Atilla ÇİLİNGİR
‘’ Gerçekler belki bir süre gizlenebilir! Ama tarihi susturmak mümkün müdür? ’’
Son dönemde Kıbrıs konusuyla ilgili yaşanan gelişmelere bakıldığında; milli davamızdır diye nitelenen ama yakın zamanda hem adada, hem de uluslararası platformda ortaya çıkan sonuçlar analiz edildiğinde; müzakere masasında Kıbrıs Türk Halkını temsil eden siyasi iradenin görüşleri değerlendirildiğinde:
Kıbrıs Milli Davamızın ‘millilik vasfının’ aşındığı/aşındırıldığı gerçeği ile karşı karşıya olduğumuz açıkça görülmektedir..!
1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin, 1963 yılında Rumlar tarafından tek taraflı olarak yıkılmasından, ardından 15 Temmuz 1974 darbesiyle adayı ele geçirme teşebbüslerinden sonra, bugüne değin geçen yarım asırlık süreçte adada; Rum tarafında 7, Türk tarafında ise 6 lider görev yapmıştır.
Her liderin uygulamaları, başarıları, ya da başarısızlıkları tarihin unutmaz hafızasına kaydedilmiş, doğrularıyla, yanlışlarıyla not edilmiştir.
Ada tarihine bakıldığında, görülen yegâne gerçek şudur:
Kıbrıs Türk’ü; ata yadigârı vatan topraklarında özgürce, hakça yaşamanın peşinde olmuş; Kıbrıs Rum tarafı ise ada tarihinin her döneminde kimi zaman iç içe, kimi zaman şimdiki haliyle aynı topraklarda iki ayrı devlet halinde yaşadıkları Türk tarafını, bu adadan nasıl kovarız, adayı nasıl ele geçiririz oyunlarını oynamışlardır!
Ya da Kıbrıs’ta Türklere verebileceğimiz tek hak azınlık hakkıdır; bunun dışında bir hakları olamazın peşinde olmuşlardır! 1968 yılından bugüne, müzakere masasında görüşülen Kıbrıs konusunun özeti bundan ibarettir.
Bu uzun mücadelenin her döneminde;
Kıbrıs Türk tarafı için sadece 5 kelimeden ibaret şu talep vardır:
‘’Özgürce adaletli bir yaşam hakkı…’’
Kıbrıs Rum tarafının bu uzun süreçte verdiği yanıt ise hep aynıdır:
‘’Ortaya çıkacak her çözüm modelinin sonu Enosis olmalı…’’
Geride kalan 50 yıllık süreçte yaşanan her müzakere dönemi; yaşam biçimleri, inançları, adetleri, dilleri, ülküleri, birbiriyle hiçbir şekilde uyuşmayan, bağdaşmayan bu iki ayrı halkı, ortak bir noktada birleştirmenin peşinde geçmiştir.
Bu uzun süreçte tarafları temsil eden siyasiler, anavatanlar, arabulucular, bilinen uluslararası kuruluşlar, her defasında aynı şeyi yapmışlar; bir arada yaşayamayacakları tarihi gerçeklerle saptanmış, yaşanan olaylarla kanıtlanmış bu iki ayrı toplumu Türkiye hariç, her defasında kendi menfaatleri doğrultusunda bir araya getirmenin peşinde olmuşlardır!
Ancak aradan geçen yarım asra rağmen bunda başarılı olunamamış, tarafların kalıcı bir çözüm için onaylayabileceği bir mutabakat metnine ulaşılamamıştır…
2016 yılının başından beri Kıbrıs konusunda tarafları temsil eden liderlerin yapmış oldukları açıklamalarıyla, basına düşen Kıbrıs haberleriyle bu defa Kıbrıs’ta anlaşmaya çok yakın olunduğu yönünde bir hava esmekte/estirilmektedir!
