TÜRK MERKEZLİ DÜŞÜNMEK (5. BÖLÜM )
Bülent Vedat AYDEMİR
TÜRK CİHAN HÂKİMİYETİ MEFKÛRESİ
—
BU SATIRLARIN YAZARI HAYATINI TÜRKÇÜLÜĞE ADAMIŞTIR.
ASLA BÖLÜCÜ OLMAMIŞTIR.
TÜRKÇÜLÜK ASLA BÖLÜCÜLÜK DEĞİLDİR.
TÜRKÇÜLÜK BÖLÜCÜLÜKTÜR DİYENLERİ KINIYORUM.
—
Oğuz Kağan:
Ey oğullarım! Çok savaştım, çok yaşlandım.
Düşmanları ağlattım; dostları sevindirdim. Gök-Tanrı’ya borcumu ödedim.
(Oğuz Kağan Destanı)
Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi, Türk devletinin dünyadaki, “güneşin doğduğu yerden, battığı yere kadar” diğer devlet ve milletleri hâkimiyeti altına alma ve onları yönetme fikri, bütün dünyada tek egemen güç olma idealidir. Türkler bu devlet sayesinde dünyanın huzura kavuşacağına inanmışlardır.
Cihana hâkim olma ve yönetme “cihanşümul devlet olma” düşüncesi tarihte kurulan bütün Türk devletlerinin ortak özelliğidir.
Türklere göre devlet demek aynı zamanda saadet, huzur ve zenginlik demekti; devlet yüksek adalet anlayışıyla bütün zenginlikleri yönetimindeki halkıyla paylaşmak durumundaydı.
Dünyayı yönetmek gibi ağır bir sorumluluk üstlenen Türk Hakanları, Yönetimi altındaki insanların huzur ve refahını sağlamak gibi önemli bir görev üstlenmişlerdi.
Bu özelliklerinden dolayı Batı İmparatorluklarında görülen zorla hükmetme ve sömürme anlayışı Türk devletlerinde görülmemiştir.
***
Türk destanlarının en önemlisi olan Oğuz Kağan Destanına göre “İlk Cihan hâkimiyetini Türklerin ilk atası, semavi bir menşeden gelmiş, üstün meziyetlerin sahibi Oğuz Kağan tarafından kurulmuştur.” Oğuz Kağan Başta Çin olmak üzere Hindistan, İran, Azerbaycan, Suriye, Mısır, Anadolu ve Rus ülkelerini fethetmiştir.
Oğuz Kağan, babasıyla girdiği mücadeleyi kazanıp kağanlığını ilan ettikten sonra akıllı ve keramet sahibi ak saçlı bilge Erkil Ata Gök-Tanrı’nın cihan hâkimiyetini kendine verdiğini “Ey kağanım, Gök-Tanrı bütün dünyayı sana bağışlasın” sözleriyle müjdeler.
Oğuz Kağan dört bir tarafa elçiler gönderir ve ” Ben artık bütün dünyanın kağanıyım “diyerek hepsini tabiiyetine girmeye ve itaat etmeye davet eder.
Oğuz Kağan ilâhi hâkimiyetini kabul etmeyen ülkelere seferlere çıkar ve dünyayı fetheder. Bu fetih hareketlerinde Bozkurt Oğuz Kağan’ın rehberidir. Gökten inen Bozkurt: “Ey Oğuz, sen (Urum)Roma üzerine gitmek istiyorsun; ben senin önünde yürüyeceğim” der. Oğuz kurdu takiple sefere çıkar; (Urum) Roma ve Rus hükümdarlarının yener; Çin, Hint, Suriye ve Mısır ülkelerini fetheder.
Destan’a göre “Oğuz Kağan altı oğlu ile birlikte dünyayı fethedip cihangir olduktan sonra ana-yurduna döner ve bir “Uluğ kurultay” toplar. Üç büyük oğlu Boz-oklar’ı sağ tarafına, üç küçük oğlu Üç-oklar’ı da sol tarafına oturtur: “Ey oğullarım! Çok savaştım; artık çok yaşlandım. Düşmanları ağlattım; dostları sevindirdim. Gök-Tanrı’ya borcumu ödedim” der ve yurdunu oğulları arasında taksim eder. Çocuklarına töreye ve milli birliğebağlı kalmalarını vasiyet eder. Her birine ait hukukî mevki (orun) ve damgaları belirtir; onların ongunlarını gösterir.
***
Türklerin cihan hâkimiyeti mefkûresini büyük bir Türk imparatorluğu kuran Hun hükümdarı Mete Han’da da görmekteyiz.
