
Safter TANIK
-4-
Plan ve Program Çerçevesinde
Doğu felsefesinde; “Kervan, yolda düzelir.” diye, bir düşünce tarz ve mantığı vardır. Bunun; doğru bir tarafı var ise de, başarı; sebep-sonuç ilişkisinin doğal sonucu değil, tesadüfi olaylara bağlıdır. Bu da; geçici, istikrarsız bir başarıyı getirir.
Gerçek başarı ise; sürekli ve istikrarlı olarak, müsbet bir sonuca ulaşılması olayıdır. Bu da bir plan ve programı gerekli kılar. Zira plan-program olmadan; etkin-verimli çalışma yapılamaz, sürekli-istikrarlı bir başarıya ulaşılamaz.
a-) Konusunda duayen kabul edilen teorisyen-pratisyenlerden oluşan; bir üst kurul, oluşturulmalı.
b-) İşlevsiz kılınan Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), öne çıkarılmalı.
c-) Ülkenin tüm potansiyeli ile hak ve yükümlüğü; tafsilatlı olarak, gerçek anlamda belirlenmeli.
ç-) Hükümet-mahalli idareler-sivil askeri bürokrasinin bağlı kalacağı, kalmakla zorunlu olduğu, kamu-yerli-yabancı teşebbüsü yönlendiren, kısa-uzun vadeli hedefleri içeren, bir plan-program ortaya konulmalı.
Tasarruf-Üretim-İhracata Dayalı
Türkiye’de; iç tasarrufun milli gelire oranı % 14. Bu oranla; ekonomisi büyük 32 ülke içinde, sondan 6. sırada yer alıyor.
Yatırım oranı ise % 22-24’ü buluyor. Haliyle böyle bir ülkede, sürekli-istikrarlı bir büyüme olamaz. Zira büyüme, dış kredi-yabancı sermaye giriş-çıkışına bağlıdır.
a-) İthalat-borçlanma-tüketim eksenli büyümeden vazgeçilmeli.
b-) Tasarruf-yatırım-üretim-ihracat eksenli bir büyüme esas alınmalı.
c-) Tasarrufta; ilk hedef, % 20 olmalı. Bunun için; ihtiyari, hatta cebri tedbirlere başvurulmalı.
ç-) Tasarrufa, enflasyon üzerinde bir faiz verilmeli. Zira tasarruf, bir mükâfatı gerekli kılar. Haliyle zarar pahasına, hiç kimseden tasarruf etmesi beklenemez.
d-) Yatırımlar; dâhilde üretimi bulunmayan veya katma değeri yüksek, ya da ihraç malı üretecek olan imalat sanayiine dönük olmalı.
e-) Metalürji-petrokimya-makine-bilişim alanındaki yatırımlara ağırlık verilmeli, bu özellikteki yatırım-üretim teşvik ve sübvanse edilmeli.
f-) Yatırım; öncelikle, öz kaynak-iç borçlanma ile finanse edilmeli. Makul ölçüde, ödeme kolaylığı olan, bir dış borçlanmaya gidilmeli. Zira borçlanma ile zenginleşmenin; sanal bir zenginleşme olduğu, getirisinden çok, götürüsü bulunduğu akıldan çıkmamalı.
Kontrollü
Devletin müdahil olmadığı, KİT’ler ile aktif rol almadığı bir ekonomi ve mali piyasada; fiyat karteli, tekelci-vurguncu piyasa, anormal sermaye hareketleri, spekülasyon-manipülasyon vardır. Mal ve hizmet maliyet-satış fiyatındaki anormal farklar, milli para değerinin yabancı sermaye giriş-çıkışı ile önemli dalgalanma göstermesi de bunun delilidir.
a-) Hal ve duruma göre; esnek bir fiyat kontrol sistemine geçilmeli, birim maliyet ile satış fiyatı arasındaki aşırı farklar araştırılmalı, tekelci ve fiyat karteli oluşturan şirketler denetlenmeli, kaçakçılıkla mücadele tedbirleri alınmalı. Zira bir mal ve hizmetin; maliyet bedelinin 3-4 katı fiyatı, hiçbir yerde normal kabul edilmez.
b-) Devlet; tekel ve kartel piyasasında, KİT’ler ile aktif bir rol almalı.
c-) Hal ve duruma göre; esnek bir döviz kontrol-tahsis sistemi inşa edilmeli, sermaye giriş-çıkışı kontrol altına alınmalı, gereksiz döviz çıkışı ile faydadan çok zarar veren döviz girişinin önüne geçilmeli, teknoloji-sanayiye yönelik yabancı sermaye yatırımı teşvik edilmeli.
