Bülent Vedat Aydemir
Arapça saf, halis olmak; iyi niyet sahibi olmak ve başkasının iyiliğini istemek anlamındaki nush kökünden türeyen nasihat sözcüğünün Türkçe karşılığı, doğru yolu göstermek amacıyla bir kimseye yapması veya yapmaması gereken davranış ve eylemler hakkında söylenen söz anlamına gelen “öğüt” sözcüğüdür.Başkalarının hata ve kusurunu gidermek için gösterilen çaba; iyiliği teşvik, kötülükten sakındırmak üzere verilen öğüt; başkasının faydasına ya da zararına olan hususlarda bir kimsenin onu aydınlatması ve bu yönde gösterdiği gayret‚ halis, samimi, katıksız olmak; kin, hile ve aldatmanın zıddı olarak iyilik yapmak, dürüst davranmak, doğrulamak gibi geniş anlamlarda kullanılan“Öğüt vermek” deyimi de mecazi olarak ‚ yol göstermek anlamını taşımaktadır.
Arapçada dini öğüt anlamında kullanılan va‘z kelimesi de, aynı zamanda “bir kimseye kalbini yumuşatacak, kendisini iyiliğe sevk edecek surette söz söyleme” anlamına gelmektedir. Va’z sözcüğü hadis dilinde‚ “kendisine nasihatte bulunan kişiye hayır dilemek” anlamı da taşımaktadır.
Öğüt (nasihat) konusu, yazılı veya sözlü edebiyatımızın başlangıcından bu yana bir şok şair veya yazar tarafından sürekli işlenen konular arasında yer almıştır.
Yazılı Türk Edebiyatı’nın ilk eserlerinden olan Divanü Lügati’t-Türk’te ise öğüt sözcüğü karşısında şu beyit yer almaktadır:
Alg il ögüt mindin ogul erdem tile
Boyda ulug bilge bolup bilgin güle
“Ey oğul, benden öğüt al ve erdem dile, böylece halkın şefi olursun ve onlara bilgelik ve erdem dağıtırsın.”
Türkçe “öğüt, Arapça “ nasihat” sözcüklerinin sonlarına farsça “nâme” sözcüğünün eklenmesiyle oluşan “Öğütnâme” Nasihatnâme” gibi sözcükler Türk ve İslâm edebiyatlarında ahlâki eserlere verilen isim haline gelmiştir.
Bu yazımda Öğütnâme sözcüğünü kullanmayı tercih edeceğim.
Teorik ahlâktan ziyade ahlâkın pratik uygulamalarının ele alındığı; iyi insan olmanın, yaşamda başarı kazanmanın yollarının gösterildiği Öğütnâmeler’de toplumların daha çok çözülme dönemlerinde, bozulma emaresi gösteren alanlarda çözüm önerilerine yer verilmiştir.
Dinin emir ve yasakları yanında töre ahlâkı içinde yapılması ve yapılmaması gereken davranışların ele alındığı bu Öğütnâmeler’de bahsedilen konuyu daha iyi anlatabilmek ve kuvvetlendirebilmek için sıklıkla atasözlerine, deyimlere ve toplumda saygın bir yere sahip olan önemli kişilerin sözlerine de yer verilmiştir: Kuran-Kerim’den ayetler ve hadislerden alınmış seçmeler de çoğu zaman anlatılmak istenen düşüncelere delil olarak gösterilmiştir.
Bu ahlâki eserlerde, her devirde geçerli olan hak, adalet, doğruluk, cömertlik, yardım severlik gibi ahlâki değerler yanında;
-Toplumların çağdan çağa ferdî veya devlet merkezli düşünceleri;
-Yükselme ve çözülmeye götüren anlayışlar;
-Dinî ve tasavvufî hayatın algılanışı;
-Görgü kurallarındaki farklılaşmalar;
-Din ve kültürler arası etkileşimler;
-Resmî ve sivil toplumun değer yargıları;
-Yöneten ve yönetilenlerin ahlâkî tavırları gibi gelişim ve değişim süreçleri izlenebilir.(1)
Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Veda Hutbesi bir Öğütnâme olduğu gibi aynı zamanda da ilk insan hakları beyannamesidir. Hz. Peygamber bu son öğütlerinde adalet duygusunun, eşitliğin, kadın haklarının, mülkiyet haklarının; güven, emniyet ve emanetin ve dünya barışının önemini dile getirmiştir.
