Bekir Doğan’ın Tanıklığı: İnsanî Yönleri ile Başbuğ Türkeş
Dr. Hayati BİCE
“Pîrimiz Yesevî ve Başbuğumuz Türkeş” başlıklı bir önceki yazımda Başbuğ Türkeş’in 12 Eylül’ün hukukî zulmünün bir yansıması olan MHP Davası’nda mahkemeye sunduğu “Savunma”sından söz etmiştim. Bugün tarihî bir belge olan “Savunma” birçok bilgi yanısıra, önemli bir vefa örneğini de sergilemektedir.
Bu yazıda anılarına yer verdiğim 12 Eylül öncesi MHP İstanbul-Kadıköy ilçe başkanı iken üç kez silahlı saldırıya uğrayan Bekir Doğan’ın anlatımı ile Başbuğ Türkeş’in insanî yönünü yansıtan birkaç sahneyi de dile getireceğim.
Türkeş’in ‘Savunma’sında Vefa
Savunması sırasında ülkücü hareketin ülkemizin varoluş sorununda nerede durduğunu ve nasıl bir fonksiyon sergilediğini anlatan Türkeş, kendisinden 40 yıl önce feyz aldığı bir öğretmenini de anmıştır: Hâkim General Şevki Mutlugil.
Türkeş’in ‘Savunma’sında Harb Okulu öğrencisi iken feyz aldığı hocalarından Şevki Mutlugil ile ilgili satırlar ve Başbuğ’un bugün de gündemimizi olanca ağırlığı ile işgal ederek devam eden bölücülük sorununun kökenine ilişkin tesbitlerini vermek istiyorum:
“1917 yılında kanlı bir Marksist ihtilal ile çarlığın yerine geçen Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği devleti de, çarlığın yayılma-genişleme politikasına aynen devam etmiş ve etmektedir. Bu saldırgan ve sömürü temeline dayalı politika, Türkiye’yi sürekli tehdit altında bırakmıştır.
Türkiye’ye karşı açıktan açığa sıcak savaş açılmamakla beraber Türkiye’yi “Trakya Cumhuriyeti, Karaman Cumhuriyeti, Ankara Cumhuriyeti, Ermenistan, Kürdistan, Lazistan …. Cumhuriyeti” gibi isimler alanda 10 küçük devlete bölmeyi hedef alan ve Marksist bir rejim kurdurarak bu yolla Türkiye’yi parçalayıp ele geçirme planlarını uygulamaya çalışmışlardır. Bunları daha bundan 40 yıl önce Rahmetli Hâkim General Şevki Mutlugil‘in inandırıcı belgelerle verdiği konferanslardan anlamış ve öğrenmiştik.
1960′tan sonraki yıllarda Türkiye’de kendilerini açığa vuran komünist faaliyetlerde Marksistlerin “Halklara Özgürlük…”, “Doğudaki Millî Zulme Son…”sloganlarıyla ortaya çıktıklarını görünce Merhum Hâkim General Şevki Mutlugil‘in sözlerini daha iyi anladık.
Türkiye’ye karşı düşmanlıklar sadece komünist blok’a dâhil devletlerden gelmiyordu. Doğu Bloku’nun dışında kalan ve bazıları bizimle dost ve müttefik görünen başka devletlerden de Türkiye’ye karşı bölücü, yıkıcı kışkırtmalar yöneltilmekteydi.
Türkiye çeşitli bloklara mensup bir kısım devletler tarafından devamlı bir yabancı ideoloji, kültür saldırıları ile bombardıman ediliyordu. Milletimizin kalkınmasının engellenmesi ve geciktirilmesi için her yönden çeşitli oyunlar düzenleniyordu.