Kamu ve Yerli-Yabancı Teşebbüsün Yer Aldığı Bir Ekonomi
37 yıldır; “liberal ekonomi, serbest piyasa, özel teşebbüs” diye bir şey tutturmuşuz, gidiyoruz. Oysaki ortada ne serbest piyasa, ne de tarım-sanayi-madencilik alanında bir başarı var.
İktidar ve taraftarı, otoban-yol-köprüleri göstererek övünüyor. Ama ucuz taşımacılığın aracı olan demiryolu ağında bir genişleme yok, iletişim-enerji hatları yatırımı ise neredeyse durdu. Öyle ki özelleştirmeyle tesisleri devralanlar; eski altyapı ile işi yürütmeye, para kazanmaya çalışıyor.
Tarımda; kendi kendine yeterli değil, buğday-et gibi temel ürünleri ithal eden bir ülkeyiz.
Sanayide; “EREĞLİ, TÜPRAŞ, PETKİM” ile kıyaslanacak, yeni bir sanayi tesisi yatırımı yok. Metalürji-petrokimya-makine-bilişim alanı ile ilgili birçok ürünü ithal ediyoruz, yerli otomobil üretimini ise marifet kabul ediyoruz. Bırakınız; 4. sanayi devrimi hazırlığını, 2. sanayi devrimini bile tamamlamış değiliz.
Sanayicinin büyük bir kısmı; sanayi alanını terk etti, karlı bulduğu ”iç-dış ve reeksport ticaret ile inşaat-turizm-taşımacılık” gibi hizmetler sektörünü tercih etti. Bir kısmı ise; küresel sermaye ile evlilik yaptı, varlığını sürdürmekle birlikte eski konumundan çok şey kaybetti. Ortada, “milli burjuva” diye bir şey de kalmadı.
Haliyle böyle bir özel teşebbüsten; ciddi sermaye ve bilgi birikimi gerektiren, metalürji-petrokimya-makine-bilişim sanayiinde yatırım yapması da beklenemez.
a-) Devlet; ekonomi ve finans alanında, aktif bir rol üstlenmeli.
b-) Kalkınmada öncü olma, ekonomiye dinamizm kazandırma, tekel-kartel piyasasına darbe vurma görev ve hedefi ile hareket etmeli.
c-) Var olan KİT ve kurumlar; yeniden yapılandırılmalı, yeni KİT ve kurumlar tesis edilmeli.
ç-) İşkolunda uzman kamu yatırım bankaları oluşturulmalı.
d-) KİT’ler; bizzat, ya da yerli-yabancı sermaye ortaklığı ile gerekli görülen her alanda yatırım yapmalı.
e-) Tarımda, KİT ve kurum desteği ile etkin ve verimli bir kooperatif sistemi inşa edilmeli.
f-) Özel yerli bankaların, iştirak yatırımının önü açılmalı.
g-) Sendika-oda-birlik gibi mesleki örgütlerin başını çektiği ve içinde birikiminin bulunduğu halka açık yatırım şirketleri kurulmalı.
ğ-) İleri teknoloji getiren, katma değeri yüksek, ihracata dönük yatırım yapan ve üreten yerli-yabancı sermaye; teşvik ve sübvanse edilmeli.
Parayı Kontrol Eden Ülkeyi Yönetir
Yabancı payı, bankacılıkta % 44, 5. Borsada halka açık hisselerdeki payı ile birlikte % 70-75’i buluyor. Önde gelen 3 kamu, 2 özel yerli bankadan birinin satışı halinde; bankacılık sektörünün, geriye dönüşü zor bir şekilde yabancı sermaye hâkimiyetine girmesi söz konusu. Bu özellikteki bir ülkenin, kalkındığı ise hiç görülmemiştir.
a-) Banka zararına karşı; yerli ortağı tüm varlığıyla, yabancı ortağı koyduğu sermaye ile sorumlu tutan, Türkleri bankacılık-sigortacılık alanı dışına atan yasada değişikliğe gidilmeli. Ancak; istismara engel teşkil edecek, ciddi bir kontrol sistemi inşa edilmeli.
b-) Yabancı ortağın, “bankanın içini boşaltıp, ülkeyi terk etmesi” gibi bir tehlike, her zaman göz önünde tutulmalı.
c-) Tarım, sanayi, enerji-madencilik, inşaat-taahhüt, kara-deniz-hava-demiryolu taşımacılığı alanında uzman bankalar kurulmalı, var olanlar ise eski misyon ve vizyonuna geri dönmeli.
