Ahmet URFALI
Tasavvufi bir terim olan ‘’zübde-i âlem’’ kâinatın özü anlamında kullanılmakta ve doğrudan doğruya, insan kasdedilmektedir. İnsan kâinatın özüdür, zira insan, yaratılmışların en şereflisidir. Evrendeki diğer yaratılmışlar insanın emrine verilmiştir.
Şeyh Galip; ‘’Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen. ‘’
(Hoşça bak kendine ki kainatın özüsün sen.
Bütün yaratıkların gözbebeği olan insansın sen.) diyerek tasavvuftaki bu kavramı şiir diliyle izah etmiştir.
Kaygusuz Abdal ise, insanın üzerinde taşıdığı bu anlamı;
‘’Bu âdem dedikleri
El ayakla baş değil
Âdem manaya derler
Suret ile kaş değil
Gerçi et ü deridir
Cümlenin serveridir
Hakk’ın kudret sırrıdır
Gayre bakmak hoş değil’’ diyerek açıklamıştır.
İnsanoğlu, yaradılışından bugüne kadar, kendini aramakta, varlığını tanımak için gayret sarf etmektedir.
İnsanoğlu, her şeyden önce kendi bilmek zorundadır. Bilmek ile tanımak farklı kavramlardır. Bilmek, daha genel, tanımak ise, kişiye özeldir. Ayrıca tanınmayan bir şeyin bilinmesi de beklenemez. İnsanın önce kendini tanıması, sonra da tanıdığı kendisini, bilmesi gerekir. Yunus Emre, bu olguyu şöyle açıklamaktadır:
‘’İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır’’
Kendini bilmek, insanın içindeki kibir ve gururu kırmak için değil, kendi öz değerini de bildirmek içindir.” “Kendini Bilme” yolunda atılan her adım, kendi başına büyük bir cesarettir.
Peygamberimiz; “Kendini bilen Rabb’ini bilir” hadisi de insanın kendini bilmesinin gerekliliğine işaret eder.
Sokrat; “Hayatta en büyük facia insanın kendinin farkına varmamasıdır”
İnsanın kendisinin farkına varmasının yolu ise, ancak insanın varlık sebebini bilmesi ve fiziksel- ruhi özelliklerini tanımasıyla mümkündür.
İnsan olmanın yolu; inançta, törede, adalet düşüncesinde insan severlikte, hayatı yorumlayış biçiminde, âlem-şümûl değerlerde, devlet kuruculuğunda, âdil yönetimde ortaya çıkar. Bunlardır uzun ırmakların pınar kaynağı.
Batı düşünce sistemi; insanı henüz bilmekten ve tanımaktan çok uzaklardadır. Zira Batı uygarlığı, insanları; marka düşkünü, mal esiri ve tüketim çılgınlığı arasında bocalandırmakta ve bir türlü çıkış yolu gösterememektedir. Halbuki Türk kültür vadisi içinde yetişen nice ulu kişi, insanlığın kendini bilmesi ve tanıması açısından yeni önermeler ileri sürmektedir. Bütün hadise, çağdaş Türk düşünce adamlarının bu sistemi işleyerek anlatması ve tanıtmasına bağlıdır.
Yüce insan; yorum getirir, farklı bakış açısı bulur insanlığın hayrına.
Kaostan kozmosa sonsuz bir uzanıştır, elden ele devredilip süren duygular, yönelişler. O, ulu insanlar ; yolsuzlara yol, çaresizlere umut, açlara ekmek, gariplere mesken hedefsizlere ülkü oldular.
Ahmet Yesevi’nin;
“Sünnettir, kâfir olsa da insanı incitme.
Gönlü katı olan ve kalp kırandan Allah şikâyetçidir.” sözü.
Bugünkü dünya, insanı merkez alan bu düşünceye muhtaçtır.
Dün Türkistan’dan göçle gelen ışık Anadolu’yu, Anadolu’dan ise bütün dünyayı aydınlatacaktır. Anadolu’dan yayılan ışık huzmeleri aydınlatacak dünyayı göçerek.Günümüzün narsistik, bencil, sıkıntılı, bunalımlı, mutsuz,
yalnız, hedefsiz kişilerini; insanı yaratılmışların en şereflisi sayan, hoşgörü, barış ve sevgiyi esas alan Türk Çağı iyilik ve güzelliklere ulaştıracaktır. Çünkü,
“Allah, insanı o derece yüceltmiştir ki, en yüksekten en aşağıya kadar göklerde ve yerlerde olan her şeyi onun emri altına vermiştir.”
Niyazi Mısri’nin, “Çün nefsin bilen kişi Allah’ı bilirmiş.”
Ve Hacı Bayram Veli’nin, “Sen seni bil, sen seni.”
Hacı Bektaş Veli’nin, “Sakin ol, kimsenin gönlünü yıkma.” tavsiyesiyle
Seyrani’nin, “Gönül beytullahtır yıkma Seyrani.” dizesi arasındaki benzerlik aynı kültür ortamının insana ve onun gönlüne verdiği önem vurgulamaktadır.
İnsan bütün âdemin özü olduğu için onun hakikati gönlüdür.
“Bizim Peygamberimizin yolu aşk yoludur. Biz aşkın çocuğuyuz. Aşk da bizim annemiz.” diye Mevlana, “gel, gel” çağrısı ile mutsuz, umutsuz insanların sığınağı olmuştur.
O, bir kubbe-i hadradır ki, altında tıpkı Oğuz Han’ın otağı gibi bütün insanlara yer bulunur.
Sen gönlünü yücelt, göçünü kutlu kıl.
“Allah’ın sana lütfettiği şefkat ve merhametledir ki, sen etrafındakilere tatlı dilli, güler yüzlü, yumuşak huylu olabildin. Eğer sen, sert mizaçlı, kaba dilli, katı yürekli olsaydın, insanlar etrafından dağılıverirlerdi ve kimseyi bulamazdın.” (Al-i İmran Sr. Ayet: 159)
Kendini Arayan İnsan, İnsan ve İnsanötesi, İnsanın Yalnızlığı adlı eserleriyle insan üzerine düşüncelerini açıklayan mütefekkir Seyit Ahmet Arvasi’nin konuya yaklaşımın esasını ; ‘’ İnsan idrakinde kabuk, öz, cevheri bir arada yakalayan tek varlıktır. O, dış dünyayı ve etkide kaldığı âlemi, duyularla algılar, idrakle düzenler ve şuurda anlamlandırır. Böylece duyumlar, algılar ve kavramlar doğar. İdrak bir yönü ile somutu diğer yönü ile soyutu yakalar. Duyuların somutladığını şuur soyutlamaktadır.’’ sözleriyle belirtir.
Kendini arayan insan; akıl ve bilginin sevgiyle yoğrulmasından ortaya çıkan Türk barışına ulaşacaktır. Bu barış, insanın var oluşundan bugüne kadar aradığı mutluluğa erişmesiyle neticelenecektir.