Bülent Vedat Aydemir
Türkiye’de modern anlamda milletin nasıl oluştuğunu anlayabilmemiz için Osmanlı milletler sistemini çok iyi anlamamız gerekir.
Günümüzde millet anlayışı, milletleşmiş toplumların geçmişlerine, mekân, dil, din ve kültür farklılıklarına göre değişik şekillerde yorumlanmaktadır.
Toplumumuzda millet kavramının çok eski tarihlere kadar giden ve kültürel temellere dayanan özel anlamları vardır.
İyi anlaşılması gereken husus, Müslümanların “millet” terimi ile Hıristiyanların” nation” terimlerinin farklı içeriklere sahip olmasıdır.
Batı toplumlarında modern anlamda millet Amerika (1779) ve Fransız (1789) devrimlerinden sonra oluşmuş olup devleti kendi kültür ve kimliğinin bir aracı yapmıştır. Özellikle modern Fransız millet kimliği, topluma, merkezi devlet yapılanması ve eğitim yolu ile kabul ettirilmiştir.
Müslüman toplumlarda din toplumsal kimliğin ayrılmaz bir parçasıdır. Batı da ise din her ne kadar toplumsal bir öneme sahip olsa da orada kimliği belirleyen ana unsur kavmi-etnik değerlerdir.
Batı’da “nation” terimi Romalılar zamanından beri kullanılmış, etnik topluluğa ve kimliğe öncelik verilmiştir.
Geçmişte birçok Batılı prens ve krallar Hıristiyanlığın emrine girmelerine, Hıristiyanlığı savunmalarına rağmen etnik kimliklerini her zaman öne çıkarmışlardır.
Modern anlamda “millet” oluşumu, Batı’da dil ve etnik kimliğe dayanan bir siyasi kimlik olarak ortaya çıkarken, Osmanlı’da ise din ve etnik kimliğin birbirleriyle karışması ile Osmanlı’ya has bir şekilde oluşmuştur.
Osmanlı topraklarında yaşayan Gayrimüslim topluluklarda dil, din ve adet gibi etnik özellikler öne çıkarken, Müslümanlarda ise devletin, etnik ve dilsel farklılıkları tanımamasından dolayı din daha etkili olmuş, modern millet oluşumu safhasında cemaat ruhu muhafaza edilmiştir.
Osmanlı Müslümanları, bu süreçte Batı’nın etnik milliyetçiliğinden etkilense de kendi tarihi kültürel ve toplum şartlarını göz önüne alarak daha farklı bir milletleşme ve milliyetçilik anlayışını geliştirmişlerdir.
İmparatorluklar, Birçok din, dil ve farklı bir tarihe sahip topluluklardan oluşan bir devlet yapılanmasıdır. İmparatorluklarda bu farklılıkları birleştiren ana unsur hanedan ve bu hanedanın idaresindeki idareci gruplardan oluşur ve her imparatorlukta belirli bir etnik grup ve bu grubun dili hâkimdir.
Osmanlı devletini yöneten hanedan Türk’tü ve devlet dili Türkçe idi.
Osmanlı devleti Fatih Sultan Mehmet’ten sonra bir imparatorluk şeklini almıştır. Yavuz Sultan Selim’in 1517‘de halifelik unvanını almasıyla da Osmanlı’yı İslâm’ın koruyucusu yapmıştır.
Osmanlı’nın klasik devlet yapısı dinî cemaatlerden oluştuğu gibi, “millet” kimliğinin temelini de din oluşturuyordu.
Semavi dinler, aynı inancı paylaşan topluluklarını millet veya cemaat olarak adlandırmışlar, kendi inancını paylaşmayanları ise başka adlarla tanımlamışlardır. İslam’da, Kuran’ı kabul edenleri tek bir millet olarak tanımlamakla beraber, Müslüman olmayan toplulukları da Rum milleti, Yahudi milleti, Ermeni milleti vs. gibi isimlerle tanımlamış ve onlarında millet olabileceğini kabul etmiştir.
Osmanlı, devletin sınırları içinde yaşayan gayrimüslimlere “millet” statüsü verirken dinlerini esas almış, dil, din, kültür ve etnik kimlik gibi toplumsal haklarının düzenlenmesi işlerini kendi dinî liderlerine bırakmıştır.
Osmanlı devletinde yaşayan Müslümanlar ve gayrimüslimler kimliklerini ve devleti farklı şekillerde algılıyorlardı.
Müslümanlar sosyal ve siyasi konularda fazla hak ve söz sahibi olmamalarına rağmen, devletin İslâmi esaslara göre kurulduğunu göz önünde tutmuşlar ve devleti kendi devleti olarak benimsemişlerdir.
