Osman B.Karabacak
Eskiden de buraya geliyordu. Canı sıkıldığında okulu asıyor, Gülhane Parkı’nda dolaşıyordu.
– Pek değişmemiş…
…
Otobüs durağı hep kalabalık olurdu. Bir sonraki daha boş olur diye beklerken vakit geçer okula geç kalacağını fark ettiğinde artık umursamaz yürümeye başlardı.. Aksaray, Laleli, üniversitenin önünden geçince Bakırcılar, Mercan… Mahmutpaşa yokuşuna geldiğinde esnaflar da dükkânlarını açmaya başlamış olurlardı. Çaycılar girip çıktıkları esnaflara hayırlı işler diler günün ilk çaylarını bırakırlardı. Çıraklar önce dükkânların içini sonra kaldırımı süpürür, tezgahları kapının önüne çıkarırken birbirlerine laf atarlar, haftasonu oynanan maçları tartışırlardı. Mısır Çarşısı’nın içinden geçip Yeni Cami’nin önğnde kalabalığa karışır kendini sahilde bulurdu… Üç iskele: Boğaz Hattı, Kadıköy, Üsküdar..
– Bugün de okula gitmeyeyim..
Kadıköy vapuruna binerdi genelde. Kıç tarafta martılara simit atanlar olurdu.
– Kimbilir günde kaç kere boğazı geçiyor bu kuşlar…
O daha çok vapurun arkasında bıraktığı köpükleri seyrederdi. Ayakta, yüz kere boyanmış demirlere yaslanıp köpüklerin uzaklaştıkça kaybolmasını izlerdi.
Kadıköy, Moda, sinemalar, Beşyol sonra yine Kadıköy, yine vapur.. Bu sefer de Karaköy’de içerdi.. Galata Köprüsü’nden yürüyerek geçmeyi seviyordu. Kararmış ızgaralarda cızlayan balıklar, meyhanelerden gelen ağır koku, tavalarla midyeler hiç değişmezdi. Plastik kovaları ile kimi misina kimi olta ile balık tutanlar nedense hiç birbirleri ile konuşmazdı.
Eminönü’ne geldiğinde saatine sadece bir kaç saatin gelmiş olurdu ki eve henüz dönemezdi..
– En iyisi Gülhane Parkı’na gitmek.
Parkı bir uçtan bir uca bir kaç kez adımlar en sonunda çay bahçesine oturur denizi seyrederdi. Biraz önce yürüdüğü yerlerdeki insanların koşuşturmalarını izler, vapurların arkasındaki köpüklerin ne kadar da az gözüktüğüne şaşırırdı.
….
Şimdi yine aynı yerde, Gülhane Parkı’nda yürüyordu. Yürüdükçe, adım attıkça hayatı, hatıraları canlanıyordu. Sonra sonbaharın döktüğü yaprakları fark etti, yürürken onları ezmemeğe çalışıyordu. Sanki her yaprak ömrünün bir günü, unutulmuş bir hatırası idi.. Eğildi bir tutam aldı, baktı. Cebine koydu.. Sonra bir avuç aldı paltosunun iç cebine, sonra biraz daha aldı öbür cebine doldurdu.. Çok çok vardı. Hepsini alamazdı.. Karşıdan gelenler vardı, iki adam… Yavaş yavaş yürüyor hayatını eziyorlardı. Her kurumuş yaprak bir günüydü hâlbuki.. Yere uzandı toplaya bildiği kadarını elleri ile önüne topladı.
– Amca neyin var?
Kaldırmaya çalıştılar. Kalkmadı. Bir daha da kalkamadı..