ç-) Bankacılık sektörü; yerli-milli banka ağırlıklı yapıya kavuşmalı, milli tasarruf-yatırım politikasına hizmet eden bir hale gelmeli.
d-) Banka kredi-mevduat oranı; kademeli olarak % 140’tan % 100’e, hatta % 75’e düşürülmeli.
e-) Bireysel ve hizmetler sektörü ağırlıklı kredilerin yerini, üretime dönük işletme-yatırım kredileri almalı.
f-) Emlak rant ve spekülasyonu doğurması nedeniyle, ticari bankaların müteahhitlere nakdi kredi vermesi; peyde pey azaltılmalı, bu iş uzman bankaya bırakılmalı.
g-) Ticari bankaların iştirak bankacılığının önü açılmalı. Ancak; bunun, akla mantığa uygun bir sınırı olmalı.
ğ-) Türk bankaları; bankacılık sistemi zayıf, başta Türk Cumhuriyetleri olmak üzere komşu ülkelerin kişi-kuruluşlarına hizmet veren, adata kasası olan, yapılanma-görev ve hedefe yönlendirilmeli.
Offshore Bankalar Sorunu
Türklerin, offshore bankalarındaki para tutarı bilinmiyor. Ancak; ekonomik büyüklüğe göre, % 20 ile 8. sırada yer aldığı söyleniyor. Eğer bu doğru ise; Türklerin offshore bankalarında, 100-150 milyar dolar parası olduğu düşünülüyor. Bunun; büyük bir kısmı, “bıyıklı yabancı yatırımı” adı altında, Türkiye’ye tekrar geri dönüyorsa da; ülke riskini fazla gösteren, giriş-çıkışı ile sıkıntı yaratan bir özellik arz ediyor. Haliyle kalıcı ve faydalı olmuyor.
Offshore hesapları, gizli tutuluyor. Ancak; bu bir sır değil, öyle veya böyle biliniyor. Bu da; bunun, Türkiye’ye getirilmesini kolay kılıyor. İkna, gayri resmi sermayenin resmileştirilmesi ile ilgili af ve serbest ticaret bölgelerinin etkin-verimli hale getirilmesi ise; bunun, çözüm yolları.
Gıdaya Hükmeden Topluma Hükmeder
Tarım; kendi haline bırakıldı, büyük çiftlikler ile tekelci şirketlerden bir başarı beklendi.
Neticede;
37 Yılda; 4,5 milyon hektarlık ekim-dikim, 7,2 milyon hektarlık çayır-mera alanı kayboldu. Kendi kendine yeterli değil, buğday-et gibi temel ürünleri ithal eder hale geldik. Üretici-satıcı fiyatı arasındaki aşırı fark; dikkati çekti, tekelci-vurguncu bir piyasa ortaya çıktı.
Böyle bir ülke ise her türlü toplumsal manipülasyona açıktır.
a-) Türkiye’nin; tarımda kendi kendine yeterli, hatta tarım ürünleri ihraç eden bir ülke olması hedeflenmeli.
b-) Köylüye; nakdi değil, ayni ve kurumsal destek sağlanmalı.
c-) TC Ziraat Bankası, işlevsiz kılınan Tarım Kredi Satış Kooperatifleri, Zirai Donatım Kurumu vb KİT ile kurumlar; yeniden yapılandırılmalı, üretimden-satışa, destek-dayanışma zinciri oluşturulmalı.
ç-) Kurumsal yapılanmada; erdem-liyakat esas alınmalı, istismar eden; sistemden dışlanmalı, ağır müeyyide ile cezalandırılmalı.
d-) Özelleştirme sevdasından vazgeçilmeli, tekelin oluştuğu alanlarda yeni KİT’ler oluşturmalı, var olan ise yeniden yapılandırılmalı.
e-) Sistemden; toprağı rant alanı olarak gören şehirdeki toprak sahibi değil, toprağı işleyen istifade etmeli.
f-) Toprağın bölünmesini engelleyen, verimli kullanılmasını sağlayan aile şirketlerinin kurulması teşvik edilmeli.
g-) Verimli tarım alanlarında; kesinlikle, yapılaşmaya izin verilmemeli.
ğ-) Verimli araziyi ekim-dikim dışı bırakan arazi sahiplerine yaptırımlar uygulanmalı.
h-)Verimsiz araziler ile çayır-meralar, verimli hale dönüştürülmeli.
