İsmet BOZOĞLAN
Araştırmacı- Yazar
12.09.1921 yılında 1052 numaralı Yüksek Komiserlik kararnamesi ile Bayır-Bucak bölgesi sancaktan ayrılıp Lazkiye’ye bağlanmıştır. Bayır-Bucağın Lazkiye Sancağına aniden ve çok kritik bir zamanda bağlanma olayı büyük bir talihsizliktir. Belki de bilerek yapılan bir harekettir. Çünkü, ( 38 gün ) sonra, Türkiye ile Fransa arasında 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması yapılmıştır. Bu anlaşma esnasında Bayır-Bucak bölgesi Halep sancağına bağlı göründüğünden Ankara anlaşmasında Bayır-Bucak konusu hiç gündeme getirilmemiştir. Ancak yapılan Ankara Anlaşmasının 7. Maddesi ile İskenderun Sancağı ile ilgili Türkiye’ye garantörlük verildi. 20 Kasım 1922 tarihinde başlayan Lozan Konferansı’nda Suriye sınırı neredeyse hiç konu edilmeden kabul edildi. 31 Ocak 1923 tarihinde Suriye ile sınırlar belirlenirken, Ekim 1921 tarihindeki Türk Fransız anlaşması temel esas olarak alınmıştır. Türkiye topraklarında kalmak isteyen köylerin isyanı olduysa da amaçlarına ulaşamadılar. Sonucu değiştirememişlerdir.
Bu sonucu duyan yerli Sünni Araplar ve Nusayriler, artık Türkmenleri her gördükleri yerde aşağılayıcı alay edici tavır ve hareketler yaparak canlarından bezdirmişlerdir. Kısaca zor günler başlamıştır. Şehre inemez olmuşlar, psikolojik olarak çökmüşlerdir. Türkmenlere artık ikinci sınıf uygulamalar yapılmaya resmi dairelerde, eğitim yuvalarında hizmetlerde hep yok sayılmışlar. Kolayı ile iş yapamaz olmuşlardır. Türkmenler bu durumları karşısında fırsat buldukça Türkiye’ye kaçmaya başlamışlardır. Bunu sezen yönetim kaçan Türkmenlerin geriye kalanlarına akla gelmedik eziyetler yapmışlar. Hatta zindanlara, atmışlar, ailesinin yanında ağza alınmadık küfürler, dayaklar atmışlar, bütün bunlara boyun eğen Türkmenlerin ekonomik yönden çökertmişlerdir. Zaten dar olan işlenebilecek arazilerinde ürettikleri mahsulü kendilerinin istediği yerlere ( Kolhozlara) verme mecburiyeti ve bu kolhozların belirlediği fiyatla verme gibi uygulamalar, yanında karne ile gıda alma, demir çimento gibi inşaat malzemelerini bin bir zorluk çıkardıktan sonra verme gibi konulardan karşı karşıya bırakılmışlardır. Orman sahaları yasak bölge ilan edilmiş. Yakacak olarak bir tane çalı kesenin evi ile işyerine büyük cezalar verilmiş. Ekili arazilerin özellikle üzerinden geniş yollar açmışlar dar olan araziler iyice daraltılmış. Geçim sıkıntısına giren Türkmenler büyük şehirlere göç etmişler. Oralarda Arap kızları ile evlenerek yeni doğan çocukların hiç olmazsa Arapça öğrensin de okusun, kendileri gibi dil bilmedikleri için gördükleri aşağılanmaları görmesin diye evlerde, ta ki okulu, çocuklar bitirene kadar yani 15-16 yaşına kadar Arapça sadece Arapça konuşturmaya başlamışlar. Ancak belli yaştan sonra çocuklar Türkçe konuşma yapması ailesi tarafından müsaade edilmiş. Bu zulmün ve maruz bırakıldıkları muamelelerin sebebi toprakların Bayır-Bucaklıları söküp atmaktır. Bayır-Bucaklı her zorluğa aşağılanmaya göğüs gererek, boyun eğerek topraklarının, evlerinin, mezarlıklarının hatırına razı olmuşlardır. Türkiye bir gün gelecek kendilerini kurtaracak beklide mutlaka anavatana bağlanacaklar umudu ile dayanmışlar sabretmişlerdir.
Türkiye’nin sınırları 1926 yılında yapılan anlaşma ile ufak tefek değişikliklere uğramasına rağmen İskenderun sancağının özel statüsü korunmuştur. 9.Eylül 1936 yılında ise Fransız – Suriye Anlaşması ile İskenderun ve Antakya’ya verilen haklar Suriye Hükümetine terk edildi. Bu durum Suriye’de yaşayan Türkler tarafından tepki ile karşılanmıştır. Ancak uzun siyasi mücadeleler sonucunda 29. Mayıs. 1937 tarihinde Fransa ile Türkiye arasında bir anlaşma yapılarak İskenderun Sancağının bütünlüğü ve hukuki durumu garantiye alınmıştır. Bu anlaşma ile Hatay’da seçimler yapılacaktı. Yapılan seçimlerin sonucunda 2.Eylül 1938’de Hatay Meclisi toplandı ve fiili olarak Hatay Devleti kurulmuş oldu. Bağımsız olan Hatay devleti 29.Haziran 1939’daki meclis toplantısında Türkiye’ye katılma kararı aldı. Ve 23.Temmuz.1939’da Hatay resmen Türkiye’ye katılmış oldu. Böylece Hataylılar anavatana katılmış ve Fransız yönetiminden kurtulmuşlardı. Ancak Bayır-Bucak Türkleri aynı sevinci yaşayamadılar. Çünkü Bayır-Bucak bölgesi tüm çabalara rağmen sınırlarımıza dahil edilememiştir. Ayrıca Fransızlar anlaşmanın görüşmeleri devam ederken sırf Ermenilerin hatırı için Kesep’i de Hatay’dan ayırmışlardır. Anavatanın dışında kalan Bayır-Bucak Türkleri için fikri merkez Halep olmuştu. Türk kamuoyunda geri plana itilen Bayır-Bucak Türkmenleri 1941 yılında Halep’te ayaklanarak şehirdeki kaleye Türk Bayrağını dikmişler ve Türkiye’ye katılmak isteklerini söylemişlerdir.