Mete Han ve sonraki hükümdarlar mektuplarının başında “Tanrının tahta çıkardığı Hun milletinin büyük hakanı (Tan-yu veya Şan-yu’ su)” ibaresini kullanırlardı. Hunlar Uzak-Doğu’dan Doğu Avrupa’ya kadar bütün Türk ve Asya kavimlerini birleştirmişlerdi; meşhur Çin Seddi’nin inşasına sebep olan kendi kudret ve üstünlükleri olduğuna inanıyorlardı. Hunlar atalarının Çinlilere karşı kudretini milli ahlâk ve ananelerinin üstünlüğü ile sağladıklarına inanmışlar, Çin kültür ve âdetlerine rağbeti milletinin esaretine bir başlangıcı olarak kabul etmişlerdir; Bu hususta halkı uyarmışlar ve savaşları da sadece milletinin menfaati için yaptığını söylemişlerdir.
***
Avrupa Hunları da büyük hakan Attila ile bu mefkûreyi Avrupa’ya götürmüşlerdir. Bizans elçisi Priskos, “Attila’nın ilâhi bir menşeden geldiğine inandıklarını, buna itiraz edenlere çok hiddetlendiklerini, dünyanın kendilerine ait olduğu akidesi ile fetih ve savaşlar yaptıklarını ve sarayında bu inancı hüküm sürdüğünü” söyler. Diğer Bizans elçisi Jordanes de “Atilla’nın İlâhi kudret tarafından dünyanın hükümdarı tayin edildiğine, kılıcını da bu kudretin idare ettiğine inandığını belirtir.”
Attila bir çoban tarafından bulunup kendisine verilen efsanevi kılıcı Tanrı’nın bir hediyesi saymıştı. Hunlar hükümdarlarının Tanrı tarafından gönderildiğine nasıl inanmışsa Avrupalılar da öylece onları “Tanrının kılıcı” saymışlar ve günahlarından dolayı kendilerini cezalandırmak için gönderildiklerine inanmışlardı.
***
Göktürklere ait Orhun kitabeleri milli şuur, demokratik ruh, insanlık duygusu ve cihan hâkimiyeti ideali ile doludur.
Bilge kağan’ın kitabesindeki, “Üstte mavi gök, altta yağız yer ve ikisi arasında kişioğlu yaratılmış; kişioğulları üzerinde de dedem Bumin ve İstemi kağanlar hükümdar olmuşlardı. Onlar dört tarafta bulunan düşmanları idareleri altına almışlar, harpten vazgeçirmişler; başlılarını eğdirmiş ve dizlilerini çöktürmüşlerdi. Böylece sahipsiz ve teşkilâtsız Göktürkleri nizama koyup hüküm sürmüşlerdi” sözleriyle Türk cihan hâkimiyeti mefkûresini milletine ve dünyaya duyuruyor; sonraki nesillere miras bırakıyordu.
Bilge Kağan Türk milletinin saadet ve felâketinden harici bir kuvvetin değil, sadece kendisinin mesul olduğunu, beylerin kudretli, akıllı, âdil ve millî şuura sahip olması ve halkın da itaatli bulunması sayesinde bir endişe olamayacağını söylemesi yalnız millî şuur değil siyasi düşünceler tarihinde de yüksek bir yere sahiptir.
Bilge Kağan Ötüken’in mübarek (iduk) bir yer olduğunu, dünyayı idare için de en müsait bir duruma sahip bulunduğunu belirtirken de vatan duygusunun şahane bir örneğini verir.
Türkler arasında bu anane o kadar kuvvetli ve yaygındır ki Kâşgarlı Mahmut da Kitabında Altay bölgesinin kutsiyetini İslâm dini ile de teyit ve takviye eder.
Kaşgarlı Mahmut, Hz. Peygamber’in “Türkler Allah’ın ordusu” olduğuna dair kutsi hadisi bu bölge ile alâkalı olarak kitabına aktarmıştır.
Kaşgarlı Mahmut “Tanrının Türk milletini havası en sağlam olan bu ülkede iskân ettiğini söyler; Türklerde iyilik, güzellik, doğruluk, tatlılık, büyüklere saygı, ahde vefa, sadelik ve kahramanlık gibi yüksek vasıfların hâkim olduğunu ve asla kibir yapmadıklarını” belirtmiştir.
***
Türkler İslâmiyet’e geçtikten sonra Oğuz Kağan Destanın İslâmi rivayeti Oğuz Han’dan sonra Sır-derya boylarında yaşayan Oğuzların ve onların yabgularının hayatlarını da içine alır; Selçuklulara ve Osmanlı’lara kadar uzanır.
İslâm öncesi Türk devletlerinin, Türk töresi gereğince, “Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar” dünyanın Türk hükümdarlarınca idare edilmesi ülküsü, diğer bir ifadeyle “Türk cihan hâkimiyeti mefkûresi”, özellikle Büyük Selçuklu Devleti’nde de devam etmiştir.
İslâmiyet’in hedefleri arasında, insanlığı sapkınlıktan, yanlışlıklarından kurtarmak ve mutluluğa ve doğruluğa eriştirmek de bulunmaktadır. İslâmiyet, aynı zamanda kendine özgü bir dünya barışı ve nizamını da birlikte getirmiş ve bir cihan hâkimiyeti mefkûresi başlatmıştır.
