Dr. Hayati BİCE *
ÜLKÜ-YAZ Genel Başkanı
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 3 Ekim 2017 Salı günü MHP TBMM Grubu toplantısındaki şu sözleri kamuoyunda büyük bir yankı uyandırdı: “O zaman geldiğinde, şartlar oluştuğunda, tarih coğrafyaya dar geldiğinde Misak-ı Milli uyanacak; ‘81 Düzce’den hemen sonra ‘82 Kerkük, 83 Musul’ deme hakkının önünde hiçbir güç duramayacaktır.”
Bahçeli daha önce Kerkük için harekete hazır durumda “en az 5.000 Ülkücü”den söz ettiği için bu konudaki sözleri dikkatle izlenen Bahçeli’nin sözlerinin Kerkük çarşılarında, pazarlarında, hanelerinde bir umut ışığı oluşturduğunu öğrendim. Irak Türkmen Cephesi lideri Erşad Salihî de Bahçeli’nin bu çıkışlarından duyduğu bu memnuniyeti sosyal medyadaki bir paylaşımı ile dile getirdi. Oysa ülkemizde medyaya egemen olan çevreler, Bahçeli’ye yönelik eleştirileri oklarını derhal fırlatıp sözlerini “provokatif bir söylem” olarak yaftaladılar; saatlerce süren haber kanalı programlarında “Bahçeli ne yapmak istiyor?” sorusunun yanıtları tartışılmaya devam ediyor.
Oysa bilenler biliyordu ki, MHP ve Ülkücüler için Kerkük hassasiyeti konjonkturel bir tavır alış değildir.
Türkeş Kerkük İçin 50 yıl Önce Ne Demişti?
MHP’nin kurucu lideri Alparslan Türkeş’in bütün eserlerinde genelde Türk yurtları özelde ise Irak Türkmenleri konusundaki hassasiyetini yansıtan cümleler yer alır. Bütün parti toplantılarında MHP’nin dış politikasından söz edilirken mutlaka bir bölüm “Dış Türkler”, “Türk Dünyası” başlığına ayrılırdı. O günlere ait bir haber şöyle yer almış bir Türkeş kitabında:
“18 Temmuz 1966 tarihli Haber gazetesinde beş sütun üzerine verilen ve gazeteye İzmir’den Emel Aktuğ’un bildirdiği haberde MHP il kongresi için İzmir’e gelen Türkeş’in dış politika ile bazı açıklamaları kapsamında Kerkük konusunda şu sözleri yer alıyordu: “…Irak Başbakanı Türkiye’yi ziyaret etti. Neler görüşüldüğünü, hangi önemli noktalar üzerinde durulduğunu bilmiyoruz. Yalnız Irak’ın Molla Mustafa Barzani İle yeni şartlar ileri sürerek mütarekeye vardığını biliyoruz. Bu şartlar Irak Anayasası’nı yeni değişikliklere uğratma durumundadır. Böyle bir değişiklik olurken Lozan Antlaşması’nda kabul edilen esasların dikkate alınmasını dost ve kardeş Irak’tan istemeliyiz. Yani Kerkük bölgesinde yaşayan bir milyon Türk’ün kültürel ve insanlık haklarının Anayasa ile tescil ve garanti altına alınmasını sağlamalıyız.” (Alparslan Türkeş, Dış Politikamız ve Kıbrıs, İstanbul-1974, s.297)
Bundan tam 51 yıl önceki bu sözlerinde Türkeş’in Kerkük Türkleri’ni 1 milyonluk bir kitle olarak tanımlaması çok dikkat çekicidir. Bugün –nedense?- Kerkük üzerinde emeli olan çevrelerin sözcülüğüne soyunan yazarların Kerkük Türkmenleri’nin pozisyonunun zayıflatmak için “birkaç yüzbin kişilik azınlık” yaftalamalarını sorgulamak gerekir.
“Bunlar Hep Hayâl” mi?
