Bülent Vedat AYDEMİR
“Derin bir uyku içindesiniz.
Rahatsınız, huzurlusunuz, memnunsunuz!
Olup bitenleri görememenin, uyandırılacağınızı düşünememenin keyfini sürüyorsunuz.
Saadetinizin hep böyle devam etmesini, hiç uyandırılmamanızı isterdim.
Ama maalesef bir gün gelecek, siz de uyandırılacaksınız.
Yazık ki o zaman, “Artık çok geç” olacak!
Bir daha uyumak böyle dursun, yatak bile bulamayacaksınız.
Ve o vakit, sizin hesabınıza üzülmek yine bize düşecek.
Biliyorum: Düşünmeyi sevmiyorsunuz.
Düşünürseniz rahatınızın kaçmasından korkuyorsunuz.
Yuvanızın temeline dinamit koymak istiyorlar, diyoruz, aldırmıyorsunuz.
Sözümüze kulak verirseniz tedbir almak gerekeceğini anlıyor, zahmete girmek istemiyorsunuz.
Bir tek endişeniz var: Gününüzü gün etmek, dilediğiniz gibi yaşamak.”
Büyük üstat 3 Ocak 1963’e Yeni İstanbul gazetesinde yazdığı “Uyuyanlara Ağıt” başlıklı yazısında böyle haykırıyordu.
Kırk dört yıl önce, bugünler daha nasıl anlatılabilir ki!
***
Yirmi yıl önce (12 Mart 1997) kaybettiğimiz; sade bir hayatı seven, gösterişten hoşlanmayan aynı zamanda çilekeş bir Ülkücü olan Galip Erdem’i anlatmak için fazla süslü kelimelere gerek duymuyorum.
Çünkü O, en iyi Ülkücülerin önde geleniydi. Bizim kuşağın “İdeal tipi” adeta onda şekillenmişti.
Onun bilgi birikimi ve bu birikimin yazılarına yansıması bizim kuşağı çok etkilemiştir. Bilgi birikiminin dinlemekten ziyade okumak yoluyla elde edilebileceğini ondan öğrendik diyebilirim.
Ülkücülerin “Ağabeyi” Galip Erdem’i, henüz on sekiz yaşındayken, Türk milliyetçisi bir ailenin mensubu olarak, büyüklerimin tavsiyesi ve yönlendirmesiyle Ülkücülüğe adım attığım ilk yıllarda, 1971 yılında, Devlet dergisindeki yazılarıyla tanımıştım.
Büyüklerime ve arkadaşlarıma Ülkücü yayınları okumak, yazılanları yorumlamak özel zevklerimdendi. Özellikle Galip Erdem’in dergi ve gazetelerde çıkan yazılarını…
Kırım’lı büyük yazar Cengiz Dağcı’yı bana sevdiren ve romanlarıyla tanıştıran Galip Erdem Ağabeydir. 1973 yılında Varlık yayınlarında çıkan kitaplarının bir kısmı hâlâ kütüphanemdedir.
***
Galip Erdem’i daha iyi anlayabilmek ve onu daha iyi anlatabilmek için eserlerinden seçtiğim bazı düşüncelerini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle “günümüzün ihmalleri, geleceğimizin tehditlerini oluşturur” tespitinin 16 Nisan referandumunda dikkate alınması kanaatindeyim.
Onun, “Milletinize, bazı sahalarda belli kuvvetlerden izin istemeğe mecbur kalsanız bile, hizmet etmeğe devam ediniz. Sabretmesini bilirseniz, «Kayıtlı ve şartlı» hâkimiyeti «Kayıtsız ve şartsız»a çevirebilir, millî iradenin gücünü yüz yıllardır özlenen seviyeye çıkarabilirsiniz.
Yeter ki, daha çok çalışın.
Milliyetçiliğinizin inkâr edilemez örneklerini bol bol sunun.
Milletin dertlerine çare arayın.
Gayretleriniz menfaatlerinizin korunmasına değil, milletimizin refah ve saadetine dönük olsun.” cümleleri bizlere sabretmenin, çalışmanın ve fedakârlığın önemini en iyi şekilde anlatır.
Ülkücü hareketin mensuplarının birbirlerini sevmeleri gerektiğini anlatırken “Türk milletini sevmekte birleşenler; birbirlerini sevmekte birleşmeğe de mecburlardır. Aksi takdirde millet sevgileri, kimsenin inanmayacağı boş bir laftan ibaret kalır.”dedikten sonra
“Birbirimizi sevmemiz gerektiğinin yazılması kolaydır; fakat uygulanması güçtür. Yine de dünya nimetlerine erişmek hırsının kışkırttığı nefsimizi yenmemizin yollarını aramalı, davranışlarımızın hesabını önce kendimize vermeliyiz.
