Safter TANIK
Sosyolojik açıdan millet; insanın bedevi bir toplumdan, medeni bir topluma geçişinin son toplumsal şeklidir. Yani millet; medeniyet ile “komün-klan-aşiret-feodal-ümmet” şeklinde bir gelişim ve değişim gösteren toplumun, daha üst seviyedeki bir halini ifade eder.
Kavim, Ümmet ve Millet
Kavim sözcüğü; her ne kadar soy anlamında kullanılsa da, daha ziyade ortak bir dil ve geleneğe sahip “Türk kavmi, Arap Kavmi, Alman Kavmi” gibi bir toplumu ifade eder. Bazen “Ural-Altay topluluğu” gibi aynı dil grubu içinde yer alan toplumları ifade etmek için de kullanılır.
Ümmet sözcüğü; evrensel bir dine mensup fertlerden “Muhammet ümmeti, İsa ümmeti, Musa ümmeti gibi” oluşan bir topluluğu ifade eder. Bunun dışında; İslamiyet, Hıristiyanlık ve Musevilik gibi, İbrahimî dinlere mensup toplumları ifade etmek için de kullanılır.
Millet sözcüğü ise; coğrafi, ırki, siyasi, idari bir topluluğu değil; dili ortak olan, aynı eğitimi almış, bir kültürel birliği ifade eder.
Millet; sözlük olarak, “ümmet” demek ise de, bizde; daha ziyade, sosyolojik anlamda kullanılan bir kavramdır. Bazıları; bir anlam karışıklığına meydan vermemek veya farklı bir millet tanımı nedeni ile de “ulus” sözcüğünü kullanıyor.
Sosyal-Kültürel Yapı Farklılığı
Kavim toplumu; komün-klan-aşiret-boya dayalı veya bir boyun öne çıktığı, kavmi din ve törenin her şeyin başında geldiği, üretim ve üretim ilişkilerinin en basit ve dar seviyede kaldığı, seçkinler ile halktan oluşan, kapalı ya da yarı açık özellikteki bir toplumdur.
Ümmet toplumu; imparatorluk devletinin sosyal-kültürel yapısı olup, kavmi toplumun daha gelişmiş bir halidir.
Bünyesinde birçok kavim ile din ve mezhep grubunu barındıran, din kültürünün öne çıktığı, din kültürü potasında kavimlerin kimliğini eriten, din kültürü ve gelişmişlik düzeyine göre sosyal yapının feodal-cemaat-tarikat vb şekilde şekillendiği, muhafazakâr bir görünüm arz eden bir sosyal-kültürel özelliğe sahiptir.
Millet toplumu; toplumların gelişim ve değişiminin son şekli olup, ortak dil ve kültürün öne çıktığı, işçi-memur-köylü-sermaye-esnaf-serbest meslek sahibi-aydın-üniversite gençliğinin örgütlü olduğu, kurumsal kimliğe sahip sendika-oda-birlik-dernek gibi kurumların bulunduğu, milletlerarası ilişkiye açık, millet bilincinin yanı sıra sınıf bilinci olan bir toplumdur.
Batı’daki dinci, liberal, sosyalist ve komünist partilerin milli olmaları bu nedene dayanır. Zira varlık sebebi; farklı bir şey olsa da, öncelik arz eden şey millettir.
Medeniyet, Toplum ve Devlet
Medeniyet; bir toplumun maddi ve manevi birikimini ifade ettiği gibi, daha geniş anlamda uluslararası alandaki gelişmişlik durumunu ifade eder. Haliyle bu anlamdaki medeniyet; milletlerin ortak ürünüdür, milletlerin rekabetine dayanır.
Devlet ise; kendisine ait teşkilatı, toprağı, nüfusu olan bir varlıktır.
Medeniyet; toplumsal değişimi getirirken, toplumsal değişim de devleti yeniden yapılandırır. Bu nedenle devlet; tarihi toplumsal gelişim ve değişime paralel olarak etnik, imparatorluk ve milli olmak üzere üç farklı bir genel değişimi gösterir.
Devlet, Egemenlik ve Egemenliğin Meşruiyet Kaynağı
Kavim devletinde; Yunan site devletleri dışında, devlet; gücü elinde tutan, iktidar yani siyasi otorite ile eş anlamlıdır.
Hükümdarın; ülkeyi uzun süre yönetmiş bir soydan gelmesi ya da bir kutsiyeti olması gerekir. Haliyle siyasi otoritenin meşruiyet kaynağı bir soya mensup olma ya da ilahidir.
