Bülent Vedat Aydemir
Sayın Yusuf Halaçoğlu’nun Yeni oluşumun ilkeleri ile ilgili yaptığı açıklamada,
Eğitim sistemi, cemaatlerin ve tarikatların eline bırakılacak bir konu değil. Tespitinde bulundu.
Bu açıklama tıpkı Atatürk’ün 1925 yılında Kastamonu’da yaptığı konuşmasında yer alan “Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz.” Sözlerine benzer bir tespit ve çağrıdır.
***
Osmanlı Devletinin sona ermesi ve millî mücadeleden sonra Anadolu’da modern Millet-Devlet esaslarına göre Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasıyla birlikte, yeni rejim Millet-Devlet idare tarzına uygun politikalar üretmeye başladı.
Yeni sistem ile Türkiye, cemaatten cemiyete geçişi esas alan yeni bir toplumsal yapılanmaya; çağdaş uygarlık seviyesini yakalamaya, diğer bir ifadeyle modern anlamda milletleşme sürecine girdi.
Bu hedeflere ulaşabilmek için birçok yeniliklerin yanında Latin harflerine geçildi; Diyanet işleri başkanlığı kuruldu ve Kur’an Türkçeye tercüme ettirildi.
1925’de tekke ve zaviyelerin kapatılması ile cemaat temelli din anlayışına son verilmek istendi.
***
1938-1947 yılları arasında Atatürk’ün hedeflerinin büyük ölçüde ihmal edilmesi ile Osmanlı’dan Cumhuriyete taşınan siyasi, sosyal dinî ve kültürel meselelerimiz çözülemedi.
Din ve laiklikle ilgili yorumların genel kavramlar dışına çıkılarak kişiselleştirilmesi ve keyfileştirilmesi; ülkemizi din ve laiklik konularında iki kutuplu hale getirdi.
Bu dönem CHP hükümetlerinin Grek Hümanizmine kapılan Auguste Comte’çü/ pozitivist/sosyalist bürokratları vasıtasıyla din eğitimi yasaklandı; resmi din ile birlikte üst düzey din görevlileri (ulema) tasfiye edildi.
Tekke ve zaviyelerin kapatılması ile yer/merdiven altına çekilen tarikatlar tassavufi gelenekleri devre dışı bırakmak suretiyle yeni bir yapılanmaya; yasal takibe uğramamak için tarikat benzeri örgütlenmeye, günümüz ifadesiyle cemaatleşmeye yöneldiler.
Tasfiye işlemine uğramayan diğer ulemalar ise halka yöneldiler ve halk İslam’ı ile bütünleşerek tarikatların dinî cemaatler şeklinde yeniden yapılanma ve faaliyetlerine katkıda bulundular.
Dinî cemaat yapılanmasıyla birlikte bazı kişilerde din ve laiklik adına kendi görüşlerini topluma egemen kılmak istediler.
Sünni anlayıştaki bazı dinî cemaatler, sahih hadis olup olmadığı hala tartışılan ve 73. Fırka hadisi olarak bilinen “… Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, kurtuluşa eren fırka (Fırka-ı Naciye) dışında kalan yetmiş iki fırka cehenneme gidecektir” rivayetinde geçen “fırkayı naciyenin/ kurtuluşa ermiş fırkanın” kendi cemaatleri olduğunu yaydılar ve hakikatin tek temsilcisinin kendileri olduğunu ileri sürerek cemaat yapılarını güçlendirmek istediler.
***
1950 yılında Demokrat Partinin iktidara gelmesiyle birlikte bazı dinî cemaatler, bu parti vasıtasıyla kendi yandaşlarına muhtelif menfaatler sağlayamaya başladılar.
Türk tarikatlarındaki temel öğretiler; eline-beline-diline sahip olma, doğru konuşma, yalandan kaçınma, hakkını razı olma ve başkasının hakkına saygılı olmayı esas alıyordu.
Tarikatlar, siyasete bulaşmamış ve devlete asla karşı gelmemişlerdi.
Ancak bazı cemaatler bu temel öğretilerin hilafına siyasetle iç içe girmeye başladılar; uzun süredir tartışılan iktisadi ve siyasi anlamda çıkar esasına dayalı bir birlikteliğe daha fazla önem verdiler.
Din ve siyasetin yeniden iç içe girmeye başladığı bu dönemde nefret ve intikam duygularıyla geçmişle hesaplaşmak isteyenler; şöhret, zenginlik ve liderlik gibi arzu ve hevesleri olanlar emellerine bu cemaatler vasıtasıyla ulaşmak istediler.
Cumhuriyetle bir türlü barışık olamayan bazı kişi ve kuruluşlar da cumhuriyetle olan kavgalarını bu cemaatler üzerinden yoğunlaştırdılar, kin ve nefretlerini yeni nesillere aktarmaya çalıştılar.