I-) Köy Kanunu’nu delen, köylünün ortak kullanım alanı olan meraları Büyükşehir’in tasarrufuna bırakan, köy ve merada hayvancılığı zora sokan Büyükşehir Kanunu değişmeli.
i-) Şehirlerin yerleşime açılacak alanları kamulaştırılmalı, oluşan rant; kamulaştırılan alanın parselasyon-yol-altyapı işlerinde kullanılmalı, plan-projeye sadık kalmak kaydıyla müteahhide satışa sunulmalı, arsa ve emlak rantına müsaade edilmemeli.
j-) Öncelikle; 40.000 köyden, 10.000’i (nüfusu 1.000 kişi olmak üzere) yeniden yapılandırılmalı, birer tarım kentine dönüştürülmeli, nüfusun ülkedeki dağılımı yaygın bir hale getirilmeli.
Bilim-Teknoloji ve Sanayileşme
Dünyada; ülkelerin siyasi etkinliğini belirleyen, “bilim-teknoloji- sanayileşme, mali-ekonomik büyüklük ve askeri üstünlük” gibi ölçülerdir. Bunun başında ise bilim-teknoloji-sanayileşme gelir. ABD-İngiltere-Fransa-Almanya-Japonya ve İtalya’nın; gelişmiş ülkeler arasında yer alması da, bu nedene dayanır. Haliyle bilim-teknoloji-sanayileşme olmadan, gelişmiş ülkeler arasında yer almak mümkün değildir.
Oysaki Türkiye; 1980 sonrasında, sanayileşme hedefini terk etti. Düşük-orta teknolojiyle üretim faaliyetini sürdüren, teknolojide git gide dışa bağımlı hale gelen bir ülke oldu. Bırakınız 4. sanayi devrimi hazırlığını, 2. sanayi devrimi hedefine bile ulaşamadık. Bunu; küresel sermayeden beklemenin de, doğru olmadığı anlaşıldı.
a-) 4. Sanayi devrimi, hedef alınmalı.
b-) Kamu önderliğinde, yerli-yabancı sermayenin de katkı sağladığı ve faydalandığı bir teknoloji merkezi kurulmalı. Burada; ülkenin en bilgili- yetenekli kişileri bir araya getirilmeli, beyin ithaline bile başvurulmalı
c-) Devlet; KİT’ler ile bizzat, ya da yerli-yabancı sermaye ortaklığı ile metalürji-petrokimya-hassas döküm-makine-bilişim-otomotiv-uçak-silah sanayi alanında, öncü-aktif bir rol üstlenmeli.
ç-) Tekel-kartel piyasasında, millileştirmeye gidilmeli.
d-) KİT’ler, yatırım ve üretimde; bütçede ayrılan ödenek dışında, öncelikle sanayi alanında uzman bankanın kaynağına başvurmalı, ticari bankaların iştirak yatırımı ile halka açık yatırım şirketlerin fonlarından istifade etmeli.
e-) Büyük yerli sermayeden her biri; uzmanlaştığı sanayi kolunda yoğunlaşması, birer dünya markası olması teşvik edilmeli.
f-) Üretimi mümkün olduğu halde, ithalatı daha karlı bulunarak üretiminden vazgeçilen 100’ün üstündeki ham-ara ve mamul malın; üretimine geçilmeli, ithalatını kısıtlayan tedbirlere başvurulmalı.
g-) Teşvik edilen sanayi kolunda yatırım yapan, ileri teknoloji getiren, katma değeri yüksek-ihracata dönük mal üreten yerli-yabancı sermayeye; ham madde, ara malı ve enerji desteği verilmeli.
Altyapı Olmadan Gelişme Olmaz
Liseye gelmekle birlikte, okuma yazmayı çözemeyen öğrenciler var. Gençlik kesiminde işsizlik oranı % 20, ama kalifiye-ara eleman sıkıntısı çekiliyor. 200’e yakın üniversitemiz varsa da, dünya sıralamasına gireni 3-5’i geçmiyor.
Türk Telekom’un hali ortada, özelleştirmeden bu yana iletişim-enerji dağıtım hattında bir yatırım yok. Özelleştirilen maden alan-ocakları ise çevre tahribi ve işçi istismarını doğurdu.
İktidar; hızlı tren hattı yatırımı ile övünüyor, ama ülke sathında yaygın bir demiryolu ağı düşünülmüyor.
a-) “Herkesi üniversite-yüksekokul mezunu yapma” gibi, sömürü ve istismara açık bir politikadan vazgeçilmeli.
b-) İstihdam plan-programı çerçevesinde; 18 yaşına giren her genci meslek sahibi yapmış, ahlak-yetenek-kaliteyi öne çıkaran bir eğitim-öğretim sistemi inşa edilmeli.
c-) Üniversite-yüksekokullar; istihdamın referansı olmaktan öte, tercih ve kişinin kendisini geliştirmeyi hedeflediği bir kurum olarak düşünülmeli.