Kavganın devam etmemesi, millî birlik ve beraberlik şuurunun tam bir hâkimiyet kazanması milletimiz için bir varlık şartıdır.” diyerek biz Ülkücüleri nefsimizle mücadeleye çağırır.
“Tarihe bakınız, artık yalnız adlarını hatırladığımız milletleri düşününüz. Hepsinin içlerinden yıkıldığını, önce birbirleriyle dövüşmeye başladıklarını, nihayet düşmanlarına yem olduklarını göreceksiniz. Buna karşılık, bugün izahında bile güçlük çektiğimiz büyük başarıların sahipleri, diğer üstünlüklerinden daha çok, birbirlerini sevmenin muhteşem gücünden yararlanmışlardır” sözleriyle birlik ve beraberliğin tarihteki önemini anlatır.
Engin bilgi birikimiyle siyasi kavramları anlatırken, çok yerinde bir tespitle;
“Sağcılık milliyetçiliğin şartı mıdır? Sağcılığı batıdan gelen mânâsı ile alırsak, hiç şüphesiz böyle bir şart yoktur. Ama biz, töremize ve dinimize yerleşmiş, destanlarımıza girmiş bir kelimeyi Avrupalılar gibi anlamak zorunda değiliz. Bu konuda gerçeğe en yakın hüküm şudur: Her milliyetçi sağcıdır; ama her sağcı milliyetçi değildir. Her komünistin solcu, fakat her solcunun komünist olmaması gibi…” toptancı bir yaklaşımla yapılan klişeleşmiş sağcılık, solculuk kavramlarını yıkar atar.
Bir başka yazısında ise
”Milliyetçileri suçlama mekanizması hayranlık uyandıracak bir ustalıkla düzenlenmiştir ve şöyle çalışır: Milliyetçiliği doğrudan doğruya kötülemeğe kimsenin cesareti yoktur.
Önce, aşırı sol’un dışında kalan ve zararlı görülen bütün fikir ve ülkülere “Aşırı sağcılık” adı verilir. Sonra, başına bir aşırı sıfatı eklenerek milliyetçilik de “aşırı sağ”ın bir kolu sayılırdı.
Daha başlangıçta beliren ayrılık nedense terk edilmez. Nasıl bir hokkabazlıkla bulunduğuna akıl erdiremediğimiz garip bir formül karşısındayız: Aşırı sol komünizm ve aşırı sağ, aklınıza ne gelirse!.. Keyfiniz hangi fikri kötülemek, hangi ülküyü boğdurmak istiyorsa, zahmet buyurmayın damga hazırdır: “Aşırı sağın aşırı milliyetçilik kolu, aşırı sağın aşırı dincilik kolu, aşırı sağın aşırı diktacılık kolu…” Büyük marifet! Kötüleme sahasını genişletmek ve milletin kafasını bulandırmak için daha uygun bir yol bulunamazdı.
Öyle ki, sadece elmalarla armutları toplasalar yine razı geleceğiz, nihayet birbirlerine benzediklerini düşüneceğiz! Ya fillerle karıncalar toplanırsa ne yapalım!” diyerek milliyetçilik düşmanlarına gereken cevabı verir.
Demokrasiyi “Demokrasi, hürriyet ve değerli sayılan diğer bütün mefhumlar, milletimizin yükselmesine ve güçlenmesine yardım ettikleri sürece saygı görürler. Fakat nifak tohumlarının yeşermesine müsait bir zemin haline gelirlerse, itibarını yitirmekten kurtulamazlar. Bence, tek bir Türk’ün haksız yere dökülecek kanı, demokrasi adına yazılmış bütün kitaplardan daha değerlidir.” cümleleriyle yorumlarken yetmişli yılların fikir tartışmalarına farklı bir boyut kazandırmıştır.
Günümüzde bile gündemde olan şu tespiti ise dikkate şayandır
“Tesadüflerin devlet adamı unvanı kazandırdığı bazı kimselerin, devletin düşmanları ile dostlarını aynı terazinin kefesine koyduğunu, dostla düşmanı aynı derecede ”tehlikeli” saydığını gördükçe, “Baht Utansın” demekten gayrı elimizden ne gelir. “
Rahmetliye ve hakka yürüyen tüm ülkü dostlarımıza birer Fatiha…