bir niyete sahiptir ülkücü… Çünkü o, “ben” değil “biz” diyendir. ‘Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ anlayışını da reddeder.
Meşguliyeti “ülkü ve ülke” üzerine olduğundan, her zaman yaşadığı topluma söyleyeceği sözleri vardır. Ülkücüye göre, seçim kazanmak veya iktidar olabilme arzusu, ülkü yolunun bir aracıdır sadece… Kazanmak, “amaç ve niyetlere” göre anlam ve önem kazanır ancak.
Bu yolun kutlu şehitlerine bakın. “Onların idealleri ömürlerinden daha uzun…” Şimdi öyle bir zirvedeler ki, bu zirveyi hiçbir siyasi hesabın bozamayacağına olan inancımız dün olduğu gibi bugün de tamdır.
Ülkesi için, insanı için, en güzele ulaşmak, en güzeli yaşatmak adına yola çıkmış ülkü sahiplerine selam olsun. Unutmayın tarih gayelerinden asla vazgeçmeyenlerin adıyla yazılır. Zaman unutulur kişiler unutulmaz.
Ülkü sahibi ve büyük dava adamları, “Mustafa Kemal Atatürk, Mehmet Akif Ersoy, Fatih Sultan Mehmet ve Alparslan Türkeş’e” yol arkadaşı olmanın onuru ve gururu içindeyim… Allah, fikirlerini ilkeler olarak ortaya koymuş ve onları idealleştirmiş bütün ülkücülerden ve ülküsü için her çileyi göğüslemiş ve de yaşamını yitirmiş dava adamlarımızdan razı olsun.
Yaşasın Türkiye ve TÜRK’lük sevdamız.