H. Nurcan Yazıcı
Bir gerçek var ki insanlar, içinde bulunduğu toplumla bütünleşmek ve o topluma ait olmak isterler. Ortak değerlerle kurulan bütünün bir parçası olduğunu hissettikleri müddetçe de, ait olma, güven ve birlik duyguları kökleşecektir. İnsana kimlik kazandıran işte bu olgu, değerler bütünü ve kültürdür.
Bireyin kendisini toplumun bir parçası olarak görmesi ile başlayan bu güçlü aidiyet duygusundan bir AŞK doğar; ülkesine, bayrağına, toprağına, insanına hatta siyasi partisine… Hiçbir karşılık beklemeden hizmet etmeye çalışan insanların, ülkesine olan bu aşklarını“Milliyetçilik” ve “vatanseverlik” olarak tanımlıyoruz. Bu aşk, düşmanlıklara karşı büyük bir kale, Türk Milleti için çok önemli bir kültürdür.
Bu da batının ve küresel tüketim dünyasının, ülkemizin kültür ve kimlik kavramlarına karşı neden böylesine savaş açtığının açıkça ifadesidir.
Batı yıllardır bu kaleyi yıkmak, Türk Milletini kimliksizleştirmek ve insanlarımızın aidiyet duygularını yok etmek adına planlı bir biçimde çalışmaktadır. Tektipleşme sürecini,sivil toplum örgütlerini, (müzik, sinema, moda gibi) popüler imajını, internet gibi “kitle iletişim” araçlarını kullanarak önü alınamaz bir vaziyette ilerletmektedir.
Yarın nasıl bir durumla karşı karşıya kalacağımız öngörülemediğinden, sürece karşı, “Eğitim, sosyal hayat ve siyasette” kayda değer bir çalışma bulunmamaktadır.
Hepimizin aynı televizyon programlarını izlediği, aynı davranışları takip ve taklit ettiği bu süreçle, “sanat, sosyal hayat ve siyasal” çeşitliliğimiz, “değer ve derinlik” aramak gibi hususiyetlerimiz gittikçe yok edilmektedir.
İnsanlar artık aynı şeylere gülüyor, aynı şekilde ağlıyor, aynı şeylere kızıyor ve aynı tepkileri veriyor… Yemeklerimiz bile (sözde dünya) “popüler” mutfağa emanet… Kentlerimiz aynı tertip; özgünlüğünü ve kimliğini yitirmiş. Karar vericiler kimliksizliği kent imarına yansıtmış vaziyette. Bizler de sesiz sedasız yaşayarak, olup biteni onaylıyoruz.
Öz’ün ve farklılıkların kaybolmasından, insanların giderek aynı torna makinesinden çıkmış robotlar haline gelmesinden bahsediyorum.
Olay marka ve modadan iç dünyamıza geçmiş vaziyette… Benzetilmenin en tehlikelisini yaşıyoruz… Övgüler aynı, sövgüler aynı. Sorunlara bakış açımız, çözümlerimiz aynı! Tektipleşme vebasının ulaşmadığı yer neredeyse yok! İnsanlar “fikir ve eylemlerini” bile batının yönlendirdiği biçimde, aynı kurallara göre kurgulamakta…
Kendi olmaktan çıkarılmış sunulan (kültürsüzlüğü) kimliği, sorgusuz sualsiz kabul eder olmuşuz.Aynılaşma konusunda Türkiye sanki kocaman bir laboratuvar gibi.
İnsanların durum ve vaziyete göre şekil aldığı, ilkelerin (ideolojilerin) gereksiz ve lüks sayıldığı bir toplumda siyasetin ve partilerin etkilenmemesi düşünülemezdi tabi…Öyle de oldu. Seçimlere giderken; Partilerin siyaset dili ve ortaya koydukları projeleri bile neredeyse aynı. Parti sayısının artması bile siyasete bir farklılık getirmiyor.
Böyle olunca da ortaya çıkan “siyasi benzeşme” insanları, parti arayışından çok, kişiler üzerinden, kişilere göre siyaset yapmaya yöneltiyor… Bu ise, eleştiriye kapalılık, tam bir biat ve otoriter yapının oluşmasına neden oluyor.
Bir toplumun “değer, inanç, ideal ve düşüncelerinin” devamı, yaşamına yansıması ve yansıtılması siyasi kültürümüzün bir parçası olmalıdır. Siyasi partiler günü değil geleceği şekillendirmek adına farklılıklarını ve ilkelerini ortaya koymak, aidiyet ve milli olma kültürümüzü yaşatmak zorundadır. Partiler ilkesizlikten, aynılaşmaktan ve tektiplikten uzak durmalı, TÜRK Siyaseti globalleşmemelidir…
Kişi kendinin temsil edildiğini, idealleri ve inançları ile bir siyasi partinin parçası olduğunu hissetmeli; siyasi partiler de bunu hissettirmelidir…Nihayetinde kişiler gelip geçici!!
Çocuklarımızın çok mutlu olduğu, sevgi dolu bayramlar diliyorum.