Safter TANIK
Macaristan’ın Avusturya yönetimine girmesinden sonra, 1703’te Erdel Prensi Ferenc Rakoczi; Krallık iddiasında bulunmuş, Avusturya Ordusu’nun “İspanya Veraset Savaşları” nedeniyle ülkeden çekilmesini fırsat kabul ederek, 1705’te; Macaristan’ın Szecheny şehrine gelmiş, asiller tarafından “II. Ferenc Rakoczi” adıyla Macar Kralı ilan edilmiş.
Macaristan bağımsızlık taraftarı; 1708’de Avusturya kuvvetleri karşısında ağır bir yenilgi almış, 1711’de de Avusturya’nın şartlarınıkabul etmek zorunda kalmış. Ülkeden ayrılmak zorunda kalan Rakoczi ve taraftarı ise Osmanlı’ya sığınmış.
Avusturya, ayaklanma sonrasında; ayaklanmayı bastırmada engel teşkil eden kaleleri yıkmış, taşlarını evsiz köylüye dağıtmış; savaşlar nedeniyle harap olan ülkenin imarına girişmiş.
Osmanlı’dan farklı olarak, bir asimilasyon politikası izlemiş. Öyle ki Protestanlar baskı altına alınmış, Roman Katolik mezhebi ile Latince cazip kılınmış, Katolik-Protestan karşıtlığından istifade edilmiş, imar bahanesiyle Slav ve Alman nüfusu iskân ettirilmiş, Almanca resmi dil haline getirilmiş.
1789 Fransız Devrimi’nden sonra, Avrupa’da “millet” kavramı öne çıktı. Bu da; Slav ve Cermen toplulukları arasında kalan Macarlarda, “biz kimiz” diye bir sorgulamaya yol açmış. Bunun cevabı ise Alman dil bilimci Friedrich Max Müller’den geldi.
Müller’e göre, “Macarca; ne Hint-Avrupa, ne de Sami dil ailesi içinde değildi, bu dil Türk-Moğol gibi Orta Asya kökenli halkların konuştuğu bir dil ailesi içinde yer alıyordu”. Bu dil ailesini ise “Turan dil ailesi” diye isimlendirdi.
Müller’in görüşü; Avusturya’nın asimilasyon politikasına tepki gösteren Macar aydınında derin bir etki yapmış, düşünür ve yazarları tarih-dilbilimi- antropoloji alanında araştırmaya yöneltmiş.
Bir Fin milliyetçisi olan ve aynı zamanda Turancılığın öncüsü-kurucu olarak kabul edilen, dilbilimci Profesör Mathias Alexander Castren; Sibirya’da yıllar süren inceleme ve araştırmalar sonucunda, Fincenin; “Ural-Altay dil ailesi” içinde yer aldığı sonucuna varmış, Finlilerin de; Macar-Türk-Moğol gibi, Orta Asya kökenli büyük bir toplumun parçası olduğunu ileri sürmüş.
38 Yaşında vefat eden Castren; Fince ve Ural Altay dilleri hakkında, birçok kitap ve makale yazmış, Ural-Altay kavimlerinin siyasi birliğini savunmuş.
Castren’in düşüncesi; Macaristan’da yankı bulmuş, Macar aydınına kaynak teşkil etmiş, tarih-dilbilimi-antropoloji alanındaki inceleme ve araştırmalarına hız vermiş. Haliyle konu hakkında birçok yazı yazılmış, yayınlanan kitap-dergi ve-gazetede yer almış, halkta karşılık bulması ile de Macar milliyetçiliği doğmuş.
Bu bakımdan “Macar Milliyetçiliği; Turan Düşünce Akımının tetiklediği, akılcı bir yaklaşıma dayalı, bir halk hareketidir ” dersek yanlış olmaz.
1848’de; Lajos Kossuth (siyasetçi, avukat ve gazeteci), İstvan Szechenyi (siyasetçi, teorisyen ve gazeteci), Sandor Petöfi (şair) ve Josef Bem’in (Murat Paşa) başını çektiği büyük bir halk ayaklanması yaşanmış.
Josef Bem (Murat Paşa); küçük bir birlik ile Avusturya Ordusu’nu uzun süre meşgul etmiş, zor anlar yaşatmış.
Ayaklanma; Rus Ordusu’nun desteği ile bastırılabilmiş, Sandor Petöfi; çatışmada hayatını kaybetmiş, Lajos Kossuth-Josef Bem; Osmanlı’ya sığınmış, ısrar ve baskıya rağmen iade edilmemiş. Bu da halk nezdinde Türklere karşı bir sevgi-his ve heyecanı doğurmuş.
1848 ayaklanması sonrasında; baskı ile yönetilmiş, ancak; bu, halkın pasif direnişine yol açmış. Soruna çözüm bulmak amacı ile 1876’da; federal devlet yapısına geçilmiş, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu adı altında ikili bir monarşist yönetim kurulmuş.
1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında, Macarlar gönüllü olarak Plevne Müdafaasında yer almış, Macar kadınları kırmızı-beyaz broş takarak Budapeşte’de Osmanlı lehine gösteriler düzenlemiş ve Türk Ordusu için para yardımı toplamış, ünlü Macar şairi Arany Janos “Plevne” adlı bir şiir yazmış. Bunun dışında, Macaristan; Rumeli’deki Slav isyanlarında, Osmanlı’ya askeri ve lojistik destek vermiş.
I. Abdülhamit; Kanuni Sultan Süleyman tarafından İstanbul’a getirilen ve Macar tarihinin en eski kaynaklarını içeren Korvinaları iade ederek Macarlara bir jest yapmış, Macar yatırımcılara öncelik tanımış.. .
