TÜRK MERKEZLİ DÜŞÜNMEK ( 7. BÖLÜM)
Bülent Vedat Aydemir
Evren Tasavvuru bir toplumun genel düşünce ürünüdür.
Evren tasavvuru, bütün toplumlarda Tanrı, insan ve düzen gibi temel değerler çerçevesinde oluşur. Bu değerler toplumun kimliğini ve yapısını sağlayan temel kurumlardır.
Türklerde, Türk dili ve devletli olma anlayışı toplumsal varoluşun ve sürekliliğin en önemli dayanağı olmuştur.
Türk düşüncesi devlet, askerlik ve savaş gibi değerlerle şekillenmiştir.
Türkler yaşadıkları coğrafya ve ilişkiye girdikleri devletler dikkate alındığında Çin, İran, Rus, İslâm, Bizans ve yeniçağ Avrupa medeniyetleri gibi Dünya’nın önemli medeniyetleriyle yan yana yaşadılar. Bu medeniyetleri etkiledikleri gibi, kendileri de etkilendiler. Varlıklarını sürdürebilmek için bu medeniyetlerle kültürel ve askeri savaşlara girdiler bunların çoğunda da başarılı oldular.
Türklerin toplumsal değerlerini ve kimliklerini korumak için yaptığı kültürel savaşlarla, devletlerini korumak veya genişletmek için yaptığı askeri savaşlar, toplumda çok önemli bir yere sahip olan savaşma yeteneğini ve savaş geleneğini oluşturmuş ve geliştirmiştir.
***
İslâm öncesi devlet merkezli Türk evren tasavvuru; Tanrı, yer ve gök, insan ve ölüm gibi temel kavram ve değerler üzerine kurulmuştur.
Tanrı (Tengri): Tanrı terimi M:Ö 200 yılından bu yana bütün Türk lehçelerinde varlığını sürdürmüş, Türklerin kabul ettikleri bütün dinlerde de yerini korumuştur.
İslâm öncesi Türk inancında Tanrı, ezeli ve ebedidir; ulu ve güçlüdür: Göğün, yerin ve insanın yaratıcısıdır. Önce gök sonra yer ve en sonra İnsan yaratılmıştır. (Üstte mavi gök, altta yağız yer yaratıldığında, ikisinin arasında insanoğulları yaratılmıştır-Kül Tigin kitabesi)
Gök-Tanrı’nın sayısı fazla olmayan emirlerine uymak esastır.
Türkler, bu emirlere uyulmadığı takdirde bu dünyada cezalandırılacaklarını çok iyi bildiklerinden, Tanrı’nın emirlerine uyma konusuna hassas davranmışlardır.
Gök-Tanrı inanç sisteminde insan sonlu bir varlıktır; ölmek için doğmuştur; Türkler için ölmek, yeni bir hayata geçmek demektir.
Canlılar sonludur dolayısıyla da ölüm doğaldır.
Büyük Türk Hakanı Attila “ Ömrü olana hiçbir ok saplanmaz, oysa vakti gelenin günleri barışta bile sayılıdır.” Demiştir.
Kültigin kitabesinde de “Tüm insanlar ölümlü olarak doğar” ifadesi yer alır.
***
Göktürk devletinde hükümdarlar Tanrı’nın gözetimindedir, Tanrı yetkili tek güçtür. Tanrı’nın evrenle ilişkisi ve hükümdarın devlet ve dünyayla ilişkisi devleti ve evreni tanımlamada belirleyicidir.
Devlet ve hükümdarın görev ve yetkilerinin belirlenmesinde Tanrı iradesi ve evren düzeni esas alınmıştır. (Türk halkının ismi ve ününün kaybolmaması için, imparatorluğu veren Tanrı, beni Kağan olarak tahta geçirmiştir. Bilge Kağan Kitabesi)
Türk inanç sisteminin bir diğer özelliği de tapınağın olmamasıdır.