***
1949 yılında açılan İmam-Hatip Kursları kısa bir süre İmam-Hatip Okullarına dönüştü.
1970’li yıllarda resmi Kur’an Kurslarıyla, İmam Hatip okullarının sayılarındaki artış dinî eğitim alanında faaliyet gösteren bazı cemaat temsilcilerini huzursuz etti.
Bu alandaki yetki tartışmasının bazı cemaatlerin aleyhinde bir gelişme göstermesi üzerine, bu cemaat temsilcileri faaliyetlerini yeniden düzenlemek ihtiyacı hissettiler.
İlk değişiklik, dini eğitim veren resmi kuruluşlardan faydalanmak suretiyle devlet kadrolarında yer almak şeklinde oldu.
Daha sonraları, orta ve yüksek öğrenim gençliğine yurt, pansiyon hizmetlerini sunmaya ve cemaate faydalı olabilecek öğrencilere çeşitli adlar altında burs vermeye başlandı.
1980 yılından sonra diğer bir eğitim alanı olan ve ülke genelinde hızla yayılarak önemli bir sektör haline gelen hazırlık dershaneleri açmaya başladılar.
Bu alandaki olumlu gelişmeler, bazı cemaatleri özel okul açmaya yönlendirdi.
Önce büyük şehirlerde özel ilk ve orta dereceli okullar açtılar. İlginin artması üzerine de bu okulları ülkenin her yerinde açmaya başladılar.
Ardından özel üniversiteler açılmaya başlandı.
Bu cemaatler bütün bu faaliyetlerinden belirli bir maddi fayda elde etmelerinden başka, kendi bünyelerinde oluşturdukları vakıflar yoluyla da, dinî alanlardan da ( zekât, fitre ve kurban derisi gibi) gelir elde ettiler.
Maddi katkı sağlayacak liberal teşebbüslere; finans kuruluşları kurmaya, holdingleşmeye dolayısıyla sermaye birikimi sağlayıp daha büyük yatırımlara giriştiler.
Tamamen siyaset dışı olması gereken dini cemaatler, sivil toplum örgütleri gibi davranmaya; siyasi ve ekonomik rant için mücadele etmeye başladılar.
***
Eğitim çalışmalarına ağırlık veren cemaatlerin en dikkat çeken özelliği, düşünce ve zihniyet alanında kısır kalmalarıdır.
Cemaatlerin en çok eleştirilen yanları, kendi iç hiyerarşilerinin koruyabilmek maksadıyla mensuplarına okuma ve düşünme alışkanlıklarını kazandırmamaları; sadece lider kadroların yazdığı veya önerdiği kitapların okunması ve fikri gelişmeleri liderin önerileri doğrultusunda sınırlandırmalarıdır.
Cemaatler, günahkârlık veya suçluluk duygusunu sürekli gündemde tutarak mensuplarının kişiliklerini sınırlamakta; birey bilincinin gelişmesini ciddi olarak engelemektedirler.
Ortalama bir insan tipini esas alan cemaatlerde belirlenen sınırların dışına çıkılması hoş karşılanmaz: sınırların dışına çıkılması dinin meşruiyet sınırlarının dışına çıkılması anlamında telakki edilir.
Asıl olan itaat kültürüdür. Büyükler ne söylerse doğrudur; yanlış olması düşünülemez, sorgulanamaz, çünkü onların her sözlerinde hikmet vardır!
Bu durum, bireyin eleştirel düşünmesini zorlaştırmaktadır.
Çünkü sözel kültürde, bilginin niteliğini ve kaynaklarını sorgulamak pek kolay değildir.
Kitap okuma konusunda ise, mensupların kitap okumaları yerine cemaat tarafından tespit edilmiş kitapların, kıdemli cemaat mensubu tarafından okunması ve anlatılması yöntemi uygulanır.
***
Devletle barışık olmayan, cumhuriyet değerleriyle kavgalı, demokrasiden uzak, devleti ele geçirmek isteyen; birey bilincini engelleyen bir cemaat yapılanmasına; siyasi ve iktisadi rant peşinde koşan, bilginin kaynak ve niteliğini sorgulamayan; cemaat liderlerinin oku dediğini okuyan, okuma dediğini okumayan, önderlerinden gayrısına itaat etmeyen cemaat mensuplarına ne kadar güvenilebilir.
Cemaatin oluşturduğu kendi “biz” çemberinin dışındakileri öteki olarak gören, Türk milletine mensubiyet duygu ve şuurundan yoksun nesil yetiştiren bu çıkar yapılanmalarına ne kadar güvenilebilir.
Benim düşünceme göre asla!…