Sözlü geleneğin ürünü olan ve atalarımızın geçmişten günümüze kadar gelen tecrübe ve deneyimlerin ürünü olan kısa ve özlü sözler olarak nitelendirilenatasözleri ve bir kavramı belirtmek için bulunmuş özel anlatım kalıpları olarak nitelendirilen deyimler, Öğütnâme yazarlarının eserlerini süslemiş ve kuvvetlendirmiştir.
VIII. yüzyıla ait ilk öğütname’lerimiz olan Orhun Kitabelerinde şu atasözüne yer verilmiştir.
Yufka olanın delinmesi kolay imiş, ince olanı kırmak kolay imiş
Yufka kalın olsa delinmesi zor imiş. İnce yoğun olsa kırması zor imiş
Türk edebiyatının ilk eserlerinden olan Kaşgarlı Mahmut’un yazdığı Divan-ü Lügati’t -Türk’te de atasözlerine rastlamaktayız. Bunlardan bazıları;
Aç aceleci olur, tok rahat olur –İt ısırmaz, at tepmez deme –Zaman geçer kişi duymaz, insanoğlu baki kalmaz–Suyu görmeden pabuç çıkarma–Ağırbaşlı ile uğraş, yüzsüzle yarışma
Dilde sadeleşme eğiliminin arttığı XVII. Yüzyılın sonları ile XVIII. Yüzyılın başlarında atasözleri ve deyimlere daha çok başvurulmuştur.
Toplumda saygın bir yeri olan önemli kişilerin sözleri de genellikle hikmet olarak adlandırılmıştır: Deneyimli, güngörmüş, ileriyi görebilen, akıllı ve tedbirli yaşlılar da, hikmet sahibi anlamına gelen, hekîm nitelemesiyle anılmışlardır.
İlk zamanlarda “adaletle yargılama” olarak tanımlanan hikmet sözcüğü zamanla “gerçeğe uygun söz”, “doğru iş”, “dürüstlük”, “adalet”, “bilgi”, “sabır” ve “cahillikten ve acelecilikten koruyan söz” anlamlarıyla da kullanılmıştır.
Türk toplumunda, hikmet denildiğinde ilk akla gelen isim Ahmet Yesevi’nin nasihat içerikli “Divan-ı Hikmet” adlı eseridir.Halk üslubunda yazılmış didaktik (öğretici), sade, saf ve samimi duygularla yazılmış şiirler aynı zamanda toplumun milli ve manevi duygularını dile getiren öğütvari hikmetlerdir
Yesevî’nin millî didaktizmi işlediği hikmetlerinde sosyal çevreye öğüt verme çizgisinden ayrılmamıştır. Bu hikmetlerden biri de şöyledir.
Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen
Öyle mazlum yolda kalsa, hemdem ol sen
Mahşer günü dergâhına mahrem ol sen
Ben – sen diyen kimselerden geçtim işte
Türk edebiyatının ilk ve en önemli Öğütnâme’lerinden biri de Yusuf Has Hacib tarafından kaleme alınan Kutatgu Bilig adlı eserdir.
Bu eserde özellikle devlet yöneticilerine hitaben hikmetvâri ve didaktik öğütler yer almaktadır. Yusuf Has Hacib bu eserinde Türk İslâm geleneği ile bütünleşmiş Türk devletlerinin yöneticilerine dinî, ahlâkî, hukukî, sosyal, siyasi konularda öğütler vermiş, çekici hikmetleri diyalog şeklinde sunmuştur.
Kutadgu Bilig’den günümüz siyasetçilerinin de üzerinde düşünmesi gereken bazı mısralar;
Ey hükümdar, Tanrı her işinde yardımını sana yoldaş etsin.
Bu yalan ve boş dünya, eski bir âlemdir;
Nice beyleri kocattı, kendi kocamaz.
Senin gibi nice beyleri sevdi, sonra yüz çevirdi;
Şimdi seni sevmekte; fakat çabuk bırakacaktır.
Zannetme ki sana vefa gösterecektir.
Sen benim nasihatime kulak ver, bu sana yeter.
Bak senden önceki beyler nerede,
Kudret ve ihtişamları nerede?
Onların nereye gittiğini iyi düşün;
Senin de oraya gitmen yakındır.