Tapınağın olmaması, rahipler sınıfının oluşmasını da engellemiştir.
Her birey kendi başına ibadet etme, istediği zaman ve istediği yerde dua etme hürriyetine sahiptir.
Türk inanç sisteminde dini ibadetlerin büyük bir kısmı aileyle birlikte, ailenin yaşadığı çadırda gerçekleştirilirdi. Mekânın sahibi konumundaki aile reisi Tanrıyla doğrudan ilişkiye girerdi. Bütün bunlar tapınak ve rahipler sınıfının oluşmasını engellemiş; bireylerin ibadet etme serbestliğini arttırmıştır.
Gök; Türk düşüncesindeki en önemli sembollerden birisidir. Bu da Tanrı’nın gökte olduğu inancına dayanmaktadır. Göğün kubbeli yapısı halkın yaşadığı çadırlara da model olmuştur.
Yer: Evrenin ikinci önemli unsuru olan dünya yer olarak tanımlanmıştır. Dünya evrenin orta tabakasıdır. İnsanın yaşadığı alan olarak merkezi konumdadır. Dünya yer ve yeraltından oluşan iki tabaka halindedir.
Yer, insanların yaşadığı; yer altı ise ölülerin gömüldüğü, ağaçların kök saldığı ve suların çıktığı tabakadır. Dünya kutsal dağlar, dünya ağacı ve yağmur aracılığı ile göğe bağlıdır.
Türkler inançları gereği dünyada yer alan diğer unsurlarla ortak bir zemine sahiptirler: Bitki ve hayvanlarla ilişkiler hiyerarşik değil, eşitlik esasına dayanır.
Bitki dünyasının önemli simgesi olan ağaç, gökle yer arasında bir bağ oluşturduğu gibi insan kökeninin açıklanmasında da ana belirleyicidir.
Ağaç köklerini toprağın derinliklerine kadar salarken, dalları ile de göğe uzanır.
Türk düşüncesinde Hayvan türleriinsan türüyle aynı hak ve sorumluluklara sahiptir. Kurban edilen hayvan, bireyle Tanrı arasındaki ilişkiye aracılık eder; bireyin dileklerinin Tanrı katına ulaşmasında önemli bir görev üstlenir.
Kurt, geyik gibi hayvanlar köken efsanelerinin sembolleri arasında yer alır; ancak insan hayat kaynağını Gök-Tanrı’dan alır.
Kurt’un simge olarak öne çıkarılması, onun savaşçılık meziyetlerindendir.
Su evrendeki dört temel unsurdan biridir. (Ateş, toprak, ağaç ve su)
Suyu kirletmek günah sayılır.
Toplumun büyüklüğü ve gücü nehir, göl ve denizlerle ifade edilir.
Su düzenli kullanılırsa varlığını da korur. Düzenli kullanılmazsa yok olur. Aynen Türklerin devletli olduklarında varlıklarını sürdürdüğü, devletsiz kaldıklarında da su gibi dağılıp gitmeleri gibi!
Ölüm: Eski Türklerde ölüm bir yok olma değil, dünya değiştirmedir.
Ölüm sonrası hayatın gökte devam ettiğine inanılır.
Ölümden sonraki hayatın, yeryüzündeki hayatın bir benzeri olduğuna inanıldığından, kişinin ölümüyle birlikte öte dünyada ihtiyaç duyulacak şeyler ölüyle birlikte mezarlara konulurdu. Burada dikkat edilmesi gereken husus; ölen kişinin mezarına konacak eşyalara, yaşarken sahip olması gerektiğidir. Zira kişinin öteki dünyadaki konumunu bu dünyadaki yeri belirler; bu dünyada iyi hayat sürdürülmesi öteki dünyadaki hayatı da etkileyecektir.
Ölüm yerine kullanılan “uçtu” terimi, insan ruhunun Tanrı’nın bulunduğu göğün en üst katına ulaşmak anlamını taşır.
