Safter TANIK
Türkiye; bugün, biri iç-dış güvenliği ile bağlantılı dış siyaset, diğeri de ekonomi olmak üzere iki çıkmazın içindedir.
Dış Siyaset Açmazı
Türkiye; 2002’de, AKP iktidarı ile dünyadaki güç dengesini dikkate alan, bunları birbiriyle dengeleyen geleneksel dış politikayı terk etti. ABD’nin yanında, “Büyük Ortadoğu Projesi” çerçevesinde, Ortadoğu’nun yeniden yapılanmasına soyundu.
Arap Baharı’nda; ABD ile birlikte hareket etti, Suriye’de müdahil oldu. Destek verdiği Suriyeli muhalifler başarısız olunca; hem Suriye ve İran ile kavgalı hale geldi, hem de oyun dışı kaldı. Bu; Türkiye aleyhine gelişecek, oyun ve olayların kötü bir habercisiydi.
Suriyeli muhalifler başarısız olunca, ABD; bu sefer, Türkiye’nin aleyhine sonuçlar doğuracak IŞİD ve PYD-YPG gibi birbirine rakip iki örgütü üretti veya öne çıkışının yolunu açtı. Sıkışan Esad Yönetimi’ne, Rusya’nın fiilen destek vermesi ise yeni bir fiili durumu doğurdu. Bunun nedeni; ABD ya Rusya’nın hamlesini ihtimal dışı görmüş; ya da Rusya’yı oyuna dâhil etmek istemişti.
Rusya’nın Esad Yönetimi’ne hava desteği vermesinden; en çok zarar eden, Suriyeli muhalifler oldu. Bir Rus savaş uçağının düşürülmesi ile de Türkiye-Rusya karşı karşıya geldi. Türkiye; hem Suriye’den tamamen dışlandı, hem de sınırında bile hareket edemez hale geldi. Bu; küreselcilerin arzu ettiği, PYD-YPG’nin önünü açan, hedefteki Türkiye’yi hedef tahtasına koyan bir durumdu.
BOP’u lehine çevirme düşüncesiyle ABD ile birlikte hareket eden, zaman içinde oyun dışı kalan ve hedef haline gelen Türkiye’nin tek başarısı ise; bozulan Rusya ilişkisini bir ölçüde düzelterek, yarım kalsa da Fırat Kalkanı Harekâtı’yla emperyal proje olan “Kürt Koridoru” projesine bir darbe vurması oldu.
Türkiye bugün; Rusya’nın güven duymadığı, İran-Suriye-Irak ile kavgalı, AB’nin baskı altında tuttuğu, ABD’nin tehdit ve şantajına maruz bir ülke konumundadır. Komşuları içinde tek müttefiki Barzani, O’da Kerkük’ü ilhak ediyor. Bu; 15 yıldır tek başına ülkeyi yöneten AKP’nin, yanlış çıkan dış siyasetinin bir eseridir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ne yapmak istiyor?
Cumhurbaşkanı Erdoğan; Hollanda ve Almanya ile kavgalı görünüyor ise de, bu her iki tarafın seçmeni kazanmasıyla ilgilidir. Zira bu; Hollanda’da iktidarda olan Liberal Parti için lehte sonuç doğurduğu gibi, Almanya’da Merkel’in de lehinedir.
AB’nin turizmde Türkiye’ye örtülü ambargo uygulaması; Yunanistan-İspanya-Portekiz ekonomisini güçlendirme ile ilgilidir. Bunun yanı sıra; “Türkiye’yi baskı altında tutma” gibi, bir siyaseti vardır. Daha ileri gidecek bir stratejisi ise yoktur. Zira Türkiye’nin Suriyeli göçmenlere yol vermesi, Türkiye’de ortaya çıkacak bir kaos; Avrupa’nın düşünmek ve görmek istemediği bir kabustur. Ayrıca; Almanya’nın, Türkiye üzerinden Avrasya pazarına açılma gibi bir hedefi de vardır.
ABD’ye gelince. ABD ziyaretinde bulunan T. Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın; “Reza Zarrab Olayı” ile ilgili olarak tutuklanması, ABD’nin Türkiye’ye karşı bu kozu kullanacağını gösteriyor.
Türkiye; Fırat Kalkanı Harekâtı’nın bittiğini ilan ederek, ABD’ye “PYD-YPG’ye dokunmayacağı” mesajını verdi. Bunu; “Türkiye, PYD-YPG Özerk Yönetimi’ni, örtülü olarak tanıdı” şeklinde yorumlayanlar da var. Zira bu hamle; Suriye siyasetinde, başa dönüşü hatırlatıyor. Rusya’nın; Türkiye’ye, kuşku ile bakması ise buna dayanıyor.
Neden?
Cumhurbaşkanı Erdoğan; iç-dış güvenlik ile bağlantılı dış siyaset açmazını, ABD Başkanı Trump’la çözmek istiyor. Bunun için Başkanlık Sistemi’ni kabul ettirmiş, Türkiye’de başka iktidar alternatifi olmayan, tek muhatap alınacak, geniş yetkilere sahip bir lider olarak; Trump’la pazarlık masasına oturmayı düşünüyor.