Şimdi onlar için ne faydalı olduysa sen de onları yap.
Onlar ölürken neye pişman oldularsa,
Sen o işlerden uzak dur.
Ölüyü gören hiç kimse diri kalmaz,
Sen de ölüme hazırlan!
Dikkat et, ölüm sana baskın yapmasın;
O muhakkak bir gün seni almaya gelecek!
Görmüyor musun, geçmiş günlerin bugün hep rüya gibi oldu.
Hikmet ve ahlâk üzerine yazılmış bir diğer Öğütnâme’de Edip Ahmet Yükneki’nin yazdığı “ Hakikatlerin eşiği” anlamındaki Atabetül Hakayık adlı eserdir. Hikmet usulüyle yazılmış olan bu eser özellikle bilginin faydası ve bilgisizliğin zararları hakkında öğütler içerir. Yükneki eserinde “bilgilinin sözünün edepten ve nasihatten ibaret olduğunu, bilgili kişiyi Arap ve Acem başta olmak üzere her milletin övdüğünü, bilginin tükenmez bir servet olduğunu” ifade etmiştir.
Şeyh Edebâli, Türk gençlerini tekkesinde toplayıp onları okumaya ve öğrenmeye yönlendirmesiyle bilinir. Bir gün Orhan Gazi dedesi Şeyh Edebâli’ye, “Dede, sen gençleri hep medreseye topluyorsun.” deyince Şeyh Edebâli Orhan Gazi’ye “Oğul, sana vasiyetim olsun. İlmi Türk’ten gayrisine verme! Sonra devletin yıkılır.” Öğüdünde bulunur.
***
Kısa örneklerle açıkladığım bu temel eserlerimizin en önemli özelliği, Türk örf ve adetleriyle devlet yönetme anlayışının, İslâmi konularda ise İmam-ı Azam Ebu Hanife ve İmam Matüridi görüşlerinin referans alınmasıdır.
Türk kültüründe önemli bir yer işgal eden Öğütnâme yazma geleneği, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde de devam etmiştir.
Osmanlı Dönemindeki Öğütnâme’ler özellikle, yukarıda da belirttiğim gibi, devlet yöneticilerinde ve toplumda görülen yozlaşma ve beraberinde bozulma emarelerinin görüldüğü dönemlere kaleme alınmışlardır.
Özellikle 1. Ahmet’ten IV Murat’ın hakanlığı dönemine kadar geçen süre içerisinde (XVII. YY) devlet idaresinde görülen aksaklıklar, saray çevresindeki yolsuzluklar, isyanlar, devlet adamlarının yetersizlikleri, ekonomik sıkıntılarla karşı karşıya kalan dünyanın en büyük imparatorluğunun zor durumda olduğu ve geleceğin iyi olacağına dair beklentilerin yavaş yavaş tükendiği belirgin bir hal almıştı.
Bu dönemde Kâtip Çelebi ve Koçi Bey’in yazdığı Öğütname’ler ağırlıklı olarak İslâmi referanslara göre yazılmış; Türk örf ve adetlerinden, Türk devlet yönetme anlayışından, İmam-ı Azam Ebu Hanife-İmam Matüridi çizgisinden bir hayli uzaklaşılmıştır. Böyle olunca pek de fayda sağlamamıştır, Devlette ve toplumda çözülme ve bozulmalar devam etmiştir.
En köklü tedbirler, özellikle II. Meşrutiyetten sonra, Osmanlıcılık ve İslâmcılık siyasetinin çökmesi üzerine, Türkçüler tarafından, belirlenmiş prensipler çerçevesinde, alınmaya çalışılmıştır.
Bu prensiplerin özünde, Osmanlı Devletinin bir Türk Devleti olduğu, Türklerin devletinin ancak Türkler tarafından yönetileceği, düşünce merkezine Türk kavramının alınacağı prensipleridir.
Adı Türk olan Cumhuriyet ise bu temeller üzerine kurulmuştur.
Günümüzdeki toplumsal çözülmelere, devlet idaresindeki aksaklıklara bulunacak çözümlerde de, Türk merkezli düşünce öne çıkarılmalıdır.
Türk Milletinin Ramazan Bayramını kutlarım.
Hayırlı bayramlar
———————–
(1)- DR. Reyhan Keleş; Türk Edebiyatında Nasihat, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi
Sayı 44 (2010) Sayfa:183-209