Hükümdarın bir kutsiyeti olduğundan da devlet, ilahi bir kurum ve ilahi bir iradenin bir ürünüdür.
İmparatorluk devletinde, devlet; bir hanedan ile sosyal-kültürel yapıya göre şekillenen bir teşkilatı ifade eder.
Hanedan; devleti kuran, ele geçiren bir kişi ile O’nun soyundan gelenlerdir.
Siyasi otoritenin meşruiyet kaynağı, Hıristiyan dünyasında; Tanrı krallığının yeryüzündeki temsilcisi olan Papa’nın onayı, İslam dünyasında ise; örf, hükümdarın devleti dini esaslara uygun olarak yönetmesi ya da hilafet veya imamettir.
Milli Devlet
Devlet, milletin en büyük siyasi teşkilatıdır.
Devlet; milletin hukuki ve siyasi açıdan teşkilatlanması sonucu doğan, tüzel kişiliğe ve egemenliğe sahip bir varlıktır.
Devlet, soyut bir kavramdır. Bunu somutlaştıran ise cumhurbaşkanı, başbakan, TBMM, yasama-yürütme-yargı erkleri, asker, polis, bayrak, milli marş, dil, başkent vb. kurumlar ile varlığının kanıtları olan unsurlardır. Hükümet de devletin en büyük icra organıdır.
Devlet ile hükümet vb unsurlar, farklı alan ve anlamları olan kavramlardır. Bunun için hükümete, ona, buna kızıp “kahrolsun devlet veya katil devlet” diyenler; ya “kendi ayağına kurşun sıktığının” farkında değildir, ya da haindir.
Millet ile devlet arasında sıkı bir bağ vardır.
Devletlerin sınırları ortadan kalkmadan; milletin ötesine giden bir toplumsal yapının oluşturulması mümkün değildir. Bu nedenle Anarşistlerin; millet ve devlet reddi, Marksistlerin; proleter milleti, küresel liberallerin; dünya milleti düşüncesi bir ütopyadan öteye gidemez.
Milletsiz bir devlet düşünülemez.
Milli devlet; “Millet” denilen bir sosyal-kültürel yapıyı içerir. Nüfusun az veya çok olması ise önemli değildir.
Bir milletin zaman içinde çeşitli sebeplerle etkin olmaktan çıkması veya varlığını kaybetmesi; ortaya çıkan boşluğun başka bir millet tarafından doldurulmasına, bu da; yeni bir devletin doğuşuna yol açar.
Bir ülkede; iki veya daha çok sayıda millettin varlığından söz etmek, ateşle oynamaktır.
Devletin; kurucu unsurunun, tek olması esastır. Zira kurucu unsuru birden fazla olan devletler, her an yeni bir devleti doğurmaya adaydır.
Yugoslavya’nın dağılması; “Sırplar-Hırvatlar-Slovenler gibi” üç kurucu unsura, Belçika’daki bölünme riski de “Flamanlar ve Valonlar gibi” iki kurucu unsura dayanması ile ilgilidir.
Kurucu unsuru tek olsa bile; “iki veya daha çok sayıda millettin var olduğunu” söylemek, iki veya daha çok sayıda devletin varlığını kabul etmek gibi bir şeydir.
Hâkimiyet; devletin varlığının olmazsa, olmazıdır. Haliyle devletin hâkim olmadığı bir yerde devlet yoktur, kaos ve anarşi vardır.
Halk; düzenli ve istikrarlı bir teşkilat kurmadığı, teşkilat da; sınırları belirli bir coğrafyada yer alan nüfusu bağımsız olarak idare etmeye başlamadığı müddetçe devletin varlığından söz edilemez. Bu, devlet otoritesinin geçersiz olduğu bir alan ve nüfus için de geçerlidir.
Egemenliğin meşruiyet kaynağı millettir.
Devletin egemenliği ile devlet adına bu yetkiyi kullanan iktidarın meşruiyet kaynağı millettir.
Üniter Devlet; tek milleti pekiştiren, ülke bütünlüğünden asla taviz vermeyen, federal devlet ise; ayrışmayı tetikleyen, alt kimlikleri üst kimliğe dönüştüren, bölünmeyi kolaylaştıran bir teşkilat yapısına sahiptir.
