Bülent Vedat AYDEMİR
Depresyon, kişilerde oluşan geniş kapsamlı bir ruh bozukluğu ve duygusal çöküntü olarak tanımlanır.
Depresyona giren kişiler genellikle hayattan zevk almazlar; amaç ve hedefleri olmadığından bunalım içinde yaşarlar.
Bu kişilerde karasızlık, isteksizlik, verdiği kararlarındaki güvensizlik, konsantrasyon eksikliği ve çaresizlik öne çıkan belirtilerdir.
Dolayısıyla depresyon kişiyi çepeçevre saran, hayatı çekilmez kılan ve onu sosyal hayattan koparan duygusal çöküntü durumudur.
Geçimsizlik, disiplinsizlik ve düzensizlik kişileri ümitsizliğe sek eder.
Toplumsal depresyon ise; Kişilerde oluşan bu olumsuz düşünce anlayışının diğer fertlere de yayılmaya başladığı, toplumun karamsarlık ve kötümserlik duygularına kapıldığı durumdur.
Kısır siyasi çekişmeler, iktisadi ve sosyal buhranlar adeta salgın hastalık gibi toplumun tüm fertlerini etkiler.
Yaşam kalitesinde görülen düşüşlerle birlikte belirsiz bir gelecek kaygısı, özgüvensizlik oluşur; güvenlik ihtiyacı zedelenir, parasal aktiviteler askıya alınır, ekonomi durgunlaşır.
Kısacası bireylerde olaylara karşı kötümser bir yaklaşım ve karamsar bir bakış açısı sergilenmeye başlar.
Kişiler, böyle bir ortamda, yani endişe duygusu ve manevi sıkıntılar içerisinde, içinde yaşadığı toplumun kısa zamanda felaketlere uğrayacağı kanaatine kapılırlar.
Psikologların ferdi ve toplumsal depresyonla ilgili tespit ve teşhislerini bu şekilde özetleyebiliriz.
Ülkemizde anti depresan ilaçların kullanımındaki inanılmaz artış, toplum olarak ciddi anlamda depresyon geçirdiğimizin bir göstergesidir.
***
Prof. Dr. Aydın Taneri “ Türk Devlet Geleneği Dün-Bugün”(Bilge Kültür Sanat yayınları) adlı kitabında; “toplumsal depresyon halinin kökenlerinin geçmişe, milletinin tarihine ait olayların benliğinde yarattığı fırtınalar olduğunu”belirtir ve “Bu durumda insan, toplumunun sonu için ümitsizlik, hayal kırıklığı, yurttaşlarına güvensizlik besler…
Bu, yabancı milletlere hayranlık; onların egemenliğini kabul, komünizm veya faşizm gibi yabancı ideolojilere kapılma, teslimiyet şeklinde tezahür eder ve sonuçlanır.” Tespitinde bulunur.
Prof. Dr. Aydın Taneri’ye göre; kurtuluş savaşında, bazı kimselerin Amerikan mandası istemesi; günümüzde de bazı kimselerin kökü dışarıda olan uluslar arası akımları benimsemesi ve yabancı modellerin örnek alınmasının istenmesi gibi fikirler bunalımdan kurtulmak için ileri sürülen “intihar” fikirleridir. Yabancı şahsiyetlere aşırı övgülerde ve hayranlık gösterilerinde bulunmak, onların söz ve eylemlerinden medet ummak aynı paraleldedir…”
“Osmanlı İmparatorluğu’nun son iki yüzyıldaki bitkin durumu, Batı’nın teknik alandaki ileriliği ve bunun sonucu olan sosyal aşağılık duygusu kişinin benliğini yaralayan komplekslerdir.” (S;66-67)
Böyle bir zihni oluşum, diğer bir ifadeyle mensubu olduğu milletin millî ve manevi değerlerinden bihaber yabancı hayranlığına kapılmış kişiler ilk tepkilerini milliyetçi düşünce ve oluşumlara karşı verirler.
Yabancı hayranı kişilerin, kozmopolit/ enderunî / devşirmelerden hiçbir farkları yoktur.
***
Toplumsal bunalımın aşılabilmesi için öncelikle kişiye “kendine ve topluma güvenme duygusu” verilmesi gerekir. Bu ise kişiye kendi kültürünün benimsetilmesiyle, kendi kültürü ile beslenen bünyenin kuvvetlendirilmesiyle gerçekleşir.
Kendi kültürü ile beslenen kişiler, yabancı kültürlerle karşılaştığı veya bu kültürleri incelediği zaman kendi kültürlerinin noksanlıklarını tamamlar, yabancı kültürlerin sömürüsüne karşı kendi kültürünü korur ve karşısında ezilmez.
Kendi kültürü ile bilinçlenen kişiler yabancı metinlerin tercümesiyle elde edilen fikirler ithal etmekten ziyade, millî bir düşünce etrafında örgütlenerek, ülke sorunlarına millî çareler arayacaklardır.
Ancak bunu yaptıktan sonra çağdaş düşünce akımlarından, yabancı fikir ve ideolojilerden, kendi toplumu için faydalı gördüğü konularda yararlanma cihetine gidilebilir.
***
Türkler tarihte birçok devlet kurmuşlardır.
Toplumda birliğin sağlanamadığı, kendilerini var eden değerlerinden uzaklaşıldığı, yönetici diğer seçkinlerin yabancı hayranlığına kapıldığı ve millet olma bilincinin kaybolmaya başladığı dönemlerde Türk devletleri zayıflamış, hatta yıkılmıştır.
Bumin Kağan’ını kurduğu Göktürk devletinin, Süleyman Şah’ın kurduğu Türkiye Selçuklu devletinin ve Osman Bey’in kurduğu Osmanlı devletinin sona ermesinde bu hususların önemli etkilerinin olduğu bilinmektedir.
Türk Milletinin en büyük özelliği, sosyolojik anlamda, sürekli olarak bilinçaltında millî şuur taşımasıdır.
Millet varlığını tehdit eden olaylarla karşı karşıya kalındığı hallerde bilinçaltında var olan bu millî şuur her daim açığa çıkmış ve milletin yeniden toparlanmasını sağlamıştır.
En son olarak da, Osmanlı’nın son döneminde yaşanan büyük bunalım ve bozgunlardan sonra, bilinçaltında var olan millî şuur canlanmış ve Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında yeniden toparlanılmıştır.
Günümüzde Türk tarihi ve Türk medeniyeti bütün yönleri ile bilinmektedir.
Yapılması gereken, tarihimizi ve medeniyetimizi iyi öğrenmek, hazine niteliğindeki geçmişimizi iyi değerlendirip, Türk milleti olarak, devlet, millet, ülke ve millî egemenlik kavramlarına sımsıkı sarılmaktır.
Türk Milliyetçiliğinin doktriner şekli olan Ülkücü yapılanmanın ana gayesi de aslında budur.