Kısacası nüfusu gittikçe artan ve yavaş da olsa barış içinde kalkınmasını yürüten Türkiye göze batıyordu. Yabancı ideoloji ve kültür saldırılarına karsı tedbir alınması gerekliydi, fakat alınacak tedbirler polis gücüyle, asker gücüyle, kaba kuvvetle olamazdı. Fikir ve ideolojilere karşı, ancak yine fikir ve ideoloji ile millî kültür, milliyetçilik şuuru ile ve iman ile bilgi ile karşı konulabilirdi. Bunun için de yapılması gereken ilk iş; memleketin aydınlarına ve gençlerine tarihimizi öğretmek ve yaşanılan tarihi olaylardan dersler çıkararak insanlarımıza millî tarih şuuru vererek millî kültürümüzün nasıl geliştiğini ve ne gibi aşamalardan geçtiğini anlatmaktı. Milletimiz arka arkaya uğranılan saldırıların, savaşların yıkıntısı alanda yoksulluğa düşmüş, sefalete yuvarlanmış bir bitkinlik ve yorgunluk içine gömülmüştü. Çeşitli yönetimlerin beceriksizliği ile geri kalmışlığın, cahilliğin sebep olduğu haksızlıklar, zulümler, gelir dağılımındaki adaletsizlikler, sosyal bunalımlar, Türk toplumu için dürüst ve liyakatli yönetimler alanda özel tedbirler alınmasına ve büyük reformlara girişilmesine ihtiyaç göstermekteydi.
Böyle bir ortam Türkiye’ye yöneltilen yabana ideoloji ve yabana kültür saldırılan için çok değerli bir sermaye teşkil ediyordu. Yoksulluklar, haksızlıklar sömürülerek, bol keseden parlak vaatler yapılarak, özellikle yurdumuzun gençleri avlanılmaya girişildi. Türkiye bir yeraltı saldırısı ve örtülü bir savaş karşısındaydı. Fakat memleketin iktidarları bunu kavrayacak ve isabetli tedbirler bularak uygulayabilecek gücü gösteremediler.
Bu ortamda bizler Türkiye’yi tehdit eden tehlikeleri anlatmak, açıklamak ve halkı uyarmak gerektiğini gördük. Türk Milletine tehdit ve tehlikeleri anlatmak; uğranılan şiddetli yabancı ideoloji ve kültür saldırılarından korunmak için, acil olarak gerekliydi.” [1]
Bekir Doğan’ın Anlatımı ile Türkeş Vefası : “Türk ordusunda 10 tane Türkeş yetiştiremedik!..”
4 Nisan 2013 günü Başbuğ Türkeş ile ilgili olarak yapılan yayınlar arasında Bengütürk-TV’de Özhan G. Toca’nın sunduğu Günün Konusu programında konuk edilen Bekir Doğan’ın anlattıkları çok önemli konulardı. 12 Eylül öncesinde MHP İstanbul Kadıköy ilçe başkanlığını uzun süre sürdüren Bekir Doğan Başbuğ Türkeş ile yaşanmış pek çok anının tanığı idi. Ülkücü hareketin ilk şehidlerinden Cemil Doğan’ın ağabeyi olan[2] Bekir Doğan’ın anlattıkları arasında emekli general Şevki Mutlugil ile ilgili olan anı, Başbuğ Türkeş’in nasıl köklü bir vefa duygusuna sahip olduğunu gözler önüne seriyor.
Halen 87 yaşını yaşayan Bekir Doğan’ın anlatımına göre, Başbuğ Türkeş, Harb Okulu’ndan öğretmeni olan Şevki Mutlugil’in rahatsız olduğunu işitmiş ve sağlığı konusunda bilgi sahibi olmak ve bir ihtiyacı olup olmadığını tesbit için Bekir Doğan’ı hocasına yollamıştır. O zaman için önemli olan telefon tahsisi için Harb Okulu’nda kendisinden feyz aldığı hocasına yardımcı olan Türkeş hakkında Şevki Mutlugil’in söyledikleri de çok çarpıcıdır: “Evlâdım, ne yazık ki, Türk ordusunda 10 tane Türkeş yetiştiremedik!..” [3]
Ben bu sözleri internetten dinlerken TV’de Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılanan onlarca general ve yüzlerce subay ile ilgili haberler geçiyordu. Kulaklarımda yankılanan “Koskoca Türk ordusu içerisinde 10 tane Türkeş yetiştiremedik!..” sözlerini dinlerken bugün yargılananların “sadece kendi paçalarını kurtarmaya yönelik niteliksiz savunmaları” ile 12 Eylül sonrasında yargılanan “Başbuğ Türkeş’in manifesto niteliğindeki Savunma”sını kıyaslamadan edemedim. İşte bugün aradan geçen 30 yıla rağmen Alparslan Türkeş’in Savunma dosyası bir kitap olarak nesilleri aydınlatmağa hâlâ devam ediyor. Bugünkü “Paşaların Savunması”ndan tarihe ne kalacak acaba?!..