İslâmiyet’in Türklerin milli dini haline gelmesiyle birlikte cihan nizamı ve hâkimiyeti davaları, İslâm din ve medeniyeti dâhil oldukları devirlerde de devam etmiştir. İslâm’ın Allah, din ve hayır yolundaki cihat anlayışı Türklerin İslâm öncesi hâkimiyet anlayışını daha da kuvvetlendirmişti.
Kaşgarlı Mahmut’un “Tanrı devlet güneşini Türklerin burcunda doğdurmuş, göklerdeki daireye benzeyen devletleri onun saltanatı etrafında döndürmüş, Türkleri yeryüzünün hâkimi yapmıştır” sözleri dönemin Türk siyasi düşüncesine de etki yapmıştır.
Abbasi Halifesi Kaim Bi-emrillâh Tuğrul Bey’i “Dünyanın sultanı ve İslâm’ın dirilticisi” ilan etmişti.
Alp Arslan’ın kısa süreli hükümdarlığı zamanında Türk devlet düzeni ve cihan hâkimiyeti mefkûresi en görkemli günlerine ulaşmıştı.
Bozgunculara, yıkıcılara ve Bâtıni hareketlere karşı hassas olan cihan sultanı, adil hükümdar Alp Arslan’ın şu sözleri çok anlamlıdır.” Kaç defa söyledim. Biz temiz Müslümanlarız ve bid’at nedir bilmeyiz. Bu sebepledir ki Allah halis Türkleri aziz kıldı”
Halife tarafından “ Doğu’nun ve Batı’nın hâkimi” ilan edilen Melikşah, Mısır ve Mağrip’in (Kuzey Afrika) fethedilmesini planlamıştı.
Melikşah’ın oğlu Sencer’de halife’ye gönderdiği mektupta “ Ulu Tanrı’nın lûtfuyla cihan padişahlığına yükseldiğini” belirtmişti.
Selçuklu İmparatorluğu Türk milletine yeni bir cihan hâkimiyeti devri ve medeniyet kapısı, İslâm dünyasına da kurtuluş ve nizam yolunu açmıştır.
***
Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, “Türk Milli Kültürü” adlı eserinde bu hususla ilgili şu tespitlerde bulunur. “ Bilindiği üzere bütün insanlığa şamil olan semavi dinlerden (Musevilik, Hıristiyanlık, İslâmiyet) her birinin gayesi de cihana yayılarak dünyayı kendi itikat sistemi kadrosuna almaktır. Ancak Türk cihan hâkimiyeti ile bunlardaki telakki arasında yine esastan bir fark vardır: İnsanların kardeşliği ve hak eşitliği her dinin kendi iman şartları ve amel kaidelerine bağlanmakta ve mesela İslâmiyet veya Hıristiyanlık dışında kalanlar ikinci derece insanlar sayılmakta iken, Türk anlayışında, Gök-Türk kitabelerinde açıkça ifade olunduğu üzere, yeryüzünde mevcut insan cinsi bir bütün sayılıp, topluluklar arasında sosyal, kültürel, dini herhangi bir kademe kabul edilmeyerek herkese eşit hak ve adalet tanınmaktadır. İslâm devletlerinde fethedilen ülkeler İslâm dinine döndürülmeğe ve Kur’an dili Arapça’nın yayılmasına çalışıldığı ve bu, bir vazife olduğu halde, Türk İslâm devletlerinde çeşitli din ve mezhepten kütlelerin, geleneklerine müdahale etmeksizin yaşamalarının sağlanması, Selçuklulardan itibaren bütün Türk-İslâm siyasi teşekküllerinde görülen Türk hükümranlığında cihan hâkimiyeti prensibinin özelliği mahiyetindedir.”
Türkler, İslâm öncesi dönemde olduğu gibi İslâmiyet’i kabul ettikten sonra da yabancı dinlere hep saygılı olmuşlardır.
Prof. Dr. Osman Turan’ın dediği gibi, “ Türkler millî, İslâmi ve insani duyguların ahenkli bir terkibi sayesinde böylece bir dünya nizamı davasına bağlanırken bu esaslara göreAllah’ın cihan hâkimiyetini kendilerine emanet ettiğine inanıyorlardı ve bu emanete saygı göstermek suretiyle de bir hanedan, bir sınıf ve zümrenin veya sadece bir milletin değil hüküm sürdükleri bütün kavim ve dinlerin hamisi olduklarının düşünüyorlardı.
Bu sebeple de Türk imparatorluklarında milliyet, din ve sınıf tezat ve mücadelelerine rastlanmamıştır… Bu suretle tarihte din hürriyetine ait ilk ve güzel örnekleri vermişlerdir. (Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi S:10- Ötüken Yayınları 2011)