TÜRK MERKEZLİ DÜŞÜNMEK
( 3.BÖLÜM)
İSLAMİYET SONRASI TÜRK DÜŞÜNCESİ
Türklerin İslâmiyet’le ilk temaslarının, Halife Hz. Ömer zamanında, Nihavent savaşı (642) sonrası başladığı genellikle kabul edilmektedir.
Bununla birlikte birçok araştırmacı, Hz. Peygamber’imizin Türklerin varlığını bildiğini, Türklerle ilgili hadisler zikrettiği hatta Türklerin hükümdarlarına “İslâm’a davet” mektupları gönderdiğini tespit etmişlerdir.
***
Türklerin İslamlaşma süreci yaklaşık iki yüzyıl sürmüştür.
Yapılan araştırmalar Türklerin, Emevi Araplarının baskısı veya kılıç zoruyla değil, kendi hür iradeleriyle İslamiyet’i kabul ettiklerini göstermektedir.
İslâmiyet’in ortaya koyduğu inanç prensip ve esasları ile Türklerin benimsemiş olduğu inanç sistemi ve gelenekleri arasında büyük bir uyum olması, Türklerin İslâm’a bakışlarını etkilemiş kendi istek ve hür iradeleriyle İslâmiyet’i kolaylıkla benimsemiş ve kabul etmişlerdir.
İslâm öncesi Türk dini olan “Gök Tanrı” inanç esasları arasında yer alan ruhun ölümsüzlüğü, ahrete ve hesap gününe inanma, Tanrı’ya karşı sorumluluk duygusu, cennet ve cehennem bilgisi ve manevi hayat seviyesi Türklerin, büyük bir samimiyet, şuur ve coşku ile İslâmiyet’i benimsemesinde çok önemli bir yere sahiptir.
Orhun Kitabelerinde de anlatıldığı gibi; (İslâm öncesi Türk Tanrı anlayışında) Türkler, öncesiz ve sonrasız, madde ve şekilden uzak, hiç bir şeye benzemeyen, yaratıcı, sonsuz güçlü, koruyucu ve bağışlayıcı bir Tanrı’ya inanmışlardır. İslâm öncesi Türk dinî inancında her hangi put’a veya resme tapma tapınma hiç olmamıştır.
Türklerin İslâm öncesi yaşam tarzına baktığımızda İslâm’a yakın ahlâk ve din hayatı yaşadıklarını, bütün semavi dinlerin yasakladığı, günah saydığı kötülüklere karşı ağır müeyyideler uyguladığını görebiliriz.
Türk toplumunda zina, fuhuş, ayyaşlık, kumar, yalancılık, askerden ve kamu görevlerinden kaçma ve korkaklık gibi kusur sayılan hareketler çok nadir görülmüştür. Türk töresi (hukuku) gereği bu ve buna benzer kusurları işleyenlerin Türk toplumu içinde barınması ve yaşamasına izin verilmezdi.
***
10.Yüzyılda Türklerin yoğun olarak yaşadığı Orta Asya’da Müslümanlığı kabul eden ilk büyük Türk devleti Karahanlılar’dır. Karahanlılar, hükümdar Satuk Buğra han zamanında, 944-945 yıllarında, İslamiyet’i kabul etmişlerdir.
Karahanlılardan önce 868 yılında Mısırda Türk asıllı Ahmet b. Tolun tarafından kurulanTolunoğulları devleti ilk Müslüman Türk devletidir. Ancak bu devletin kurucusu Türk olmasına rağmen tebaa’sı Türk değildi.
920 yılında Volga nehir havzasında kurulan İtil Bulgar devleti Hanı Şilkey oğlu Yeltever (İlteber) Almış Han İslam dinini devlet dini olarak kabul etmiştir. Böylece ilk kez gayrimüslim bir Türk devlet başkanı ve dolayısıyla onun temsil ettiği devlet, resmen İslam devleti olmuştur.
935 yılında yine Mısırda Muhammed Togaç tarafından kurulan İhşidîler (Akşitler) devletide Müslüman ilk Türk devletlerinden birisidir..
Bu devletler tarihçiler tarafından “büyük devlet” olarak görülmediklerinden dolayı, “büyük devlet” olan Karahanlılar Müslümanlığı kabul eden ilk Türk devleti olarak genel kabul görmüştür.
Türk tarihinde şerefli ve imtiyazlı bir yere sahip olan Karahanlı devleti; ilk büyük Müslüman Türk devleti olmasının yanında, Türk kültürü ve millî benliğinin İslâm medeniyetinde ilelebet yaşayacak büyük bir zenginliğe kavuşturulmasında ve Müslüman Türk kimliğinin oluşturulmasında çok önemli rol oynamıştır diyebiliriz.
***
Türklerin İslâmiyet’e girmeleri, sadece Türk ve İslâm tarihini değil, dünya tarihinin en önemli hadiselerinden biri olarak kabul edilmiştir.
