
Muammer Erkul
Ne güzel bir gecede başladım yazmaya.
Kandil kandil parlıyordu yeryüzü ve kâinatın sevinme günüydü.
Ve yine, her güzel işe başlar gibi başladım yazmaya:
İşte budur, miftâh-ı genç-i kadîm; Bismillâhirrahmânirrahîm…
*
Ben Türk’üm.
Paşabahçe’de cam ustası olan bir babanın oğlu olarak doğdum.
Dedemin ve dedemin dedesinin mezarı Velimeşe’de.
Erkulların evladıyız.
Babamın dedesinin, dedemin dayısının ve babaannemin babasının mezarlarıysa yok! Sırasıyla; ilk ikisi Balkan harbinde, diğeri Çanakkale’de kalmışlar.
Annemin babası 8 yıl iaşe, babamın amcası 16 yıl topçu çavuşu olarak cephede kalmış.
Dayım ise sonraki yıllarda, askerden tabutla dönmüş!
Yani… Bizler de… Türkler için şaşırtıcı olmayan, yaşanmış hikâyelere sahibiz; yani kanımız bu toprağa süzülmüş fakat yine bu topraklarda yeşermişiz.
*
Ben Müslümanım.
Ve Türk’ün İslam ülküsünün, bir “ulu rüya” olduğuna… Yani, dörtnala koşan atın İslam’la şereflenince kanatlandığına inanırım.
Türk’ün İslâm ülküsü; Hâce Ahmed Yesevî’nin, Şeyh Edebali’nin, Hazret-i Akşemseddin’in, Seyyid Abdülhakîm Efendi’nin inandığı her ne ise, odur.
*
Peki ben gibi siyasetten anlamayan, ticaretten anlamayan birinden ne isterler?
Doğal olarak, “bari edebiyata yakın olması”nı.
Evet, ben kelimelerle düşünür, kelimelerle konuşur, kelimelerle yazarım.
Ben yazarım.
Bu ülkenin; korunmuş kültür, yükselmiş sanat, değiştirilmemiş tarih ve vicdanlı edebiyata ne çok ihtiyaç duyduğunu bilirim.
Ve derim ki: Sanatçın yoksa sanatın yok… Sanatın yoksa yarınların yok!
Ve bizim, bir ve beraber olmaktan başka, çaremiz yok.