Aslında böylesi bir havanın esmesi en çok da Kıbrıs Türk Halkının beklediği bir süreçtir. Çünkü GKRY(Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) uluslararası güçlerin desteği ile adada hedeflediği pek çok şeyi elde etmiştir! Ama onlar için asıl olan adanın tamamının ele geçirilmesidir…
Rumların 2004 yılında, ‘Annan Tuzak Planı’ referandumu sonrasında tek taraflı AB’ye üye yapılmasını, Kıbrıs Türk Halkının bu süreçte yaşadığı hayal kırıklığını/aldatılmasını, GKRY’nin hala adanın yasal temsilcisi olarak tanınmasını, Kıbrıs adasına yapılan dış yardımların adanın yarı buçuğunu temsil eden Rum tarafına gelmesini v.b önemli konuları dikkate aldığımızda:
Kıbrıs Türk Halkının, adadaki yaşam geleceğinin bundan sonra nasıl olacağını bilmesi en doğal hakkıdır.
Ancak ne acıdır ki, Kıbrıs Türk’ü:
Adadaki yaşam geleceği üzerinde yapılan pazarlıkları, yakın geçmişinde yaşadığı acıları, bir kez daha yaşayıp yaşamayacağı konusunda yasal garantisinin ne olacağını, 1974’den bu yana evim, toprağım diye bellediği yerlerin akıbetinin bilinmezliğini,
Ama daha da önemlisi K.K.T.C sınırlarında; canını, malını, namus ve şerefini koruyacağına dair hudut yemini eden Mehmetçiğin adayı terk edip etmeyeceğini, gönderlere çekilen ay yıldızlı al bayraklarımızın anlaşma olduğunda inip, inmeyeceğinin belirsizliğini, büyük tedirginliğini yaşamaktadır.
Böylesine önemli bir sürecin yaşandığı adada; her iki tarafta adeta ‘’söylem’’ savaşları yaşanmaktadır..!
Her iki lider de; çözüme ulaşmak adına kendi toplumuna pek çok kereler açıklamalar yapmakta, onlara göre; çözüme ulaşmak adına, hem anavatanlarından, hem iç kamuoyundan, hem uluslararası kuruluşlardan bu önemli konuda cesaretlendirici destekler almaktadırlar.
Değerli okur;
Bir milletin yurt- vatan bellediği coğrafyada yaşamış olduğu toprak; onun kutsalıdır, vazgeçilmezidir. Gerektiğinde uğruna can verilenidir.
Türk Milletinin ayrılmaz bir parçası olan Kıbrıs Türk Halkı da, vatan toprakları olarak bellediği adada, tarih boyunca bunu böyle bilmiş; Kıbrıs’taki direniş mücadelesinde bu gerçeği canı ve kanı pahasına tarih sayfalarına böyle kazımıştır.
Bunu en iyi bilenlerden de birisi benim.
Çünkü 43 yıl önce aynı gerçeği Kahraman Kıbrıs Türk Mücahidiyle, savaş meydanlarının yenilmez efsanesi Mehmetçiklerimizle birlikte 1974 savaşlarında hep birlikte yaşadık.
Ancak ne acıdır ki, halen devam eden müzakerelerde; Kıbrıs Türk tarafını müzakere masasında temsil eden K.K.T.C Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı; K.K.T.C’nin %36’lık toprak parçasını dilimleyerek, bunun bir bölümünün Rum tarafına iade edileceğini, böylece vatan toprağının % 29+ olabileceğini açıklamıştır!
Hatta basına düşen haberlere göre, 09-12 Ocak 2017 tarihleri arasında Cenevre’de yapılan müzakere sürecinde; Kıbrıs Türk tarafının bu yüzdeyi gösteren haritanın müzakere masasına getirildiği, BM Genel Sekreterine verildiği, bu haritanın BM’de kilit altına alındığı bildirilmiştir..!
Bütünlüklü bir anlaşma metni ortaya çıkmadan, K.K.T.C Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı’nın böylesine aceleci bir tercihte/teslimiyette bulunması stratejik bir hata, tarihi bir yanılgıdır.
Stratejik bir hatadır! Çünkü bundan sonraki pazarlıklar bu yüzdelik dilim üzerinden yapılacaktır…
Tarihi bir yanılgıdır! Çünkü Sn. Akıncının geçtiğimiz hafta açıklamış olduğu gibi temsil etmiş olduğu makamın kurucusu, Kıbrıs Milli Davamızın lideri, büyük devlet adamı rahmetli Denktaş; hiçbir müzakere döneminde %29+’lık bir haritayı müzakere masasına getirmemiş, söylendiği doğru ise; böylesi bir haritanın BM kasasına kilitlenmesine izin vermemiştir.
