Bülent Vedat Aydemir
Osmanlı Devleti patrimonyal bürokrasisi adı verilen bir sistemle yönetilmekteydi.
Bu yönetim tarzında, meşruiyeti hükümdar temsil eder ve otoritesini feodal bir sınıf yolu ile değil, gelecekleri hükümdara bir hizmet ilişkisiyle bağlı patrimonyal bürokratlarla sağlar.
Bu patrimonyal bürokratlar Osmanlı’da askeri ve sivil memurlardan oluşurdu. Ayrıca devlet emrinde olan din adamlarını da ekleyebiliriz.
Osmanlı imparatorluğunda memurlar sınavlarla değil tavsiye üzerine seçilirlerdi.
Deneyimli memurlarla, elinde yetişen genç memurlar arasında ilişkiler kurulur, genç memurlar kendini yetiştiren deneyimli memura şükran hissiyle bağlanırlar, çoğu zaman “ pir “ yerine koyarlar, saygıda kusur etmezlerdi. Entrikalara karşı sessiz kalırlardı. Yetişen kimsenin yetiştirene bağlılığı, devlete olan bağlılığın üstünde yer alırdı.
Asker veya saray memuru olarak yetiştirilen devşirmeler ise devletin dolayısıyla padişahın kul’uydular.
Padişahlar yüksek memurlarını vezirlerini kendilerine bağlamak için nimet dağıtırlar ya da yemin ettirirlerdi.
Burada aranan onur değil vefadır. Vefakâr memur iyi memurdur.
Tanzimat süreci ile birlikte, devlet bürokrasisinde değişiklikler olmuş; yaşama, mülkiyet ve onur gibi kavramların düzenleyici yasalarla korunacağı anlayışı getirilmişti
Sultan Abdülhamit döneminde Tanzimat ile başlayan eğitimin modernleştirilmesi sürecine hız verildiğini görüyoruz. Sultan Abdülhamit’in önceliği subay yetiştirme sisteminin çağdaş hale getirilmesiydi. Bu sistemin özelliği, ortaokuldan itibaren askeri eğitim görenlerde askeri değerlerin yüksek tutulması ve ana amacın vatan olmasıdır. Ayrıca bu tür okullara, öğrenim parasız olduğu için, düşük gelirli ailelerin çocukları da kayıt yaptırabiliyorlardı.
Bu okullardan yetişenlerde “ Osmanlılığı kurtarma “ yerine “Vatanı kurtarma “ ideali öne çıkmaya, “uyruk “ anlayışı yerini “ yurttaş “ anlayışına bırakmaya başlamıştı.
Askeri Tıbbiye’de, başarının ödüllendirilmesinde, entrika ve kayırmalara son verilmiş, Avrupa’da staj yapacak öğrenciler sınavla belirlenmeye başlamıştı.
Bu okullarda, ülkenin asıl sahiplerinin, Sultan’ın ve devlet adamlarının çocuklarının olmadığı, kendilerinin olduğu yönünde görüşler gelişmeye başlamıştı.
Yeni öğrenciler, bahşiş’ten tiksiniyorlardı. Çünkü bahşiş rüşvetin de kapısını açabilirdi.
Askeri okullar, tıbbiye ve mülkiye mekteplerinden yetişen kişilerde kitap okumak ve ideal sahibi olmak gibi yeni değerler oluşmaya başlamıştı.
19. yüzyıl Osmanlı medreselerinde kitap bulmak çok zor olduğu için, kitabı hıfzetmiş hocaların egemenliği sürmekteydi. Bu dönemde “ kalem” ’den yetişme kişilerin anlatımına bağlı bilgiyle eğitim yapılıyordu.
Modern okullarda ise kitap’a bağlı öğretime geçilmişti.
Çünkü Kitap; bilgiyi veren kaynak olduğu gibi bilginin geniş bir topluluk tarafından paylaşılmasını sağlar; insanları rivayetlerden, hurafelerden, dedikodulardan uzak tuttuğu gibi kitap metinleri sürekli olarak gözden geçirildiği için eleştiri kavramını geliştirir.
Modern okullardan yetişen ve aydın diyebileceğimiz bu vatanseverlerin büyük bir çoğunluğunu maalesef Çanakkale ve diğer savaşlarda kaybettik.
Atatürk’ün, cumhuriyeti kurarken ve modern kurumları oluştururken bu aydınlardan istifade edememesi büyük bir kayıptı.