Osman B.Karabacak
İkimiz de İstanbul’un yerlisi sayılırız. Ben Denizli’de dokunmuşum ama bu eve 1950’lerde geldim. Fatih, Kıztaşı’ndaki bu eve ilk alınan eşyalardanım. Nuri Bey ise bu evde doğan ilk çocuk. Çok eşya geldi, geçti bu evden. Kimi modaya kimi zamana kurban oldu, eskidi, atıldı. Çok da insan gördü bu ev. Ev dediğim dört buçuk katlı apartmanın teras katı. Nuri Bey burada doğdu. “O zamanlar” hastaneye kim gider doğum için, hiç kimse… Ebe hanım varken. Zaman zaman kalabalıklaştı burası; eşler, çocuklar…
Bu evde dolu dolu yaşandı.
***
Nuri Bey yıllardır yalnız yaşıyor. Çocuklarını nadiren görüyor, ya da çocuklar nadiren geliyor. Yaşlı ve yalnız bir erkek için fazla düzenli ve temiz bir evi var. Mesela beni iki haftada bir yıkar, diğer iki çarşafı da. Aile yadigarı binlerce kitaba bir ömür boyu ekleyerek meydana getirdiği kütüphanesindeki kitapların yerlerini ezbere bilir. Mutfağındaki eşyaların da uzun zaman içinde pratik kullanmaya yönelik bir düzeni vardır. Yaşı ilerlediğinden pazara gidemiyor ama market alışverişini haftada üç gün giderek yapıyor.
Belki de hayatında kuramadığı düzeni eşyalarında arıyor.
***
Yalnız dedimse de arkadaşı yok değil. Kimine göre göz açıp kapayıncaya kadar geçen bunca zamanda Nuri Bey üç de arkadaş biriktirdi. Bu dostları onun hayatına değişik dönemlerde girip de, başkalarının aksine, çıkmayanlar. Bazen yıllarca görüşmeseler bile yeniden ilk karşılaştıklarında sanki bir akşam önce ayrılmış gibi aynı sıcaklığı yakalamış, kaldıkları yerden, sohbetlerine devam etmişlerdir.
Zaten bu arkadaşları da gelmese kapıyı temizlikçi dışında çalan da olmayacak.
***
Bu kurulu düzen belli bir rutin hayat pratiğini de ortaya çıkardı. Kalktıktan sonra çayla başlayıp kahve ile biten sabah kahvaltısı, ille de gazete alıp gelme, televizyonda bir haber kanalını yüksek sesle “dinlemek”, bilgisayarı açıp “gezmek” gibi birbirinin çok benzeri günleri yaşadığı bir hayatı var Nuri Bey’in. Bayramları sevmez, gazeteler ya gelmiyor ya da geç geliyor, o da bakkala gittiğinde gereksiz yere konu-komşu ile muhatap oluyor.
Bayram öncesinin diğer zamanlardan farkı evde kendine bile itiraf etmeden yaptığı hazırlıklar, gelirseler diye torunları için mendilin içine koyduğu harçlıklardır. Sorarlarsa, bizim zamanımızda diye başlayarak kendi çocukluğunu anlatacaktır.
Beni de, en iyi çarşaf olduğum için, misafirler için hazırladığı yatağa serer. Bayramdan sonra da boşuna sermemiş olmamak için bir kaç gün misafir yatağında yatar.
Biz galiba yalnızlığı paylaşıyoruz.
***
Beni kullandığı günleri seviyorum, eskisem de onu hissetmek beni evdeki diğer eşyalara göre önemli kılıyor. Bugün gibi, başlayacak yeni gün gibi. Gerçi kalkmakta gecikti. Neden yoruldu acaba? Hiç de adeti değildir geç kalkmak. Yıllardır saat kurmaz kalkmak için ama saat gibi kalkar, kalkardı. Hay aksi, kapının zili çalıyor. Temizlikçi herhalde ya da mutlaka temizlikçi gelmiştir. Zile bastı, bastı, gitti..
***
Hareket etmeyince değil de soğuduğunda anladım. Sanki beni ısıtmak zorundaydı! Benim üzerimde taşıdılar, evden çıkarırken yüzünü de çocuklar girmesin diye benle örttüler. Beraber yattık mermer taşa. Sonra beni alıp duvar ile yerin birleştiği yere attılar, onu yıkarken.
Oğlu gelmiş galiba…
***
Beni ondan ayırmayıp camiye götürseler “iyi bilirdim” diyecektim.
________________
Divanyolu Dergisi’nden alınmıştır.