Atilla ÇİLİNGİR
‘’Onlar vatan ve vazife uğruna seve, seve hayatlarını feda eden kahramanlardır. Onlar, Suriye bataklığında açan bir çiçek, paha biçilmez nitelikleriyle her biri ayrı bir pırlantadır…’’
Ülkemizi saran terör vahşeti ve ardındaki güçler tüm alçaklığıyla, kanlı eylemleriyle ülkemize, milli beraberliğimize saldırırken; sınır ötesinde Suriye’de, yine ülke güvenliğimiz uğruna nice Koçyiğitlerimiz görev başında; kelle avcısı alçakların, tüm terör odaklarının kökünü kazımaya devam etmektedir.
Vatanın bütünlüğüne, milletimizin birliğine, beraberliğine kast eden bu hain saldırılara, vatan evlatları kahramanca göğüs germekte, gerektiğinde hiç tereddüt etmeden hayatlarını feda etmektedirler…
Tarih sayfalarına vatanperverliğin ne demek olduğunu asırlar öncesinde yazan, çağ değiştirip, yeni bir çağ açan; son vatan topraklarımıza Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde bu gerçeği kanlarıyla kazıyan atalarımızın ruhu, günümüzün evlatlarında bir kez daha dile gelmiş; ülkemizin her yanından: ‘’Vatan sana can feda’’ nidaları yükselmektedir…
Ülkemizin güvenliği; vatanımızın, milletimizin bölünmez bütünlüğü uğruna aslan gibi evlatlarımız hiç tereddüt etmeden canlarını feda etmekte, askeriyle, polisiyle, sivil vatandaşlarıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletinin çatısı altında ben bu ulusun ayrılmaz bir parçasıyım diyen nice eli kınalı yavrular, cesur yürekli evlatlar; Vatan, millet, bayrak, devlet uğruna Şehit olmaktadır…
Kolay mıdır evlatsız, eşsiz, babasız kalmanın acısına dayanmak?
Kolay mıdır ne yokluklarla, ne umutlarla yetişen bu evlatların yerini doldurmak?
Yurdumuzun her yanında yürekleri dağlanmış, gözyaşlarına boğulmuş anneler, babalar, eşler, kardeşler var.
Ülkemiz; boynu bükük evlatlarla, babasızlığın ne demek olduğunu dahi bilemeyecek bebeklerle dolmaktadır.
Milletimizin yüreği dağlanmış, anaların feryatları sarmıştır her yeri…
Milyonlarca yanık yürek, el, ele vermişiz; gönül birlikteliğimizle uğurluyoruz Şehitlerimizi…
Acının kervanıdır bu…
Ellerimiz semaya doğru, dudaklarımızda dualar, yüreklerimizde minnet duyguları var.
Ülkemin her yanından aynı feryatlar yükseliyor; Şehitlerimiz dizi, dizi olmuş ebediyete uğurlanıyor.
Ülkemin gözü yaşlı, gönlü yaslıdır…
Bağrı yanık kimi ana yüreği şöyle sesleniyor evladına:
‘’Ben seni böyle mi görecektim? Meleğim canım. Güzel yavrum benim, yeşil gözlerine doyamadım ben. İçim sızlıyor. Güle, güle canım oğlum. Nasıl kurban ettiler seni’’
Canından can kopan kimi ana ise; Şehidinin yanında duran Komutanına şöyle sesleniyor:
‘’Oğlumun tabutundaki bu Türk Bayrağını istiyorum. O çok severdi bayrağını ve Atatürk’ü.’’
Babaların yürekleri paramparça, al bayrağımıza sarılı tabutlarına takılı kalan gözlerinde ‘Mehmetçiklerinin üniformalı görüntüsü, Şehit babası olmanın gururu var.
Ya eşler, ya babalarını kaybeden evlatlar?
Eşlerin, sevgililerin yüreklerinde yarım kalmış nice sevdalar, nice umutlar…
Ve… O boynu bükük pırıl, pırıl yavrular…
Babasızlığın ne demek olduğunu anlamaya çalışan acı dolu o bakışlar…
Ülkemizin her yanında Şehitler, onları sonsuzluğa uğurlayan milyonlar tek yürek olmuş, dudaklarda Fatihalar…
Neden, hangi süreçlerden geldik bu duruma?
Unuttuk mu, unutuldu mu, unutturuldu mu? Hani, yıllar önce yapılmamış mıydı ülkemizin güneydoğusuyla ilgili türlü açılımlar?