Gün Sazak’ın Şehadeti ve Toprağa Verilmesi: “Hüngür Hüngür Ağlayan Türkeş”
Bekir Doğan’ın tanık olarak anlattıkları arasında beni en çok etkileyen sahnelerden birisi de komünist militanların şehid ettiği MHP’nin efsanevi Gümrük Ve Tekel Bakanı Gün Sazak’ın Mihalıççık’taki kendi köylerinde toprağa verilirken yaşananlar oldu.
Bizim kuşak için Başbuğ Türkeş çelik iradeli, duygularını dışları vurmayan, kendisine acziyeti asla yakıştıramayacağımız bir Türk kahramanıdır. 12 Eylül öncesinden hafızama kazınan bir fotoğraf, merhum şehidimiz Gün Sazak’ın Ankara’da kılınan cenaze namazı sırasında tabutu başucundaki Türkeş resmidir. Gün Sazak’ın albayrağa sarılı tabutu başında başta muhtereme Nilgün Sazak Hanımefendi olmak üzere Sazak ailesinin fertleri ile yanyana duran, taşıdığı sorumluluk bir dağ gibi omuzlarına çökmüş Başbuğ Türkeş görüntüsü çok ama çok hüzün vericidir.
Bekir Doğan’ın tanıklığına göre, işte bu hüzünlü resmin alınmasından saatler sonra, aile fertleri ile birlikte Eskişehir’in Mihalıççık ilçesindeki aile kabristanında toprağa verilecek olan Gün Sazak’ın naaşı ambulans ile köye getirildiğinde Başbuğ Türkeş, aniden bir duygu patlaması yaşayarak hüngür hüngür ağlamağa başlar. Öyle ki, Gün Sazak’ın ağabeyleri kendi acılarını unutarak Türkeş’i teselli etmeğe çalışırlar. Bekir Doğan, -bugün kendisi de rahmetli olan- Güven Sazak’ın Başbuğ’u teselli etmek için “Başbuğum, ağlamayın. Bu bir takdir-i ilahidir. Allah’tan gelene sabır gerekir. Kendinizi bu kadar harab etmeyin” dediğini nakletmektedir.
12 Ocak 2000 günü Başbakanlık Binası’nın ikinci katında toplanan “Bölücübaşının İdam Dosyası” zirvesinde zamanın MİT müsteşarının MHP liderini idam dosyasının rafa kaldırılmasını sağlamak için dillendirdiği “Devlet Bahçeli de dâhil MHP’li bakanlara suikast yapılabileceği” tehdidine karşı Bahçeli’nin Gün Sazak’ın şehadetinin ülkücü hafızadaki yerini hatırlatmasını bu noktada tekrar kayda geçirmek isterim.[4]
Bölücü terörün taleplerine karşı millî direncin odağı olan MHP’ye yönelik her türlü tehdidi savuranlar şunu çok iyi bilmeliler ki, tarihinde olduğu gibi bugün de, ülkücü hareket -ölüm tehditleri de dâhil- hiçbir tehdit ile millî duruşunu bozacak değildir.