Örneğin; İspanya’da, bölgesel yönetime gidilmesi; Bask, Katalan, Galiza vb alt kimlikleri üst kimliğe dönüştürürken, ülkeyi de bölünme noktasına getirdi.
Federal devlet yapısındaki Almanya ve ABD’nin birliğini korumasının nedeni nedir?
Almanya’da; kurucu unsur, tektir. ABD ise; vatandaşlık temeline dayalı bir millet tanımı var ise de, kurucu unsur; Beyaz-Anglosakson-Protestan’dır. Ayrıca ABD’nin süper devlet gibi bir özelliği vardır.
Devletlerarası ilişkilerde, güçlü olan haklıdır.
Bugün; dünyada, devletlerin genel olarak hâkimiyet ve uluslararası ilişkiler açısından, eşit haklara sahip olduğu kabul edilir. Tabii ki bu, kâğıt üzerinde geçerli bir durum; uygulamada ise bunun devletlerin gücü ile sınırlı olduğu, A.B.D. İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’in de imtiyazlı konumunu sürdürdüğünü görüyoruz.
Her devletin ve milletin bir adı vardır.
Her devlet ve millet; bir ad ile tanınır, anılır; adsız bir devlet ve millet olamaz.
“Türkiyeli, Türkiye Milleti” gibi kavramlar; tarihi derinliği olmayan, sosyo-psikolojik gerçeklere aykırı, tutmayacak, aksine alt kimlikleri öne çıkaracak yapay kavramlardır.
Bugün; milletin ismini değiştirmek isteyenler, yarın devletin ismini değiştirmeye yeltenirse buna şaşmamak lazım. Ne de olsa; Türkiye, “Türklerin vatanı” demek olan bir soyu çağrıştırıyor.
Bir milletin adı; birileri “böyle olsun” dedi, diye olmaz.
Bir milletin adı; tarihi, ekonomik-sosyal-kültürel-siyasi olaylar sonucu ortaya çıkar, toplumun aidiyet ve kabulü ile bir değer arz eder. Bunun için tarihi derinliği olmayan, sosyo-psikolojik gerçeklere aykırı, yapay bir ad kabul görmez.
Örneğin, Osmanlı’da; vatandaşlık temeline dayalı “Osmanlı Milleti” tanımının tutmaması, aksine Bulgar-Rum-Romen-Sırp-Arap-Arnavut vb. alt kimlikleri öne çıkarması, haliyle başka bir millet tanımı arayışı içine girilmesi bu nedenler ile ilgilidir.
Milletin farklı tanımı, birleştirici faktör ile ilgilidir.
Milletin; dil, din, mezhep, kültür-soy-coğrafya-vatandaşlık-iktisadi hayat vb. temele dayalı birçok tanımı var.
Almanya’da; soya, Fransa ve Çin’de; kültüre, A.B.D.’de; vatandaşlığa, Avusturya’da; mezhebe, İspanya-Belçika ve İsviçre’de; coğrafyaya, Slav ve Arap ülkeleri ile Romanya’da; dile, İran’da; din ve mezhebe, eski SSCB’nde de dil-coğrafya-iktisadi hayata dayalı bir millet tanımı yapılmış. Bu da; ortak değer, yani birleştirici faktör ile ilgilidir.
Millet çoğunluğa dayanır ve tüm toplumu kucaklar.
Hiçbir toplum, homojen değildir. Bir toplumun tümünün ortak bir kabulü olması, sosyolojik açıdan da imkânsızdır. Bunun için çoğunluk ve azınlık kavramı vardır. Önemli olan ise çoğunluğun bir ortak kabulü olmasıdır.
Haliyle millet çoğunluğa dayanır, onun adını alır, tanınır ve anılır. Bununla birlikte milletin azınlığa saygılı olması, toplumun tamamını kucaklaması da esastır.
Millet, inkârı olmayan ve olmayacak bir gerçektir.
Marks ve Engels’e göre; millet, “toplumun; feodal yapıdan kapitalist yapıya geçişte, burjuvazinin çıkarlarını korumak için ortaya koyduğu bir sosyal yapıdır”.
Buna rağmen, Stalin; coğrafya-Slav dili-iktisadi hayat, Mao ve Enver Hoca’da; kültür temeline dayalı bir milleti inşa etti. Öyle ki Enver Hoca; “Arnavut’un dini, Arnavut olmaktır” diyerek, bunu soya kadar götürdü.
DEVAM EDECEK