Ünlü Macar Türkolog ve tarihçi Laszlo Rasonyi’ye göre “Dünya tarihinde, Türklüğün İslâm’a intisabı kadar başta önemsiz görünen, fakat sonuçta tesiri büyük olan başka bir hadise gösterilmez.”
Ünlü tarihçimiz İsmail Hami Danişmend ‘de “Eğer Oğuz Türkleri İslâmiyet’ten önce veya Müslüman olmadan Batı’ya gelmiş olsalardı, daha önceki Türk kitleleri gibi Hıristiyanlaşıp yok olacaklardı. Oğuz Türkleri İslâmiyet’i kabul etmekle hem siyasî hâkimiyeti ellerinde bulundurdular, hem de millî kimliklerini korudular. İslâmiyet bugünkü varlığını hangi derecede Türklere borçluysa, Türkler de millî varlıklarını İslâm’a borçludur” diyerek Türk-İslâm bütünleşmesinin önemini belirtmiştir.
***
Türkler dinde akla, hürriyete önem veren, içtihatlarında örf ve âdetleri, zayıf ve fakirleri, kişi hürriyetini, devlet otoritesini ön plânda tutan, Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye bağlandılar. İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin bu özellikleri Türk toplumunun sosyal yapısına uygun düşmekte idi.
Türk kültür ortamında yetişen Türk asıllı İmam Matüridî Ebu Hanife’nin bu görüş, anlayış ve metotlarından etkilendi.
Mâtüridî, Türk kültür muhitinde ortaya çıkan ve tarih boyunca günümüze kadar özellikle Türk toplumları arasında yaygın duruma gelen, Türk kültüründe bir dinî (kelâmî) ekolü olan Matüridîlik ekolünü oluşturdu. Atalarımız Ebu Hanife ile birlikte Matüridî’yi de benimsediler. İmam Matüridî, Hanefî mezhebi mensuplarının inançta (Akaid’de) imamı oldu.
Mâtüridî sadece Türk kültür muhitinin yetiştirdiği büyük bir bilgini olarak kalmamış, X. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar Türk toplumlarının inanç sistemine damgasını vurmuştur.
Türkler daha çok hoşgörülü, hayata ve bilime yönelik, insan sevgisine ve yardımlaşmaya dayalı yaşayışlarını bu iki büyük İslâm âlimine borçludurlar. İslâm’dan sonraki Türk toplumlarının estetik anlayışlarının, değer yargılarının ve toplumsal ilişkilerinin oluşmasında, şekillenmesinde dinî inanışlarının rolü vardır.
İslâmiyet’in Türkler arasında sevilmesinde hızla yayılmasında Türkçe telkinlerle dinin cazibesini anlatan Alp, Alperen, derviş ve şairler olmuştur.
İslâmiyet’i atalarımıza sevdirenlerden birisi de Hoca Ahmet Yesevi’dir.
Hoca Ahmet Yesevi, içinde yaşadığı Türk toplumunun kültürüne uygun bir şekilde (çok iyi Arapça ve Farsça bildiği halde) Türkçe telkinlerle ve “Hikmet” adını verdiği sade Türkçe ile yazılmış dörtlüklerle İslâm inanç ve ahlaki değerlerini anlatmış ve sevdirmiştir.
Prof. Dr. Mustafa Kafalı bu hususu şu cümlelerle anlatır: “Ahmet Yesevî Hazretleri… İslâm’a yeni girmiş olan Türklerin, dinî inançlarını, ahlak değerlerini yükseltebilmek için Hikmet adlı sade Türkçe ile yazılmış dörtlükler bırakmıştı. Bu dörtlükler, Kur’an ve Hadislerin mana ve ruhuna uygun manzum ve vecize hikmet manasında Türkçe sözlerdi”
Bu “Hikmetler” hem yazılı metinler halinde, hem de ezberden, hafızadan hafızaya aktarılarak günümüze ulaşmıştır.
Ahmet Yesevi’nin şu dizeleri çok anlamlıdır.
Sevmiyorlar bilginler sizin Türkçe dilini
Erenlerden işitsen açar gönül dilini
Ayet hadis anlamı Türkçe olsa duyarlar
Anlamına erenler başı eğip uyarlar
Hoca Ahmet yedi atana rahmet
Fars dilini bilir de sevip söyler Türkçeyi.
***
Türkler Müslüman olduktan sonra, kendilerini İslâmiyet’e adamışlar, bu yüce dinin üç kıtada (Asya, Avrupa, Afrika) gelişmesi, yerleşmesi ve kökleşmesi uğruna milyonlarca şehit vermişler; İslâm medeniyetinin oluşmasına, düşünce sisteminin gelişmesine çok büyük katkılarda bulunmuşlardır.
10.yüzyıldan itibaren bilim, felsefe, mimarlık, edebiyat ve sanat alanlarında kendilerine has anlayışlarıyla pek çok eserler meydana getirmişler, İslâm kültür medeniyetinin gelişmesi ve zenginleşmesinde çok önemli görevler üstlenmişlerdir.