Turancılık; Finlandiya’da doğmuş ise de, Macaristan’da taban bularak bir gelişim göstermiş.
1905’te, Macaristan’da; Kont Teleki Pal önderliğinde, birçok ünlü iş adamı-siyasetçi-düşünür-şair ve yazarın katılımı ile “Turan Derneği” kurulmuş.
Macar Turan Derneği; Macarlarla akraba Avrupalı halkların “din-mezhep ve siyaset dışında kalarak”, ekonomik-sosyal-kültürel-siyasi yapısının bilimsel açıdan incelenmesi, bunların gelişimine katkıda bulunulması ile Macar çıkarlarına uyumlu hale getirilmesi gibi bir hedefi amaç edinmiş.
“Ural-Altay kavimlerinin birliği” anlamını taşıyan Turancılık, Macaristan’da; coğrafi temele dayalı, Macarlar ve akraba topluluklarının birliğini içeren bir anlam kazanmış ise de esas anlamından uzaklaşmamış.
Macar Turan Derneği; Ural-Altay halkları arasında ekonomik-sosyal-kültürel-siyasi işbirliği ve dayanışmasını sağlayacak bir program ortaya koymuş, bunu icra edecek kurumları oluşturmuş.
Turancılığı; akılcı temelde teoriden pratiğe, romantizmden realizme taşımış. Bu nedenle Macarların Turancılığına “Akılcı Turancılık” da denilebilir.
Türkler arasında; Turancılığın fikir babası, Azerbaycanlı Hüseyinzade Ali Turan’dır.
Hüseyinzade Ali Turan; 1892’de yazdığı “Turan” şiiriyle Turancılığın adeta manifestosunu ortaya koymuş, başta Ziya Gökalp olmak üzere birçok Türkçü düşünür ve şairi etkilemiş.
Haliyle etkisi Mustafa Kemal’de de görülüyor. Zira Mustafa Kemal’in; “Etimin ve kemiklerimin babası Ali Rıza Efendiyse, fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tir” sözü, bunu gösteriyor.
Macaristan’daki Turan hareketinin; ilk ve en büyük etkisi, Çarlık Rusya’sındaki Türk aydınlar üzerinde oldu.
Rusya’da “Turancılık” daha ziyade “Türk Birliği” anlamını kazansa bile, Macaristan’daki Turancılar gibi; Türk toplulukları arasında ekonomik-sosyal-kültürel-siyasi işbirliği ve dayanışmayı sağlamayı hedeflediler, bunu gerçekleştirmek için de başta okullar olmak üzere gerekli kurumları inşa ederek akılcı bir yol izlediler,
1905 Rus Devrimi, siyasi bir boşluk doğurdu. Bu da Türklerin birlik ve beraberliği için bir fırsat olarak kabul edildi. Bunun için 15-28 Ağustos 1905’te; Rusya’nın Nijni Novgorod kentinde, “Rusya Müslümanları Kongresi” adlı bir kongre düzenlendi.
Kongreye; İsmail Gaspıralı (Kırım), Hüseyinzade Ali Turan (Azerbaycan), Yusuf Akçura (Kazan), Zeki Velidi Togan (Başkurt), Ahmet Ağaoğlu (Azerbaycan), Sadri Maksudi Arsal (Kazan), Mustafa Çokayef (Kazak) gibi ünlü Türkçü-Turancılar katıldı.
1905 Ayaklanmasının 1906’da bastırılması sonucu; Kongrede yer alan birçok isim Osmanlı’ya sığındı, 1908’de Meşrutiyetin ilanı ile de İttihat-Terakki içinde yer aldı.
1917 Ekim Devrimi ve sonrasında ortaya çıkan iç savaşta; Türkler arasında Molla Nur Vahidov ile Mirsaid Sultangaliyev öne çıktı. Her ikisi de milliyetçi ve sosyalist bir görüşe sahipti.
Molla Nur Vahidov;1918’de, Beyaz Ordu’nun Kazan’ı alışı ile esir düştü, kurşuna dizilerek idam edildi, yerini ise Mirsaid Sultangaliyev aldı.
Mirsaid Sultangaliyev; Rusya’daki tüm Türk ve Müslüman halkları bir araya getirerek önce Rusya’ya bağlı özerk, daha sonra da bağımsız bir “Sosyalist Turan Devleti’ni” hedefledi.
Sultangaliyev, önce; Galimcan İbrahimov (Tataristan), Veli İbrahimov (Kırım), Turar Rıskulov-İsmail Sadvokasov (Kazakistan), Necmettin Samurski (Dağıstan), Neriman Nerimanov (Azerbaycan), Feyzullah Hocayef-Ekmel İkramov (Türkistan) ve Mustafa Suphi’nin (Anadolu)
İçinde yer aldığı çekirdek bir kadro oluşturdu, sonra da; Rusya’daki Menşevik ve Bolşevik tüm Türk ve Müslümanları bir araya getirdi, sayısı 300.000 kişiye ulaşan ordusu ile Kızıl Ordu yanında başarıdan başarıya koştu.
Politbüro engeline rağmen; “Özerk Türk Devletleri’nin” kuruluşunu sağladı, Stalin tarafından “Türk milliyetçisi” olmakla suçlandı. Önce; ordusu 1 milyonluk Kızıl Ordu’ya dâhil edilerek tasfiye olundu, sonra da yetkileri peyde pey alındı, tutuklandı, kurşuna dizilerek idam edildi.
DEVAM EDECEK