YÖNETİLEBİLİR KAOS POLİTİKASI -2-
Suriye Ordusu’nun; Lazkiye kuzeyinde, Bayır-Bucak Türkmenlerine karşı bir harekâtı başlatması; Türkmenlerin, Türkmen Dağı’nda direniş göstermesi; Suriye ve Irak ile ilgili Sünni-mezhepçi dış politika izleyen Türkiye’ye, en önemli kozu olan Türkmenleri hatırlattı.
Türkiye’nin Suriye’den Dışlanması
24 Kasım 2015’te; Rusya Federasyonu Hava Kuvvetleri’ne ait Sukhoi Su-24 M tipi bir savaş uçağı, sınır ihlali nedeniyle Türk Hava Kuvvetleri tarafından düşürüldü.
Olayın arka planı; bugün bile aydınlatılmış olmasa da, ciddi olumsuz sonuçlar doğurdu. Zira bu olay; Türkiye’yi Suriye’den dışlarken, PYD ve PYD’ye destek veren ABD için bulunmaz bir fırsatı yarattı. Öyle ki Türk Savaş Uçakları Suriye sınırında uçamaz hale geldi, turizm sektörü ve ihracatımız darbe aldı. ABD; İncirlik dışında, güneydoğudaki stratejik havaalanlarımızı kullanma fırsatına erişti. PYD-YPG ise; Fırat’ın batısına geçerek Menbiç’i ele geçirdi, “Kürt Koridoru” diye adlandırılan planı gerçekleştirecek bir konuma geldi.
15 Temmuz Darbesi ve Türkiye-Rusya Yakınlaşması
15 Temmuz Darbesi; Rusya ve İran’ı, Türkiye hakkında yeni bir değerlendirme yapmaya yöneltti. Zira ABD’nin; Türkiye’de daha etkin hale gelmesi, Rusya ve İran için hiç istenmeyen bir durumdu. Bu da; Türkiye-Rusya arasında, darbe öncesinde başlayan, hatta bazıları tarafından darbe nedenlerinden biri olarak sayılan görüşmelere ciddi katkı sağladı, iki ülkenin yakınlaşması gibi bir sonucu doğurdu.
Fırat Kalkanı Operasyonu
PYD-YPG; Türkiye’nin kırmızıçizgisine rağmen, Fırat’ın batısına geçip Menbiç’i ele geçirdikten sonra, Afrin ile Menbiç arasındaki bölgeyi hedef aldı. İzlediği stratejiyle; Kuzey Suriye’de, Türkiye sınırı boyunca, kantonal devlet yapısına dayalı bir Kürt Devleti kurmayı amaçladı.
Bu, küreselcilerin “Kürt Koridoru” diye isimlendirdiği; Türkiye’nin karadan Arap dünyasıyla ilişkisini kesmeyi, Türkiye’ye terör ihracını, büyük Kürdistan’ın denizle buluşmasını ve Kuzey Irak petrolünün Akdeniz’e akışını sağlamayı hedefleyen bir projeydi.
Türkiye; geç de olsa, buna müsaade edemezdi. Bu nedenle 24 Ağustos 2016’da; “Fırat Kalkanı Operasyonu” adını verdiği, ÖSO’nun ilerleyişine destek niteliğindeki askeri bir harekâtı başlattı. ÖSO’yu destekleyerek, 90 km’lik Azez-Cerablus hattında, derinliği 45 km’ye varan, El Bab ve Menbiç’i de içeren alanda, IŞİD-PYD’nin tasfiyesi ile bir güvenlik bölgesi oluşturmayı hedefledi.
Fırat Kalkanı Operasyonu’na, Suriye; hem ülkenin bütünlüğü hem de Putin’in dahliyle fazlaca ses çıkarmadı, ABD ise; bunun sadece IŞİD ile sınırlı kalmasını istedi. Haliyle harekât; Menbiç’e dokunulmadan El Bab’a doğru bir gelişme gösterdi, Menbiç’in de ikinci harekâtta hedef alınması düşünüldü.