Bunu dost da bilmeli, bugün işgal ettikleri koltuk ne olursa her yerdeki ve her cinsten ülkücü düşmanları da…
12 Eylül Yargılamasına Son Nokta: “Kenan Evren’e Sövmek Yeter mi?!”
Bekir Doğan’ın Başbuğ Türkeş ile ilgili anlatımlarından kayda geçirilmesi gereken bir diğer nokta ise cezaevinden “Muhterem Orgeneralim” diye başlayan bir mektup yazdığı ‘Kenan Evren hakkındaki gerçek düşünceleri’ni yansıtan bir anısıdır.[5] 12 Eylül zulmünün 5 yıla yakın süre ile dört duvar arasına hapsedip akabinde “beraat” ile sonlanan bir süreçten sonra serbest kalan Başbuğ’u ziyaret eden Bekir Doğan, 12 Eylül öncesinin o ‘heybetli Başbuğ’unun oldukça yıpranmış olduğunu üzülerek fark eder.
Bunun nedenini sorduğunda Başbuğ Türkeş yeniden gürler. Bekir Doğan’ın o anları anlatırken, Türkeş’ten asla beklenmeyecek bir tavrı yansıtan ifadesi aynen şöyledir:
“Kenan Evren’e küfretti!…”
Bu küfrün nedeni, Türkeş tarafından şöyle açıklanır: “Ben Türk Ordusu mensubuydum. Ben ülkücülere yapılanları Türk Ordusu mensublarına yakıştıramam. Peygamber Ordusu bildiğim Türk Ordusu, Türk Silahlı Kuvvetleri bu değildir… Memleketi ne hale getirdiler.”
Bengütürk-TV’ye Düşen Bir Görev
Bekir Doğan’ı ekrana çıkartarak ülkücü harekette çok az kişinin bildiği, Türkeş ile ilgili gerçekleri kayda geçiren Bengütürk-TV yöneticilerine ve sözkonusu programı yapan Özhan Gençer Toca’ya çok teşekkür ediyorum. Ancak gerekli ön hazırlığı yapmış bir grup önünde Bekir Doğan ile yapılacak ve zaman kısıtlaması olmayan bir uzun röportaj da mutlaka yapılmalıdır.
Bugün 87 yaşında olan Bekir Doğan gibi ülkücü aksakalların birebir tanıklıklarının kayda geçirilmesi ülkücü hafızanın sağlıklı bir şekilde teşekkülü için şarttır.
12 Eylül 1980 günü doğanların bugün 33 yaşına geldikleri düşünülecek olursa bunun ne kadar önemli bir görev olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Son zamanlarda yayınlanan Ahmet Er, Nevzat Kösoğlu, İbrahim Metin gibi isimlerin ülkücü hareketin önemli isimlerinin Hatıraları yanında bu türden video kayıtları da nesilden nesle aktarılacak ülkücülük ruhunun önemli yapıtaşları olacaktır. [6]
Bu tarihî bir görevdir.
______________________________________________
(*) Dr. Hayati BİCE, ÜLKÜ-YAZ Genel Başkanı.
İletişim: http://ulkuyaz.org.tr
[1]Alparslan Türkeş ve Ülkücü Hareket, Savunma, Hareket Yayınları, İstanbul-2011, s.12-13.
[2] Cemil Doğan, 15.02.1973 günü toprağa düşen bir öğretmen olup ülkücü hareketin ilk şehidlerindendir. Gaziantep’in Nizip ilçesine bağlı Çiftlik köyündendi. Adıyaman Erkek Sanat Enstitüsü’nün müdürlüğünü yapıyordu. Adıyaman Ülkü-Bir’in başkanı iken 2 Şubat 1973 günü uğradığı saldırıda ağır yaralandıktan 13 gün sonra tedavi edildiği hastanede şehadet makamına ulaştı. Şehid edildiğinde 28 yaşında olup evli ve 2 çocuk babasıydı. Ayrıntılı bilgi için bkz: http://www.yalniz-kurt.com/modules.php?name=News&file=article&sid=1367
[3] “Bekir Doğan ile Röportaj”, Bengütürk-TV, Özhan G. Toca, Günün Konusu programı, 4 Nisan 2013.