Bu yıllar acı yıllar olarak geçmiştir. Çileli yıllar Bayır-Bucaklılarla Nusayri Araplarının arasında devamlı bir çekişme savaş devam etmiştir.
Evet acılı ve çileli yıllar, Bayır-bucak Türkmenlerinin değer yargılarını çok değiştirdiği bir gerçektir. Ancak değişmeyen gerçek ve inanç odur ki : “Bir gün mutlaka anavatan Türkiye’ye kavuşacaklar ve yıllarca mücadelesini yaptıkları toprak ve özgürlüklerine kavuşacaklardır.” Yıllarca bu inanç ve özlemle birçok zorluğa göğüs germişlerdir.
Yıl 2011 “Arap baharının rüzgarı Suriye’yi de önüne katmış“ evinde, köyünde yaşamaya çalışan insanlar, kendilerini birden Türkiye’de bulmuşlardır.
“Türkiye’ye geldiğimiz, daha doğrusu Türkiye topraklarına ayak bastığımızda ilk yaptığım iş iyice soyunup toprak üzerinde yuvarlanmak oldu.” demişti, dayımın oğlu.
Ankara’da bir araya geldiğimizde birbirimize sarılarak ağlaşmıştık. “ Allah’ım sen her şeye kadirsin. “ “Her şey de bir hayır vardır. “ diyerekten, yıllarca beklediğimiz Anavatana kavuşma ve birbirimizi daha yakından tanıma fırsatı elde etmiştik. Çok seviniyorduk. Çünkü kısa süre içinde tekrar köyümüze, topraklarımıza dönecektik. Öyle bir dönüş ki özgür ve o toprakların asli unsuru olarak dönecektik. Kısaca içimiz içimize sığmıyordu. Ne diyeceğimizi ne yapacağımızı bilemiyorduk…
Bu duygu ve heyecanla çadırlara yerleştirildik. İşte o yerleştiriliş. Aradan 5 yıla yakın zaman geçti. Bu zaman 2 metre eni 3 metre uzunlu olan mekandı, ve büyük aile. Ortaya bir bez gerildi. Bir yanında oğul ile gelin bir yanda baba ile anne ve çocuklar uzunlamasına yataraktan geçen yıllar….
Hiç seslerini çıkarmadı Bayır-Bucak’ın gün görmüş insanları. Hiç şikayetçi olmadılar durumlarından. Hatta geldikleri terk ettikleri toprakları savunmak için oluşturdukları Birliklere gencecik evlatlarını gönderirken bile büyük bir heyecan ve istekle gönderdiler. Geçen günler aylar ve yıllar içinde genç evlatlarının şehit haberleri, 377 şehit haberi bile onları inanın çok üzmedi. Olsundu. Vatan için, dedelerinin hatta babalarının, kendilerinin yıllarca yaptıkları savaşlar bitecek. Kendi topraklarında özgürce yaşayacaklardı ya, o kendilerine yeterdi.
Bir gün baktılar 73 köyden sadece 3 köy kalmış. Bir gün baktılar savaşacak genç kalmamış. Bir gün baktılar ki 5 yıl önce bırakıldıkları yerdeler…
Artık aralarında sessizce konuşmalar başladı. Gerçi sessiz konuşma alışkanlıkları yeni değildi. Köylerinde de yıllarca sessiz konuşmuşlardı…
Etraflarına baktılar. Savaşa giden, evlatlarını şehit veren, Öz vatanım, Amcaoğullarım diyerek sarılan, hatta sizler, “bu toprakların gerçek sahiplerisiniz “ diyerek avutulan kendileri ile hemen yanı başlarındaki diğer Araplar, Dürziler hatta ne olduğunu bilemedikleri gruplar çok daha bakımlı çok daha özenle yapılmış yerlerde kalıyorlar. Karşılığında savaşa da gitmiyorlar. Üstelik devamlı Türkiye aleyhine de konuşuyorlar…
Olsun da zorlarına giden böyle davranılması değil. Tekrar döndüklerinde yine kendilerini aşağılayıcı sözlerle, onurlarını kıran söz ve davranışlarıyla karşı karşıya kalmaları idi. Çünkü buraya gelmeden önce; Her Bayır-Bucaklının bildiği ve sessizce söylediği sözün söylenmesi idi.
“ Suriye’de yaşarken Arap kardeşlerimiz derdi ki; Ne mutlu size arkanızda Türkiye var, zalim Esed Rejimi birinize zulüm etse iki saat içinde Türk Tankları Lazkiye merkezde olur ….”
Bu duygular içinde yıllar sonra gelinilen nokta.