Ölümün birinci nedeni Tanrı’dır.
Tanrı ölümden başka ceza tanımaz.
Ölümün esas nedeni ilahi düzenin ihlal edilmesidir.
Ölümle suç veya günah arasında doğrudan bağlantı vardır.
Suç veya günahtan dolayı kimse ölmek istemez.
Bunun iki nedeni vardır: birincisi Tanrı katına böyle bir ölümle çıkmanın verdiği utançtır; diğeri ise suç veya günah yüzünden kişinin kut’unu kaybetmesi, dolayısıyla da ailesinin sosyal konumunu kaybetmesidir.
***
Türkler; insanın gök, dünya, su, ışık, ağaç; kadın, erkek; hayvan ve bitki gibi evrenin, dolayısıyla da doğanın temel değerlerinden oluştuğunun bilinciyle evrenle uyumu hayatın temel ilkesi olarak görmüşlerdir.
Bu uyum gündelik hayatın birçok yerlerinde görülür.
Dağlara, ağaçlara, sulara ve hayvanlara saygı anlayışı doğanın bir rakip olarak değil, bir dost olarak kabul edilmesindendir.
Doğaya saygı hayatın güvencesi olarak görülmüştür.
***
Türkler ilişkiye girdikleri bütün toplumlarla savaşmalarına rağmen, onların dinlerine hep saygılı olmuşlar, onların dini yaşayışlarına müdahale etmemişlerdir.
Türkler hiçbir dine düşmanlık göstermemişler, bütün dinleri barış içinde bir arada yaşatmışlardır.
Bunun gerekçesi de Türk Evren tasavvurundaki sade ilkelerdir.
Bu ilkelerin başında da insanın serbestçe yaşama hakkına sahip olması gelmektedir. Türkler, kendilerinden olmayan toplumların kimliklerine ve değerlerine hiçbir şekilde karışmamışlardır.
Ünlü Türkolog Jean-Paul Roux’un anlatımıyla “ Türklerin iki bin yıllık bir maceradan sağ çıkmalarının en önemli nedeni, kültürel kimliği korumanın en önemli dayanağı, din anlayışları olmuştur. Tarihi süreçte gösterdikleri başarıların temelinde, Türklerin kalplerinde, bilinçlerinin yapısında evrensellikle ilgili metafizik bir şeyin var olması yatar…”
Türk evren tasavvurundaki Tanrı, gök, yer ve devlet gibi temel unsurların, aynı zamanda bir metafizik bir yanı olduğunu göstermesi açısından da önem arz eder.
Bu metafizik değerler Türk düşüncesinin şekillenmesinde ve toplumsal varoluşun sürekliliğinde etkin rol oynamıştır.
Toplumsal varoluşun sürekliliğini sağlayan unsurlar; kurumlar, gelenekler ve değerlerdir. Bu unsurların bütünlüğü toplumsal düzeni, düzen kavramı da toplumsal varoluşun esasını oluşturur; unsurların toplum içindeki yerleri düzenin somutlaşmış şekli olan töre ve gelenekler vasıtasıyla belirlenir.
Toplumsal varoluşun sürekliliği için de devleti kurumunun varoluşu ve sürekliliği esastır.
Türk devlet anlayışının ana gayesi; kendi varlığının sürekliliğini garanti altına almak için toplumun da varlığını güvence altına almaktır.
Toplumun devletsiz olma durumu büyük sıkıntı ve kaoslara yol açacağından, toplum da devletin sürekliliğini ister.
Türklerde bütün kurum, gelenek ve değerlerin esas görevi devletin gerekliliğini bireylere öğretmek ve devlet hakkında ortak bilinç oluşturmaktır.
Bu temel prensipler, diğer bir ifadeyle toplumsal ve bireysel varoluş düşüncesi, devleti, Türk düşünce sisteminin merkezine yerleştirmiştir.