Ahmet URFALI
Lise tahsili yıllarında elimizden düşürmediğimiz iki kitap vardı. Bunlardan birincisi Prof. Dr. Mehmet Kaplan’ın yazdığı ‘’Büyük Türkiye Rüyası’’, ikincisi ise Rıza Nur Aksun’un kaleme aldığı ‘’Dündar Taşer’in Büyük Türkiyesi’’ idi. Her iki kitabı da defalarca okuyarak kendimizce önemli gördüğümüz metinlerin altını kalemle çizer, sonra iki kitabı da karşılaştırmalı olarak irdeler, ezberlediğimiz pasajları birbirimize okurduk. Her iki kitaba da Türk milletinin toplumsal birer rüyası olarak bakardık.
Jung’a göre toplumların da rüyası vardır; bu toplumun ortak şuuraltı anlatımıdır. “Fertler gibi, toplumlar da rüya görür. Bu rüyalar bir bakıma hâlin planlanması, geleceğin tahayyülü ve ideallerin belirlenmesi için yapılan taslaklar gibidir. Bu özellikleriyle bu rüyalar, cemiyetin mevcut tavırlarını tefsir ve gelecekteki hareketlerini tahmin etmeye yardımcı olur”
Mehmet Kaplan, Büyük Türkiye Rüyası kitabında şöyle der; ‘’Toplum içinde yaşayan insan, onun meseleleri üzerinde düşünmeden edemez. Bu aynı zamanda kendi varlığı üzerinde de düşünmek demektir. Zira fert, bedenini tabiata; dil, terbiye, bilgi ve kültürünü topluma, yani mensup olduğu millete borçludur. Bir yazar kendisini ne kadar serbest hissederse hissetsin mizacı, kültürü ve çevresi yine de onun gezinti alanını sınırlandırır. İnanılan temel kıymetler farkında olmadan şahsiyetimize şekil verir.’’
Büyük Türkiye Rüyası, Mehmet Kaplan’ın inandığı temel kıymetler çerçevesinde sosyal ve kültürel meselelerimize eğilen yazılarından meydana gelmiştir. Yazar; Türk dili, kültürü, sanatı, müesseseleri (ordu, devlet, cami, üniversite), sanayileşmenin boyutları, köyün kalkınması, Türkiye’de var olan veya dışarıdan gelen ideolojilerin durumları, aydın-halk ilişkisi, medeniyet anlayışları, dinin yeri ve önemi, demokrasi, felsefe-sanat meseleleri, gençlik konusu, eğitim davası, ilim anlayışı, millî sanat, millî edebiyat, öğretmenin yeri ve fonksiyonları gibi konularda kaleme alınan denemelerdir. “Milliyetçilik söylenen bir şey olmaktan ziyade yapılan, her gün yapılan, yaşanan bir fikirdir.” Diyen Mehmet Kaplan bu sözüne sadık kalarak, Anadolu’ya gitmiş ve Anadolu’nun dinamiklerini canlandırmak için fiilî bir mücadele içerisine girmiştir. Anadolu’da büyük bir üniversite kurulması ve bu üniversitenin Anadolu kültürünün araştırılmasında öncü olması için yaptıkları bunun en somut örneğidir. Onun en önemli sözlerinden biri de yüce kitabımızla ilgilidir. Mehmet Kaplan, Kur’an-ı Kerim’den bahsederken, “O bizim medeniyetimizin anahtarıdır. Sabah namazından önce kalkar Kur”an okurum” diyerek Kur’an’ı, kâinat sırrının ifşası olarak mütalaa eder, sık sık okumasını isterdi.
Mehmet Kaplan’ın düşünce olarak benimsediği Türk Milliyetçiliği, aynı zamanda Anadoluculuk hareketine bağlıdır. Anadoluculuk hareketi, Hilmi Ziya Ülken, Remzi Oğuz gibi güçlü teorisyenlerin ortaya koyduğu bir fikirdir. Mehmet Kaplan, lise yıllarında Anadoluculuk fikrinin en önde gelen ismi Hilmi Ziya Ülken’in eserleriyle tanışır. Üniversite yıllarında derslerini takip eder ve bu yıllarda Anadolucular arasında olduğunu ifade eder. Bu isimlerle yakınlığını, Anadolu muhabbetini, bir fikir ve hizmet adamı olarak ömrünün sonuna kadar farklı vasıtalarla ortaya koyar.
Rıza Nur Aksun’un yazdığı ‘’Dündar Taşer’in Büyük Türkiyesi’’ kitabı da tıpkı Mehmet Kaplan’ın eseri gibi düşünce dünyamızı olgunlaştıran sözleri içeriyordu. “Biz bir ‘dünya devleti’nin kalıntısı üzerinde, ‘dünya hâkimlerinin evlâtları’ olarak oturuyoruz.’’ Bu benzeri sözler, bir bozkır ilçesinde kanatlanmaya çalışan biz lise öğrencilerini adeta uçuruyordu. Erol Güngör bir yazısında Dündar Taşer hakkında şunları söyler: ‘’ Fazileti kıskanan birisi olsaydım bu insandan nefret etmek için her türlü sebep mevcuttu. İyi niyetim kusurlarıma galebe geldi ve bir insana duyulabilecek sevginin de ötesinde ihtirasla sevdim. Şimdi bu dostluğun hatırası bana sonsuz gurur veriyor. Taşer bizim milletimizin dün yaşadığı gerçeği bugün de gördüğü rüyayı temsil ediyordu. Ölümün bir tatlı tarafı da onun sohbetlerine yeniden kavuşmak olacak…’’
Mehmet Kaplan, ayağını Anadolu toprağına sıkıca basarak düşüncesini ona göre oluştururken, Dündar Taşer daha kapsayıcı bir yolu tercih eder. Dündar Taşer, Türk milletinin köklerinden hareket ederek günümüzü yorumlar. Taşer’in şu sözleri karşısında hangi yürek sızlamaz, hangi göz ağlanmaz: ‘’ “Yemen’den Belgrad’a, Bağdat’tan Bükreş’e kadar hiçbir yeri mantık ve müzakere ile terk etmedik. Kurduğumuz düzeni nutuklarla bozdurmadık. Bu vatanı da birkaç teoricinin safsatasına, birkaç hainin hesabına, birkaç ahmağın aymazlığına kurban etmeyeceğiz. Ne hürriyet, ne demokrasi, ne insan hakları, ne de başka bir şey ülke bütünlüğünden daha aziz, bağımsızlıktan daha değerli değildir. Türk milletinin kaderi için hiçbir zaman saklamadığı gücü kanıdır.”
Son günlerde ülkemizde yaşadığımız elim olaylar ve bu olaylardan kaynaklanan kaygı ve endişeler bizleri zaman zaman ümitsizliğe sevk etmektedir. Bence ümidimizi, inancımızı yenilemek için bu iki kitabı okumanın tam vaktidir. Sözü, Dündar Taşer’le bağlamak yerinde olacaktır:
‘’Türk Milleti için bayrak, devlet’tir. Bu bayrağın dalgalandığı yerde Türk hükümranlığı, ahali için ne büyük devlettir… Devlet, Türk’ün her şeyidir, onsuz olunmaz bir şeyidir. Devlet, nizam demektir. Adaletin kudreti, kahramanlık ve cesaretin mihrakı, sanat ve medeniyetin inkişafını hazırlayan örgü ve örtü, azametin müşahhas varlığıdır. Tanrı Türk’ü, bu bayrağı temsil ettiği işte böyle bir devlet için yaratmış ve vazifelendirmiştir.’’