Fayda sağlar mı?
ABD’nin, Türkiye’ye karşı ileri süreceği çok kozu var. Bu da; O’nun, çok şey isteyip, az şey vereceğini gösteriyor. Ciddi koza sahip olmadan, tam yetkili sıfatla, Trump’la pazarlık etmek ise; ülke çıkarına aykırı sonuçlar doğuracak çok tehlikeli bir oyundur.
Ne yapmalı?
Milleti egemen kılan, milli birlik-beraberliği sağlayan güçlü parlamenter sistem olmadan; ABD’nin isteklerine “dur” denilemez, taviz koparılamaz.
Türkiye; zımnen de olsa Suriye-Irak-İran’la işbirliği yapmadan, Rusya’yı arkasına almadan, Almanya ile ekonomik ilişkileri geliştirmeden; ABD ile ülke yararına bir pazarlık yapamaz.
Haliyle iç-dış güvenlikle bağlantılı dış siyaset açmazının çözümü de, bu iki esasa dayanır.
Bununla birlikte; parayı kontrol etmeden, gıdada kendi kendine yeterli olmadan, teknik bilgiyi üretmeden, sanayileşmeden, güçlü orduya sahip olmadan; tam bağımsız bir dış siyaset izlenemez.
Ekonomik Açmaz
24 Ocak 1980 Kararlarıyla başlayan, parayı kontrolsüz kılan, tarımı ihmal eden, sanayileşmeyi reddeden, refahı hizmetler sektöründe (Turizm, inşaat, nakliyat, perakende ticaret, reeksport ticaret, bankacılık hizmetleri vb) gören, tüketim-rant-borçlanma endeksli liberal ekonomi; özelleştirme adı altındaki KİT ve emlak satışlarına rağmen, katma değer yaratmadı; artan kaynak transferiyle (cari açıkla) ülkeyi borç çamuruna sapladı.
Türkiye, bugün; dış kredi limiti üst sınırına gelmiş, sermaye girdisi azalmış, dış kredi bulmakta zorlanan, “Varlık Fonu” icadı ile dış kaynak sağlamaya çalışan bir ülke görünümündedir. Bu; başta sanal büyümenin motoru olan inşaat sektöründe durgunluğa yol açan, tüm sektörlerde de sıkıntı yaratan ciddi bir olaydır.
Sorumlusu kim?
Türkiye’nin bugün içine düştüğü ekonomik açmazdan; 1980 sonrasında ülkeyi yöneten hükümetlerde sorumlu olsa da; en büyük sorumlusu, 15 yıldır Türkiye’yi tek başına yöneten AKP iktidarıdır.
Başkanlık Sistemi fayda sağlar mı?
AKP lider ve kadrosunda; tüketim-rant-borçlanma endeksli, popülizme dayalı liberal ekonomiyi; var olan kaynakları feda etme pahasına da olsa, bir sürdürme gayreti mevcuttur. Bu da: bankalar-şirketler-işçi-köylü-esnaf-serbest meslek sahibi ve sermaye için daha kötü bir olayın habercisi görünümündedir.
Ne yapmalı?
Parayı kontrol etmek ve yönetmek, tarımda kendi kendine yeterli olmak, teknik bilgiyi üretmek, 4. sanayi devrimini yakalamak; hedefimiz olmalıdır.
Önce; tasarruf-yatırım-üretim-ihracatı esas alan, liberal ekonomiden karma ekonomi modeline geçişi sağlayacak, bir plan ve program ortaya konmalıdır.
Daha sonra; üretim-ihracata dayalı, devletin plan-programı dâhilinde, KİT’lerin aktif rol aldığı, yerli ve yabancı sermayeye yer veren kontrollü bir karma ekonomi modeline geçilmelidir.
Kontrollü karma ekonomi modelinin alt yapısı inşa edilmelidir.
Yani gerekli banka-şirket ve kurumlar inşa edilmeli, var olanlar yeniden yapılandırılmalı; işçi, köylü, esnaf, serbest meslek sahibi, sermaye, genç, kadın örgütlü kılınmalı; yetenek ve kaliteyi öne çıkaran, herkesi en az bir meslek sahibi yapan, tasarruf-üretim-milli bilinci kazandıran bir eğitim ve kültür politikası uygulamasına gidilmelidir.
Sonuç olarak; Başkanlık Sistemi’nin, ne iç-dış güvenlikle bağlantılı dış siyaset, ne de ekonomi açmazını çözecek bir özelliği yoktur. Aksine bir de idari sorunlar doğuracak, belirsizlik-tedirginlik ile sosyal huzursuzluğa yol açacak, yeni mağdurlar yaratacak, milli birlik ve ülke bütünlüğünü bozacak bir özelliğe sahiptir. Zira Başkanlık Sistemi, dış siyaset, ekonomi konuları, farklı alan ve kanunları olan kavramlardır.