Erdoğan-Obama Görüşmesi
G 20 zirve toplantısı için Çin’e giden Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD Başkanı Obama ile 4 Eylül’de bir görüşme yaptı.
CNN Internatıonal haberine göre, Erdoğan; “15 Temmuz darbesi, Suriye ve Irak’taki terörden” söz ederken, Obama; “Türkiye güçlü bir NATO üyesi olmaya devam ediyor. Ülkelerinde siyasi bir deprem atlattıkları şüphesiz bir gerçek, şimdi yeniden yapılanmaları gerekiyor ve bunu nasıl yaptıkları önemli olacak ” dedi.
Obama’nın bu sözü; “Türkiye’nin NATO’dan ayrılmayı düşünmediği, yeniden yapılanmasının ise ABD ve ortaklarının çıkarlarına aykırı olmaması” şeklinde algılanırken, ABD’nin; başkanlık sistemi-federal devlet yapısını dayatması gibi, bir yoruma da yol açtı.
Musul Operasyonu
Musul Operasyonu, 17 Ekim 2016’da; Irak Başbakanı Abadi’nin, gece saat 01.40 sıralarında yaptığı devlet televizyonu konuşmasıyla başladı.
Harekâta; Kuzey Irak Kürt Yönetimi’ne bağlı Peşmerge, Irak Ordusu ve “Türkiye’nin Başika Kampı’nda eğittiği Sünni Arap-Türkmenlerden oluşan” Ninova Bekçileri katılıyor. ABD ve koalisyon güçleri ise hava ve topçu desteği sağlıyor.
Musul’a; Peşmerge ve Irak Ordusu ile Ninova Bekçileri’nin girmesi kararı, peşinden bir tartışmayı doğurdu. Irak Merkezi Yönetimi’nin Haşdi Şabi kozunu öne sürmesi, “Irak Ordusu’nun girmesi” şeklinde bir karara varılmasını sağladı. Ancak; harekâtın devamı ve gelişen olayların, buna nasıl bir şekil vereceği ise belli değil.
Rakka Operasyonu
6 Kasım 2016’da; PYD-YPG’nin öncülük ettiği, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından yürütülen ve ABD Hava Kuvvetleri’nce desteklenen, “Fırat’ın Gazabı” adı verilen Rakka Operasyonu başladı. ABD Savunma Bakanı Ashton Carter, yaptığı bir açıklama ile de “bunu memnuniyetle karşıladığını” söyledi.
Son Durum Değerlendirmesi
Vekâlet savaşında, şimdilik; ABD-Rusya-İran-PYD-PKK-Barzani’nin karda, Suriye-Irak-Suudi Arabistan-Türkiye-Sünni Muhalefet ve Türkmenlerin ise zararda olduğu anlaşılıyor.
Neden?
PYD-YPG; küreselcilerin “Kürt Koridoru” diye adlandırdığı plan , “Fırat Kalkanı Operasyonu” ile bir darbe aldı ise de; Kuzey Suriye’de ciddi bir toprak kazanımı sağladı.
PKK; Barzani’nin kontrol ettiği alan içinde olsa dahi, Sincar’da yeni bir üs oluşturdu.
Barzani; Musul’a girmese de, Kuzey Irak’ta; Suriye’ye kadar uzanan bölge ile Kerkük’te hâkim bir konuma geldi, topraklarını % 50 oranda genişletti, Kerkük petrollerinde söz sahibi oldu.
ABD, “Yönetilebilir Kaos Politikası” ile Suriye ve Irak’ı bölük pörçük haline getirdi. Suudi Arabistan ile arası açıldı, Suriye-Irak-Türkiye’de halkın nefretini, PYD-PKK ve Barzani’nin ise sempatisini kazandı. Bu arada, Rusya’ya da önemli bir koz verdi.