P.K.K. yılanının başı APO ile yapılan pazarlıklar, eli kanlı teröristlerin silah bırakmasıyla ilgili sözde yaptırımlar?
Analar ağlamasın diye yapılmamış mıydı tüm bunlar?
Stratejik ortalıkla başlamamış mıydı, o emperyalist yolculuklar?
A.B.D.’nin B.O.P kapsamında Ortadoğu coğrafyasında mevcut ülkelere yönelik operasyonlarını başlattığı Arap Baharı sürecinde neler yaşandı?
Nükleer/Kimyasal silah imal ediyor yalanıyla bombalanan Irak’ta; milyonlarca Müslüman’ın Amerikan uçaklarından yağan bombalarla yok edildiği, bu ülkelere ayak basan Conilerin o toprakların kadınlarına tecavüz ettiği, küçücük masum çocuklarını katlettiği yaşanmışlıklar, o insanlık ayıplarının gerçekleştirildiği günler unutulmadı değil mi?
Afganistan’ı, Libya’yı paramparça ettiler!
Suriye’de yaşananların bu ülkelerde yaşananlardan farkı var mı?
Amaç, emperyalizm kıskacıyla Ortadoğu’ya yeniden şekil vermek değil mi?
Günümüzde ülkemize topyekûn saldırıya geçen; başta Fetö’süyle, El Nusra’sıyla, Hizbullah’ıyla, P.K.K’sıyla, DEAŞ’ıyla, PYD’siyle, DHKP-C.’siyle, amaç aynı değil midir?
Bu alçakların arkasındaki ağ babalarının beslediği, yönlendirdiği tüm terör örgütlerinin kanlı ellerinde taşıdıkları silahlar; alçakça, kalleşçe kullandıkları bombalar nereden gelmektedir, hangi ülkelerden verilmektedir?
Stratejik menfaatlerimizi, ‘stratejik derinlik’ öngörüsüyle eşleştirerek Ortadoğu politikalarına yön verenler, AB müzakerelerinin başlamasıyla birlikte komşularımızla sıfır sorun politikalarını benimseyenlerin, bugün geldikleri nokta bu mu olacaktı?
Günümüzde yaşananlar nedendir?
Suriye’de yaşananlara, bu ülkeden, ülkemize sığınan milyonlarca mülteciye nasıl yanıt verilecektir?
Ülkemizi türlü açılımlarla, dönüşümlerle ‘Yeni Türkiye’ sloganlarıyla bugünlere getirenler, yaşanan bunca acıları birkaç hamasi nutukla nasıl geçiştirebilirler?
Bu soruların yanıtını, terörün acilen sonlandırılmasını, bu büyük sorunun acilen çözümünü beklemek; milletimizin birlikteliğinden, vatanımızın bütünlüğünden, devletimizin müreffeh geleceğinden başka bir beklentisi olamayanların hakkı değil midir?
Devletimizin yaşadığı bu kritik süreçte; tabii ki, milletimizin birlik ve beraberliği, vatanımızın bölünmez bütünlüğü için kendisini Türk Milletinin ayrılmaz bir parçası olarak hisseden herkes; hepimiz seve, seve can vermeye, bedel ödemeye hazırız.
Ancak, devletimizin kurucusu Büyük Önderimiz Atatürk’ün eşiz öngörüsüyle yıllar boyunca dış politikamızda uygulanan ‘’yurtta sulh, cihanda sulh’’ parolasının yok sayıldığı, terk edildiği, neredeyse tüm komşularımızla kavgalı hale geldiğimiz günümüzde; ülkemize yönelik bu alçak saldırıların önlenmesinde, dış politik açılımların uygulanmasında başarısız olanların, görevli siyasilerin de en azından istifa etmesi, görevden alınması gerekmez mi?
Ne yazık ki, liyakatin göz ardı edildiği bu süreçten ne istifa çıkar, ne da başarısız olanlar görevden alınır!
Ama şurası da unutulmamalıdır ki!
Tarih; vicdanımıza kazınan olayların hafızası, gerçekler ise; zamanın vicdanıdır. Ve zaman asla kaybolmaz.
İşte tam bu noktada; tarihi gerçekleri yok sayarak tarihi yeni baştan yazdıklarını sananlar, günü geldiğinde başlarını tarihin gerçek sayfalarına çarpacaklardır.
O nedenle tarihin unutmaz hafızası; özellikle ülkemizin son döneminde yaşananları sorgulayacak, kararını yaşanan gerçeklere göre verecektir…