İşte tam bu noktada, K.K.T.C Cumhurbaşkanı Sn. Akıncıya sormak istiyorum:
Sn. Cumhurbaşkanı;
Siz, görüşmelerin böylesine kritik bir döneminde, toprak konusu gündeme geldiğinde; %29+ olabilir diyerek, Kıbrıs Türk Halkı için böylesi bir teklifte bulunmuş, bunun haritasını da müzakere masasına koymuşsunuz!
Adaya dönüşünüzde; müzakere masasında en önemli konulardan bir tanesi olan toprak paylaşımının, bütünlüklü antlaşma sağlanmadan harita halinde masaya getirmenizi eleştirenleri de, tarihten örnek vererek yanıtlamış:
‘’Kurucu Cumhurbaşkanı Denktaş da böyle bir yüzdeyi müzakere masasına getirmişti, tüm partiler de bunda mutabık kalmıştı…’’ Diye bir açıklama yapmışsınız..!
Ama yanılıyorsunuz Sn. Akıncı!
Çünkü bunun böyle olmadığını sadece tarihin sesi değil, rahmetli Denktaş’la birlikte o dönemi yaşayan kişide söylüyor.
Kim mi? Siz tanırsınız mutlaka, Sn. Taner Erkin. Uzun yıllar K.K.T.C siyaset dünyasında önemli görevlerde bulunmuş bir isim, rahmetli Denktaş’ın da o süreçteki Cumhurbaşkanlığı Müsteşarı.
Şimdi bu açıklamanızla ilgili olarak, Sn. Taner Erkin’e kulak verelim:
‘’1985-1987 yılları arasında New York’ta BM zemininde taraflar arasında devam eden Kıbrıs müzakerelerinde, dönemin Genel Sekreteri Sn. Perez de Cuellar ile yapılan görüşmelerde, ben müzakere heyetinde değildim ama Cumhurbaşkanımızın müsteşarı olarak oradaydım. Müzakere masasında; Kıbrıs Türk tarafını Sn. Denktaş, Kıbrıs Rum tarafını ise; Kipriyanu temsil ediyordu. Müzakere başlıklarının içeriği konuşulduğunda; toprak konusu da gündeme gelmiş, Sn. Denktaş, genel sekreterin ısrarı üzerine ama daha çok Rum tarafının samimiyetini ölçmek adına, Kipriyanu’ya ‘’bir kez söyleyeceğim ama evet, ya da hayır yanıtını hemen isteyeceğim’’ diyerek; toprak konusunu, %29+ olarak gündeme getirmiş ama masaya herhangi bir harita koymamıştır. Kipriyanu ise; bu önemli konuda ‘’hemen bir yanıt veremeyeceğini’’ ifade etmiş; konuyu ‘’adadaki diğer partilere, anavatanı Yunanistan’a sorması gerektiğini’’ söyleyerek, bir haftalık süre istemişti. (tıpkı günümüzde Rum lider, Anastasiadis’in yaptığı gibi…) Sn. Denktaş da buna evet demişti, hatta onu New York’ta beklemiştik. Ancak Kipriyanu bir hafta sonra masaya döndüğünde yanıtı; ‘hayır’ olmuştu. Bir daha da bu yüzde hesabı hiç konu olmamıştır. Bu yüzdelik, o dönemde K.K.T.C Meclisinde bulunan partilerin onayına da sunulmamıştır. Bu konuda alınmış bir meclis kararı da yoktur…’’
(yazıma konu ettiğim bu önemli konuda, tarihe not düşen bu açıklaması için kendisiyle bizzat görüştüğüm, Sn. Taner Etkin Bey’e, kalb-i şükranlarımı sunuyorum…)
Sn. Akıncı;
Eylül 2016’da okurlarımla buluşan, ‘KIBRIS Yes Be Annem’ isimli yeni kitabımda:
‘Tarih; vicdanımıza kazınan olayların hafızası, gerçekler ise zamanın vicdanıdır.’ Demiştim.
Şimdi size soruyorum:
Gerçekler belki bir süre gizlenebilir! Ama tarihi susturmak mümkün müdür?