Rusya; “Tartus Deniz Üssü” tartışmasız hale geldi, sıcak denizlere inme hayali gerçekleşti, Ukranya pazarlığında ABD’ye karşı kullanacağı bir kozu oldu.
İran; Lübnan-Suriye-Irak siyasetinde etkin bir konuma geldi, Kuveyt-Bahreyn-Yemen ve Suudi Arabistan’daki Şii nüfusta etkinlik kazandı.
Suriye; toprakları, bölük pörçük haline geldi. Rusya’nın; Şam-Halep hattı doğusunda, bir operasyona katılmak istememesi nedeni ile de bütünlüğünü sağlaması zor görünüyor.
Irak; Kerkük ve kuzeyde Kuzey Irak Kürt Yönetimi’ne toprak kaptırdı, petroldeki söz hakkı azaldı, siyaseten ABD-İran arasında sıkışıp kaldı.
Suudi Arabistan; hamisi olduğu Selefi ve Sünni gruplar başarısız oldu, petrol fiyatını düşürmesi ve vekâlet savaşındaki büyük harcama sonucu mali dengesi bozuldu, ülke içi ve çevre ülkelerdeki Şii nüfusun şimşeklerini üzerine çekti.
Türkiye; Azez-Cerablus hattı dışında, Suriye sınırı boyunca, PYD-YPG gibi taşeron-terörist bir örgüte komşu oldu. PKK’nın yanı sıra IŞİD ile mücadele etmek zorunda kaldı. PKK’nın Sincar’da yerleşmesine engel olamadı. Turizm sektörü darbe aldı. Suriye-Irak pazarını kaybetti. 3,5 milyon Suriyeli ile 0,5 milyon Iraklı mültecinin yükünü üstlendi. Iraklı Şii Türkmenleri kaybetti. Geç de olsa Suriyeli Türkmenleri hatırlaması, Fırat Kalkanı Operasyonu, Başika Kampı ise başarısı oldu.
Sünni Muhalefet, Suriye’de; İdlib-Halep’te sıkışıp kaldı, Irakta ise; “Ninova Bekçileri” adıyla güç kazanmaya çalışıyor.
Türkmenler, en çok zarar gören topluluk oldu. Suriye’de; “Fırat Kalkanı Operasyonu” içinde yer alarak sesini duyurmaya çalışıyor, Irakta; Şii ve Sünni olmak üzere ikiye bölündü, Sünni Türkmenler “Ninova Bekçileri”, Şii Türkmenler ise “Haşdi Şabi” içinde yer aldı.
IŞİD Sonrası
Öncelikle; hem Suriye, hem de Irak’ta, IŞİD’in tasfiyesi hedefleniyor. IŞİD’in tasfiyesiyle Suriye’de; Esad ve PYD’nin, Irakta; Abadi ile Barzani’nin güçlü çıkacağı anlaşılıyor. Türkiye’nin güvenlik kuşağı başarısı ile Sünni muhalefet ve Türkmenlerin kaderi ise ABD-Rusya pazarlığına bağlı. Bu da; Suriye ve Irak’ta, Araplar ve Kürtler olmak üzere, ikili bir devlet yapısının ortaya çıkması gibi bir durumu akla getiriyor.
Suriye ve Irak’ta, istikrar sağlanır mı?
IŞİD’ten arındırılmış ve arındırılacak bölgede, Sünniler çoğunlukta. Bu topluluk içinde; “cemaat-tarikat-aşiret” bağları güçlü, her grubun çıkar hesabı ve yurt dışı bağlantısı var, Sünniler ile Şiiler arasındaki ilişki de kan davasına dönmüş bir durumda. Bu da; dayatmayla inşa edilecek ikili siyasi yapının ömrünü kısa kılıyor, eskiye dönülmesi ise çok zor bir ihtimal.