[4] Bu konudaki “MHP ve İdam Cezası -12 Ocak 2000 İdam Zirvesindeki Ölüm Tehditlerini Türk Milliyetçileri Biliyor mu?- başlıklı yazım için bkz: http://hayatibice.net/?p=714
[5] Nevzat Kösoğlu, ülkücü hareket içerisinde ciddi bir şekilde tartışılan bu mektubun, başta Türkeş olmak üzere Dil Okulu’nda tutuklu bulunan MHP’lilerin ortak bir metni olduğunu ve son tashihinin -o sırada MHP Davası sanığı olarak orada bulunan – Taha Akyol tarafından yapıldığını kaydetmiştir.
[6] Son zamanlarda ülkücü hareketin önde gelen isimlerinin Hatıraları yanında, Mehmet Karanfil (Gül Hüznü), Adnan Şenel (Elma ve Bıçak) ve Hüseyin Türkmen (Kara Gün) gibi isimlerin yaşadıkları ve yaşananlar ışığında kaleme aldıkları eserleri bütün genç ülkücülere tavsiye ediyorum.
ÜLKÜCÜ ŞEHİD Cemil DOĞAN‘dan BİR ŞİİR:
Ben Türk’üm / Cemil DOĞAN
Ben Türk’üm! Ben dünyada hem ebed, hem ezelim,
İlk kâinat, ilk dünya, ilk toprak benim elim,
İlk tarih, ilk kalem ve ilk dil benim dilim,
Dünyanın ilk adamı, ilk insanda kanım var! …..
Cihanı vatan yaptık, sanatla çeyizledik,
İnsanlığı insanca, ilimle feyizledik,
Türklüğün damgasını süngümüzle izledik,
Gelmişte, gelecekte, ilmim var, irfanım var
Urallar, Altaylardır, Kaf dağıdır dağımız
Tanrı dağında saplı, kurt başlı bayrağımız
Kavimler emrimizde, üç kıt’a otağımız
İnsanlığa hükmeden Oğuz adlı Han’ım var.
Tabiat yüz çevirdi, mevsimler kurak oldu
Sökün ettik öz yurttan, büyük göç yedi koldu
Dünyanın dört bucağı benim ırkımla doldu
Bugünkü her millette, her yerde insanım var.
Soyumdan af dilerim, ecdadıma yüzüm yok
Bir hain vatan satmış, söyleyecek sözüm yok
Şimdilik hiç kimsenin vatanında gözüm yok
Ama geleceğe de çok yüksek imanım var.
Yaşatmam kızıl köpek, Türk sözünün eridir,
Orta Asya Türk yurdu, ora Bozkurt yeridir,
Yaşıyor hakanlarım, Bozkurtlarım diridir,
Kara Hanım, Ak Hanım, Kül Tigin Hakan’ım var.
Ölümden korkum yoktur, ölümü hak bilirim
Yaşarsam gazi yaşar, ölürsem cennet yerim
Bir Allah’a taparım, Allah’a eğilirim
Zaptedilmez kaleyim, dinin var, imanım var.
Ben saldırgan değilim, Hakk’a hürmet ederim,
Hakkım olduğu için hakkımı verin derim.
Diken diken olurum, titrerim, ürperirim,
Sığdıramam kabıma, çılgın heyecanım var.
Bir şafak sökecektir, karanlığı boğacak,
Gece gündüze gebe, gün mutlaka doğacak,
Hakk’a güveniyorum, Hak kefesi ağacak,
Allah’ım, Peygamberim, Kitabım, Kur’an’ım var.
Bu dünya, bu dağ deniz herşey, bu kürre-yi arz,
Nikâhlısıdır Türkün, evet nikâhımız farz,
Boşarsak kıyamette ölsek de kaldıramaz,
Kıyamette giyecek ilâhî kefenim var.
Horasan’dan gelmişim, soyum Oğuz soyundan,
Cerit derler, oymağım, Türklüğün bir boyundan,
Adım Cemil Doğan’dır, suyum Türk’ün suyundan,
Ceritlioğluyum hey, Türklüğüm, unvanım var!..
Cemil DOĞAN