Gayrimüslimler ise, birçok yönden devleti tanıyorlar, vergi veriyorlardı ama devleti benimsemiyorlardı; Müslümanlar gibi devletle özdeşleşmiyorlar ve etnik kimliklerini, bir alt kimlik olarak, din ile kaynaştırmak suretiyle yaşamlarını idame ettiriyorlardı.
Osmanlı Devleti, 1856 fermanı ve 1864 Vatandaşlık kanununun yürürlüğe girmesiyle, Osmanlılık adı altında, ülke halkının din ve dil farklılıklarını ortadan kaldıracak, devletin temeli olan cemaat yani millet sistemine son verecek, ortak bir vatandaşlık anlayışına dayanan bir Osmanlı milleti oluşturmak istemiştir. Başka bir ifade ile “millet” i “nation“ yapmak istemiştir.
Ancak bu kararlar, bireyi ön plana çıkarmış, bireylerin kimliğini mensup olduğu topluma bağlamasına yol açmış, aynı zamanda etnik bilinci körüklemiştir.
Bunun neticesinde etnik kimlik, eski dinî (cemaat) kimliğinden daha güçlü hale gelmiş, sonunda dil, din, soy ve tarih gibi etnik özellikler millî kimliğin bir parçası olmuştur. Bilinçlenen birey, toplum içindeki geleceğini din, dil ve kültürel bağlarla değerlendirmeye başladığı gibi, padişahın kulu olma durumundan çıkmış, devletin vatandaşı olmuş ve vatandaş sıfatıyla devlete birçok beklentilerle bağlanmıştır.
Bu bireyleşme süreciyle birlikte Osmanlı toplumundaki Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler, yeni bir bakış açısıyla, kişisel kimliklerine ve cemaatlerine daha sıkı bir şeklide bağlanmışlardır.
Rumeli ve Anadolu Müslümanları kendilerini daha Osmanlı dolayısıyla Türk olarak görmeye başlamışlar Araplar ise Osmanlılaşamadıkları için, din birliğine rağmen, kendilerinin farklı olduklarını ileri sürerek, kavm-i necip olduklarını, yani daha üstün olduklarını açıkça dile getirmeye başlamışlardır.
Bu kişisel bilinçlenme sürecinde Osmanlı Devleti’nin Türk özellikleri ortaya çıkmaya başlamış, bunun yanında devleti yönetenler Arapların ayrılmasını önlemek için devletin dinî özellikleri ön plana çıkarmışlardır.
Osmanlı bu süreçte devlet otoritesini genişletirken eğitimi de kontrol altına almıştır. Modern okulların sayılarının Sultan Abdülhamit zamanında artış göstermesiyle birlikte, birçok gazete ve dergilerin yayınlanması, batı kitaplarının Türkçeye çevrilmeleri, telgraf ve posta hizmetleri gibi iletişim araçlarının gelişmesi neticesinde Türkçe halkın ana iletişim dili olmuştur.
Devletin merkezi otoritesinin artması ve bürokrasinin genişlemesiyle kamu dili olan Türkçe daha çok kullanılmaya başlanmıştır. 1876 Anayasası ile Türkçe devletin ana dili kabul edilmiştir.
Türkçenin yazı dili olarak genişlemesi, Türk edebiyatını zenginleştirmiş, Kültürel Türkçülük gelişmeye başlamıştır.
19,yüzyıldaki ekonomik ve sosyal gelişmelerin, Osmanlı toplumunda, modern anlamda milletleşme sürecine büyük etkisi olmuştur. Aynı zamanda din de, dünyevileşen milletin özelliklerine göre, muhteviyatını değiştirmeden, kimlik olarak millet yapısında önemli bir yer almıştır.
Kemal Karpat Hocanın dediği gibi “ eski cemaat millileşmiş ve Türkleşmiş, ama bu Türkleşme ırk yolu ile değil somut gelişmeler sonucunda ortaya çıkmıştır”.
Bu somut gelişmeler; Osmanlı nüfusunun asli unsurunun Türk olduğu, devletin idaresinin devamlı Türk olduğu, Türklerin devletin temeli olduğu ders kitapları yolu ile halka anlatılması şeklinde özetlenebilir. Artık devlet Türkleşmiştir.
Kısaca özetlemeye çalıştığım bu gelişmeler, Türklük bilincinin artmasını, Mensubiyet duygusunun şuur seviyesine çıkmasını, bu şuur ile kurtuluş savaşının kazanılmasını ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin milli bir devlet olarak kurulmasını kolaylaştırmıştır.