ç-) Bilim merkezleri oluşturulmalı. Bunun için seçkin öğretim kadrosu- özel bilgi-yetenek sınavı ile seçilen öğrencilerden oluşan, 5 üniversite kurulmalı (3’ü teknik, 2’si sosyal bilimler), ya da var olandan 5’i buna dönüştürülmeli, öğrencilerin eğitim-öğretim-yurt-ulaşım-gıda-kitap gibi tüm harcamaları devlet tarafından karşılanmalı.
d-) Üniversite-yüksekokul gençliği ile gençlik ve kadın, örgütlü kılınmalı. Haklarını savunan, milli sorunlara ilgi duymasını sağlayan, milli kültür politikasına hizmet eden kurumlar oluşturulmalı.
e-) Parasız eğitim ve sağlık hedeflenmeli.
f-) Herkesin konut sahibi olması hedeflenmeli; emlak rantına fırsat vermeyen, ucuz konut üretimini amaçlayan, kamu kurumu ve uzman bankadan oluşan bir yapı tesis edilmeli.
g-) Ülke sathında, yaygın bir demiryolu ağı gerçekleştirilmeli.
ğ) Türk Hava Yolları’nın yan hizmetleri ve limanlar; kamulaştırılmalı, Devlet; KİT’ler ile iletişim-enerji-madencilik alanında aktif rol almalı
Denk Bütçe ve Cari Fazla
Sürekli olarak, “ikiz açık” denilen; hem cari, hem de bütçe açığı veren bir ülkeyiz. Haliyle sürekli borçlanıyoruz, borçlanarak zenginleşiyoruz. Bu; reel değil, sanal bir zenginleşmedir. Zira katma değer sağlamaktan çok, yurt dışına kaynak transferine yol açan bir olaydır. Ödediğimiz dış borç anapara ve faizi ile borç stokumuz da bunu gösteriyor.
Yani görüntüde; zenginleşiyoruz, gerçekte ise fakirleşiyoruz. Mali kriz ile birlikte de; bu, apaçık ortaya çıkıyor. Oysaki gerçek refah; denk bütçe-cari fazla ve sermaye birikimi artışı ile ilgilidir.
a-) Denk bütçe ve cari fazla hedef olmalı.
b-) % 7 ve üzerindeki bir büyüme hedeflenmeli.
İktidar; “2017 üçüncü çeyreğinde % 11,1’lik büyümeyi gerçekleştirerek, dünyada en hızlı büyüyen ülke olduk” diyor.
Bu; büyük ölçüde, “enflasyon, kur dalgalanması, hesaplama şekli” ile ilgilidir. Zira adama, “ işsizlik % 10,2’de neden kaldı?” diye basit bir soru sorarlar. Bir de; yılsonu için beklenen, 40 milyar dolarlık cari açık ile 50 milyar TL’lık bütçe açığına ne demeli?
c-) Merkezi ve mahalli idareler bütçesinde; tasarrufa gidilmeli, plan-program kapsamı dışında kalan yatırım ve harcamalara son verilmeli.
ç-) Makul ölçüde iç-dış borçlanmaya gidilse de; özellikle dış borçlanmada, yatırım alanı ve sağlayacağı katma değer dikkate alınmalı.
d-) Yoğun doğalgaz-petrol alımı yaptığımız Rusya ve İran ile takasa dayalı ticarete gidilmeli, aleyhimize oluşan farkın “mal ihracatı ile kapatılması” şartı ileri sürülmeli.
e-) Dış borçlanmaya gitmeden önce, doğrudan yabancı sermaye yatırımı üzerinde durulmalı.
f-) Türkiye’de yerleşik kişilerin; offshore bankalarındaki paraların, Türkiye’ye transferini sağlayacak ikna ve teşviklere başvurulmalı.
g-) Türk-İslam Dünyası ve komşu ülkeler ile olan siyasi-ticari-finansal ilişkiler geliştirilmeli.
ğ-) Sabit gelirli ile köylüye; enflasyon ve büyüme üzerinde, gelir artışı sağlayan bir ücret-fiyat politikası izlenmeli.
h-) Üretmeyen, ancak varlığı ile şatafatlı bir yaşam süren kesimde; artan oranda vergilendirmeye gidilmeli. Zira dolar milyarderliğinde; 12. sırada olmamıza karşılık, gelir dağılımda 78 sırada olmamız; kabul edilebilir bir durum değildir. Dolaylı vergilerin; toplam vergilerdeki payının, % 70’e ulaşması da bunu gösteriyor.
Sonuç olarak; güçlü-sağlıklı ekonomi olmadan, toplumsal huzur ve siyasi bağımsızlık olamaz.