Kurdukları medreselerde (Üniversite) başta dini bilimler olmak üzere felsefe, mantık, tıp, astronomi, matematik ve geometri ilimlerine ayrı önem vermişler, bu alanlarda büyük eserlere imza atmışlardır.
İslâm mimarisinin oluşması ve gelişmesinde önemli katkıları bulunan Türkler, Abbasi dönemindeki cami mimarisine, saray ve ev süslemelerine kendi özgün sanat anlayışlarıyla yeni bir stil getirmişlerdir.
Güzel yazı(hüsnühat), ebru, tezhip, minyatür gibi sanatlar ve İslâm medeniyetinin en özgün yanını oluşturan hat sanatı Türkler vasıtasıyla geliştirilmiştir. Öyle ki Türk hat sanatkârlarının bu alandaki ustalıkları “ Kur’an Mekke’de nazil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı” şeklindeki yaygın sözle tescillenmiştir.
***
Türkistan’ın Farab köyünde doğan Türk filozofu Farabi’nin Mantık, felsefe ve matematik çalışmalarının yanında yazmış olduğu “Kitabu-l Musika” isimli kitabı, İslam müzik dünyasının en seçkin eserleri arasında yer almıştır. Kanun adı verilen çalgının Farabî tarafından icat edildiği de söylenmektedir.
Özbekistan Buhara doğumlu, Latin Orta Çağ Avrupa’sında Avicenna olarak bilinen Türk bilgini İbn-i Sina, Farabî’nin felsefi düşüncesini daha da geliştirmiş, ayrıca anestezi, cerrahi, eczacılık ve psikiyatri alanında birçok eserler vermiştir.
İbn-i Sina ve Farabi’nin Batı düşüncesindeki etkilerinin Descartes, Leibniz, Spinoza, Kant ve Bergson’a kadar uzandığı belirtilmektedir.
Timur’un oğlu Şahruh’un büyük oğlu, Timur İmparatorluğu’nun 4. Sultanı, Türk matematikçi ve astronomi bilgini; büyük Türk hakanı Uluğ Bey öncülüğünde kurulan Uluğ Bey Rasathanesinde Ali Kuşçu vasıtasıyla matematik ve astronomi ilimlerinde çok önemli çalışmalar yapılmıştır.
Harezm doğumlu Türk bilgini Bîrûnî, Matematik ve astronomi çalışmalarının yanında fizik alanında yoğun çalışmalar yapmıştır. Bîrûnî’nin, santranç oyunuyla matematik yöntemini bir araya getirdiği, tıp ve eczacılıkta yeni yöntemler bulduğu, astronomiye ilişkin yeni bilgiler sunduğu ve yerin Güneş etrafında döndüğü gibi görüşlere imza attığı bilinmektedir.
Yazmış olduğu Divanı Lügati’t Türk isimli eseriyle, Türkçenin unutulmamasını ve Araplarında Türkçeyi öğrenmesini hedefleyen Karahanlı hükümdar soyundan Prens Kaşgarlı Mahmut, yazdığı bu eseri Bağdat’ta İslâm halifesi takdim etmiştir.
Kaşgarlı Mahmut bu ölümsüz eserinde Hazreti Peygamber Efendimizden şöyle bir hadis nakletmiştir: “Türk dilini öğreniniz. Çünkü onlar için uzun sürecek bir hâkimiyet vardır.” Bu hadisle ilgili olarak şu görüşünü de belirtmiştir: “Bu hadis eğer sahihse Türkçe Öğrenmek vaciptir. Değilse dahi akıl bunu gerektirmektedir.”
Yine kitapta yer alan şu cümleler çok anlamlıdır. “Allahın Devlet güneşini Türk burçlarında doğurmuş olduğunu ve Türklerin üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi ve yeryüzüne hâkim kıldı. Cihan imparatorları Türk soyundan çıktı. Dünya milletlerinin dizgini Türklerin eline verildi. Türkler Tanrı tarafından bütün kavimlere üstün kılındı. Haktan ayrılmayan Türkler Cenabı Hak tarafından hak üzerinde kuvvetlendirildi. Türkler ile beraber olan kavimler bile aziz oldu. Böyle kavimler Türkler tarafından her arzularına eriştirildi. Türkler himayelerine aldıkları milletleri kötülerin şerrinden korudular. Cihan hâkimi olan Türklere herkes muhtaçtır. Onlara derdini dinletebilmek ve bu suretle her arzuya nail olabilmek için de Türkçe Öğrenmek lazımdır.”
Türklerin Müslümanlaşmasının ardından ortaya koydukları bu önemli bilimsel çalışmalar sadece Türklerin kültür ve medeniyetini etkilememiş, İslamiyet’te ve tüm dünya medeniyet ve kültürleri üzerinde derin etkiler bırakmıştır.