Irak’taki siyasi durum daha da karmaşık, Barzani; PYD-PKK-Talabani rekabetiyle karşı karşıya, bunun yanı sıra İran’ın hoş bakmadığı bir isim. Haliyle ABD ve istemese de Türkiye’nin desteğine muhtaç.
Abadi, ABD ile İran arasında sıkışıp kalmış. İran ise yeni ABD Başkanı Trump’un hedefindeki ülke. Bu da; Haşdi Şabi’nin hedef tahtasına konulması, Irak-İran Şiiliğinin karşı karşıya getirilmesi gibi yeni bir oyunu akla getiriyor.
ABD’nin dış politikası değişir mi?
Trump’ın ABD başkanı olması; ABD dış politikasının hedefinde değil, stratejisinde bir değişmeye yol açar. Zira Demokratların; sık-sık örtülü operasyonlara başvurma, Cumhuriyetçilerin ise; askeri güç kullanma, devletlere havuç-sopa gösterme gibi bir dış politika geleneği var.
Trump, tüccar mantığı ile düşünen bir kişi. Bu nedenle orta doğudaki mevcut duruma bakacak; örgütleri değil, devletleri muhatap alacak. Haliyle Rusya ile pazarlık yapması, Suriye-Irak-Türkiye-Suudi Arabistan’ın bir yandan gönlünü alması, diğer yandan baskı yapması, İran’a rest çekmesi gibi bir tutum sergilemesi bekleniyor. Başkanlık konuşması da bunu akla getiriyor.
“Yönetilebilir Kaos Politikası”, rafa mı kalkıyor?
“Yönetilebilir Kaos Politikası”, DP’ye destek veren küreselcilerin bir ürünü. Bu; “Büyük Ortadoğu Projesi’nin” hedef ve stratejisini içeriyor. Arap Bahar’ıyla başladı, Suriye-Irak’ın istikrarsızlaştırılması ile de öne çıktı. Bunun; “kaos yaratma ve terör ihracıyla; Ortadoğu’da sınırların yeniden çizilmesi, küçük-küçük devletlerin inşası, petrol-su havza ve yolların kontrolü, İsrail’in güvenliğinin sağlanması” şeklinde bir yol ve hedefi var. Hedefi değişmese de metodu değişecektir. Haliyle bunun farklı kılığa girmiş bir şeklini göreceğiz.
Dünyada, yeni bir değişim dalgası mı var?
2008 ABD Mortgage Krizi ile küreselciler bir darbe aldı. Çare olarak düşünülen ve Arap Baharı ile gerçekleştirilmeye çalışılan “Büyük Ortadoğu Projesi” çıkmaza girdi. Dünya, ekonomik büyüme sürecine bir türlü giremedi, haliyle ekonomik durgunluğa çözüm getirilemedi.
Çin’in ekonomik bir dev haline gelmesi, Rusya’nın toparlanması; tek süper güç olan ABD’nin otoritesini sarstı, tek kutuplu bir dünya yerine çok kutuplu bir dünyadan söz edilmeye başlandı.
Bunun dışında; orta sınıf fakirleşirken, zenginler daha zengin bir hale geldi, gelir dağılımı anormal ölçüde bozuldu, göçmen-yabancı işçiler ülke halkının istihdam ve ücretine göz koydu. Bu da; orta sınıfın eskiye özlem duymasına, özlem duyması ise; Batı Avrupa’da başlayan, ABD’ye sıçrayan, kontrollü ekonomiyi savunan liberal-küresel karşıtı düşünce akımının güç kazanmasına yol açtı.
İngiltere’nin AB’den ayrılması; bunun ilk ciddi sinyali oldu, ABD’de Trump’un başkan seçilmesi ise bu düşünce akımının ne kadar güçlü olduğunu gösterdi.
Kontrollü ekonomiyi savunan liberal-küresel karşıtı düşünce akımı rüzgârının; ABD’den sonra kıta Avrupa’yı da etkisi altına alacağını, ardından Türkiye’ye yansımaları olacağını düşünüyorum.