Suriye Türkmenlerinin dar günlerinde Türkiye’den Haleb’e yapılan yardımların organizasyonunda fiilen görev alan bir yapan bir dostum ile MHP lideri Bahçeli’nin “82 KERKÜK, 83 MUSUL…” sözleri etrafında sohbet edip bir bardak suda koparılan fırtınadan söz ettik. “Bunlar hep hayâl” diye toplumumuza -ve özellikle de Türk gençliğine- “umutsuzluk hastalığı” bulaştırmak isteyen çevrelere dokunmadan geçemezdik. Benden yaşça epeyce küçük olan ancak analitik düşünme yetisi göz kamaştırıcı olan arkadaşımla şu tesbitimi paylaştım:
“1978 baharında Tandoğan Meydanı’nda Başbuğ Türkeş’in önünde Ziya Gökalp’in “Düşmanın ülkesi viran olacak / Türkiye büyüyüp Turan olacak” sözleriyle süslediğimiz pankartı taşıdığımız gün, çok mu gerçekçi idik? O gün 15 Nisan 1978 tarihinde yedi iklim dört yönden seller gibi akarak Tandoğan meydanını dolduran yüzbinlerle “üniversiteli ülküdaş”ların çoğunun cebinde akşam kendisine bir kıymalı pide ısmarlayacak kadar parası, ayağındaki ayakkabının yedeği yoktu. Haa, o gün için “1 no.lu düşman ülke” olan süper güç çok değil aynı yılın kışında tanklarını Ceyhun’dan geçirip Afganistan’ın Güney Türkistan bölgesini işgal planlarının son rötuşlarını yapıyor, uzaya insansız Soyuz istasyonları gönderiyordu. Beni sorsanız, 1978’den -çok değil- 14 yıl sonra Arslan Baba türbesini ziyaret ettiğimi rüyada görsem inanamaz, Kafkasya’daki atayurdumda Mingi Tav’dan su içeceğimi hayal bile edemezdim.”
İllâ ki Bir Ütopyanız Olsun !..
Çeşitli vesilelerle sık sık bir araya geldiğim her kesimden gençlerde ülke geleceği hakkında karamsar bir havanın yaygınlaştığını üzülerek görüyorum. Basında yer alan “Türk gençleri kendi gelecekleri ile hayâl kuramıyor, nitelikli olanları yurtdışında kendilerine yeni bir dünya kurma arayışında” konulu haberleri de izliyoruz. Ülkemizin içerisinde bulunduğu ağır şartların elbette farkında olan gençlere altı boş bir iyimserlik tavsiye edeceğim yok. Etsem bile “sosyoekonomik yetmezlik sendromu”nun bütün boyutlarını yakın çevresinde ve bizzat hayatında deneyimleyen bir gencin buna değer vereceğini beklemek olası değildir. Ancak yine de geleceğe dair beklentilerini minimal seviyeye indiren gençlerimize şu birkaç sözü etmeden geçemem:
Ülkenize, ailenize, kendi adınıza ütopya kurmaktan asla vazgeçmeyin. “Acaba bu ütopya nasıl gerçekleşir?” sorusu bir başka fasılda ele alınması gereken durumdur.
Ütopyası olmayan ortalama bir insan bugün ölse, arkasından iki gün ağlanır; üçüncü gün ailesi de unutur gider. Turancılık ütopyasının üreticisi/taşıyıcısı Gökalp de Türkeş de ölmedi, ölmeyecek. Bahçeli de bazılarını feci şekilde rahatsız eden aynı çizgideki söylemi ile gelecek nesiller tarafından minnetle hatırlanacaktır; hem Türkiye’de hem Kerkük’te, -ve hatta- Türkçe konuşulan bütün topraklarda… Bundan eminim.
‘Kızıl Elma’sı olmayan genç, vatana da tarihe de yüktür; sırtından düşse yükümüz hafifler.
Son söz: Turancılık emekliliği olmayan bir meslektir.